El Yazmaları
El Yazmaları
 

İslâmi Yazmaların Tarihçesi

Kültür mirasımızın önemli ürünleri olan el yazması eserler; tarih, din, dil, felsefe, coğrafya, astroloji, fen bilimleri gibi çeşitli konularda, yazıldığı dönem ve yere ait temel bilgileri bünyesinde toplayan, bilim ve sanat dünyasının ilk elden kaynaklarını oluşturmaktadır.

 

Ülkemizde en eskileri X. yüzyıla kadar tarihlendirilebilen eserler, yaklaşık 900 yıllık bir tarihin sayfalarını gözler önüne sermektedir. El yazması eserler Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı kütüphaneler ve müzeler olmak üzere, üniversiteler, resmi ve özel kurum-kuruluşlarda, şahıslarda bulunmaktadır.

 

Çoğunluğu Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde meydana getirilen yazmalarda; Osmanlı İmparatorluğu'nun, Asya'nın iç kesimlerinden Orta Avrupa'ya; Kuzey Afrika ve Arap Yarımadası’nın en güney uçlarından, Ural Dağları’na kadar uzanan geniş coğrafyasında kullanılan dillerin etkileri görülmektedir.

 

Yazmaların Doğuşu ve Gelişmesi

Ülkelerin en değerli kültür varlıkları arasında yer alan bilim, sanat ve kültür araştırmalarında en otantik kaynaklardan olan yazmalar, el ile yazılarak meydana getirilmiş eserlerdir.


Papirüsten deriye, pamuk levhadan kâğıda kadar uzanan bu yolda konumuz, kâğıt üzerine el ile yazılan eserlerdir. Hiçbir yazma eser, basma eser gibi birbirinin aynısı değildir. Çoğu kez ayrı ayrı kişiler tarafından tek tek yazılarak çