Çadırcılık

Çadırcılık


Çadır, taşınması ve kurulması çok kolay olduğundan göçebe toplumlar tarafından kullanılan bir mesken türüdür. Toplumbilimciler ve tarihçiler, insanoğlunun mağaradan çıktıktan sonra yaşadığı ilk meskenin "çadır" gibi bir yapı olduğu konusunda fikir birliğine varmışlardır.  Çadır, eski şekli "çatır", Farsça "çadır"dan veya Türkçe "çat" kökünden türetilerek meydana gelmiştir (Osm. Hayme). Türkler bu tür meskenlere "ev, iv, oba, otak, kerekü, gereke, çerge, çatır ve çetir" de derler.

İslâmiyet öncesinde çadır, Türklerin atları sırtında taşıdıkları evleriydi. Göçer hayat yaşayan Türklerin evleri, obaları, şehirleri çadırlarıydı. Çadırların taşındığı veya üzerinde çadır kurulu olan yüksek arabaları vardı. Keçe, hayvan derileri veya dokumadan yaptıkları çadırların büyüğüne “yurt” denirdi. Yurt kelimesi günümüzde anlam genişlemesine uğrayarak vatan anlamına dönüşmüştür. Bu dönemde Eski Türklerin en önemli yaşam alanını çadırlar oluşturuyordu. Eski Türklerin konar göçer yaşama biçimlerinde çadırlar ve arabalar çok önemli bir yer işgal ediyordu. Yaylak ve kışlak arasında göçlerde, hayvan koşulan arabalar yeğleniyordu. Bu taşıt araçları, bozkır hayatında rakipsiz hüküm sürüyordu. Bu arabalar öküzler ve daha da seyrek olarak develerle çekiliyordu. Pazırık Kurganı’nda bir mezarda bulunduğu gibi bu arabaların boyutları oldukça büyük idi. Eldeki bir örnekten anlaşıldığına göre, yüksekliği 3 metre, genişliği 3,35 metre, tekerleklerin çapıysa 2,15 metreydi. Çin kayıtlarında olduğu gibi, "yüzlercesi aynı zamanda düz bir çizgi halinde ağır ağır ilerler" durumundaydı. Hun döneminde ailelerin taşınması için iki tekerlekli Çinlilerin "tie-lo" ya da "ting-ling" dediği arabalar da kullanılmaktaydı. Bu büyük arabaların üzerinde kurulmuş olan dev çadırlar bulunuyordu. Tam anlamıyla birer göçebe arabası olan bu arabalar, içinde ev tanrılarının taht kurduğu, kadınların yün eğirdikleri, dikiş diktikleri, gerçek birer konuttu. Bu arabaların kullanılması "keçe çadır"dan yararlanılmasını ortadan kaldırmamıştır ya da ikame edilen bir gereç değildi. Göçün sonunda toprağa "keçe çadırları" kurulurdu.

Devlet erkânı için dikdörtgen ya da kare tabanlı çadırlar ve halk arasında yuvarlak çadırlar kullanılıyordu. Bu çadırlara "yurt" denilirdi. Yurt bugün Türkçede, "ülke, konaklama yeri, kişinin üzerine evini inşa ettiği toprak parçası" anlamına gelmektedir. Birbirine yan yana bağlanmış keçe kaplı, esnek odunlardan yapılan yurtlar, yuvarlak tabanlı ve büyük bir çan şeklindeydi. Üst ucunda bir duman deliği vardı. Çadırın ortasındaki ocağın üstüne açılan ve aşağıdan kapatılabilen bu delik, çadırın ana eksenini oluşturmaktaydı. Çadırlarda kapı "güneşin doğduğu yöne saygı" nedeniyle doğuya açılırdı. Eski Türkler tarafından kesin şekilde uygulanan bu kural, X. yüzyıla doğru güneşin geçtiği en yüksekteki nokta göz önüne alınarak güneye açılacak şekilde yapılmaya başlanmıştır. Evin yönleri, dört ana renkle adlandırılırdı: Ak, Kara, Sarı, Kızıl. Çadıra girişte "kapı girişine basmak ve oturmak" ata ruhlarının giremeyeceği inancıyla yasaktı. Yerleşik olmayan halk "yurt" ya da "otağ" adı verilen çadırlarda kalırdı. Yerleşik halk ise kerpiç ve ahşap malzemeden yapılan evlerde kalıyordu.

Türk göçebe topluluklarının kullanmış oldukları çadır tipi üç türlüdür: 1) Karaçadır; (Kılçadır) 2) Alaçık, yanların yerden başlayarak kaba taş ile örüldüğü, üst tarafın ağaç ve kamış çubuklarla örülerek keçe kaplandığı yarım kubbe şeklinde bir yapıdır. 3) Topak ev: Emirdağ yöresinde rastlanan Emirdağ tipi Topak evi, bin yılı aşkın bir süredir, Türklerin, Moğolların, Kırgızların, Özbeklerin, Kazakların; Mançurya'dan Anadolu'ya, Urallar'dan Afganistan'a kadar uzanan dünyanın dörtte birini oluşturan alanda, Türklerin "yurt", "topak ev", Kırgızların "kiyiz üy-keçe ev" adlandırdığı, yuvarlak ve tavanı kubbeli ve açık olan bir çadır tipidir.

İslâmiyet’in kabulü ile çadır geleneğinin yok olmadığını Hünkârların sefer, av veya eğlence törenleri için otağları tercih ettiği görülür. Yerleşik hayata geçemememize rağmen çadır geleneği günümüze kadar devam etmiş XVIII. yy’dan itibaren kısmen önemini yitirmeye başlamıştır. Her şeye rağmen çadır ve geleneği günümüzde de yaşam alanımızda varlığını sürdürebilmektedir.

Altay Türklerinin Çadırları

Şalaş Çadırlar: Göçebe Güney Altaylılar tarafından kullanılan bu çadır tipinin gayet basit bir yapısı vardır. Çubuklardan yapılan bu çadırın iki tipi vardır. Birincisi halka şeklinde ki keregele (duvar) bükülerek yerleştirilen uzun ağaç çubukların (uık - uh) üzerinin ağaç kabuklarıyla veya keçe ile örtülmesi sonucu elde edilen barınak türüdür. Bu tip çadıra Altay Türklerinin "Sooltı" veya "Alançik" olarak ifade ettikleri de olur.

Altay Türklerinde Kırgız Türklerinin çadırlarına benzer çadırlar da bulunmaktadır. Keçeli çadır türüne örnek olan bu çadırlara "upke" veya "pükme" denir. Görünüş olarak güzel olmasının yanında ağaç kabukları ile korunan tiplere nazaran doğa şartlarına çok daha dayanıklıdır.

Güney Altay Türkleri geniş alanlarda yaşamayı sevdikleri için kalabalık yerlerde bulunmazlardı. Bundan dolayı da "aıllar-köyler" üç ile beş çadırdan fazla olmaz, akrabalardan oluşurdu bu aıllar. Bu şekilde yaşayan Altay Türklerinin çadırları da ağaç kabuklarından yapılmış olup, sadece kapıları hayvan derisinden olurdu.

Çadırın tam ortasında bulunan ocaklar hem ısınmayı hem de yemek pişirmeyi sağlarken bu ocağın hemen üst kısmında çadırın üzerinde bir açıklık bulunurdu. Ocağın hemen arkasında, kapının tam karşısında büyük ve parlak gözleri olan totem bulunurdu. Bununla beraber dokuz parça bez "somo" bağlanan ip bulunurdu. Bu ipin ortasındaki bezde bir hayvan resmi vardır. Bu resimler çadırdan çadıra farklılık gösterebilirler.

Altaylarda yaşayan bir diğer Türk boyu ise Teleütlerdir. Teleütlerin çadırları yazlıktır. Koni şeklinde  ve çalı çırpıdan oluşan bu çadırın üzeri ağaç kabuklarıyla kapalıdır. Çadırın çapı 3 sajen (1 Sajen=2,13 m)'dir. Kapıları da doğuya bakmaktadır. 

Tuva Çadırları

Sibirya bölgesinde olan Tuva Türklerinin kullandığı çadırlar Altay Türklerinin çadırlarından farklıdır. Daha çok Moğol çadırlarına benzeyen Tuva çadırları Sibirya bölgesinin en görkemli çadırlarıdır. Tuva Türkleri zorlu doğa koşullarına rağmen hem göçebe Türk kültüründen gelen alışkanlık hem de doğaya olan bağlılık ile çadırlarda yaşamışlardır. Ayrıca çadırların kolay kurulumu, gereçlerinin kolay bulunabilmesi gibi nedenler de çadırları göçebe hayatın temsilcisi haline getirmiştir.

Tuva Türklerinin yerleşim yerleri olan "aıllar", kış aylarında iki ile beş çadırdan, yaz aylarında on beş civarında çadırdan oluşmaktadır. Batı Tuva'nın  geleneksel barınağı keçeli çadırlardır. Bu çadır Moğol çadırı tipindedir. Doğu Tuva bölgesinde ise "çum" adı verilen, iskeleti "uık" adı verilen ağaç çubuklardan oluşan çadır kullanımı yaygındır. Bu tip çadırlar yaz aylardan ağaç kabukları ile örtülüdür. Kış aylarında ise boğa derisiyle üzeri örtülüdür. Moğol tipi çadırlarda olsun, Çum'da olsun, bütün Türk çadırlarında olduğu gibi kadınlar ve erkekler için ayrı ayrı yerler vardır. 

Osmanlılarda Çadır Geleneği

Osmanlılarda değişik türdeki çadırları, önceden yapılıp mehterhâne ambarlarında depolanarak korunmakta ve ihtiyaç halinde muhasebe başkanlığından yine padişahın emir ve izinleriyle verilmekte idi. Padişahın bir yere göç etmesi halinde kullanılmak üzere yaptırılan çadırların, mehterhâne ambarına teslim edilmek üzere yapılan listede, çadırların kimler için, ne amaçla yapıldığı ve kullanılan malzemelerin miktarlarıyla en ince ayrıntılarına kadar gösterilmesi konuya verilen önem açısından dikkat çekicidir.

Osmanlı dönemi saray ve ordu çadır türlerini genel olarak şöyle sıralamak mümkündür:

  • 1) Otağ-ı Hümâyûn-Padişah çadırı-Hünkâr Çadırı
  • 2) Otağ-ı Âsafi-Paşa Çadırı, Divan Çadırı,
  • 3) Sokaklu çadır-Perdeli çadırlar
  • 4) Halvet (Görüşme) Çadırları
  • 5) Çadır-ı Hazine,
  • 6) Kurba çadır-Hamam Çadırı,
  • 7) Hastahane Çadırı
  • 8) Kilar çadırı-Çadır-ı Kilar,
  • 9) Çadır-ı Sarraçhane,
  • 10) Çadır-ı Matbah-Mutfak çadırı,
  • 11) Çile çadırı-Ceza çadırı,
  • 12) Asker çadırları

Türk çadırları sınıfına dâhil olan en gelişmiş çadır türü “Otağ-ı Hümâyûn” adı verilen sultan çadırlarıdır. Padişahların sefer sırasında yatıp kalktığı başkumandanlık karargâhı olarak kullandığı savaş divanının toplandığı gezici saray büyüklüğünde, pek çok daireden oluşan çok direkli kırmızı çadırdır. Sultan dışında yalnızca en büyük dinî yetkili Şeyhü'l-İslâm, vezirler ve büyük eyaletlerin yöneticileri olan Beylerbeyleri kırmızı kumaştan yapılan bu çadırda oturma hakkına sahiptirler.

Barış zamanında, padişahın yazlığa veya uzak bir yere gidişinde kullanılırdı. Sultan çadırları daima çevreyi en iyi şekilde gören küçük bir tepenin üzerine kurulurdu. Çadırın kurulduğu yer aynı zamanda Sultan’ın en üst rütbede bulunduğunu vurgulamaktadır. Doğal olarak sultan çadırı, boyutları ve dış süslemeleri ile diğer çadırlardan üstün olduğunu göstermek zorundadır.

Sefer çadırları çift olup, biri kullanılırken diğeri bir sonraki menzilde kurularak padişaha hazır bekletilirdi. Padişah çadırının kurulup toplanması ile görevli olanlara saray teşkilatında "çadır mehterleri" veya "hayme mehterleri" denirdi.

İçi bölmelerle ayrılmış iç içe iki çadır şeklinde olan Sultan çadırlarında, padişahın oturduğu kısmın etrafında yine perdeler ile ayrılmış bir gezinti yeri bulunurdu. Burada nöbetçiler ve savaşçılar beklerdi. Padişah çadırının duvar ve tavanları iki kat kumaştan olup, pencereleri bulunurdu. İçi, toprak zemin üzerine hasır ve keçeler ile kaplanır, bunların üzerine kürk halı serilirdi. Kenarlara, kolay kurulup sökülebilen oymalı, süslü ağaçtan yapılmış sedir ve divanlar yerleştirilirdi. Üzerlerine şilteler, yataklar serilir, nadide nakışlı kumaşlar örtülürdü. Kışın çadırın içi, süslü mangallarla ısıtılırdı. Duvarlara işlemeli kumaşlar ve ince halılar, geceleri ışık vermesi için de altın ve gümüş şamdanlar asılırdı.

Bu çadırlar önceleri, “yurt", "topak ev" veya "kubbe çadır" denilen, etraf duvarları kafes şeklinde yapılmış panolardan oluşmakta iken, dokumacılığın ilerlemesi ile özellikle XVII. yüzyıldan itibaren kara çadır biçiminde, iki veya üç direkli büyük ve geniş çadırlar şeklinde yapılmaya başlanmıştır.

Bu tip padişah çadırları alt kısmı pamuk veya kendir ipliğinden su geçirmeyecek şekilde dokunmuştur. Bunun üzerine de ikinci kat olarak kırmızı ipekten ve haricen renkli şerit ve sırma ile işlenmiş motif ve saçaklar ile süslenmiş ipek kumaşlar örtülerek yapılırdı.

En yüksek dinî yetkili olan Şeyhü'l-İslâm, vezirler, Beylerbeyi ve şehzade çadırları da kırmızı kumaştan olurdu.

Avrupalıların hayret ve hayranlıkla izledikleri bu saray büyüklüğündeki otağlar, İslâm öncesi Türk hakanlarından devam ettirilen bir geleneğe dayanıyordu.

Kaynak

http://www.edebiyadvesanatakademisi.com

 
ISTANBUL
 
 
 
 
 
Bugün 32 ziyaretçi (66 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol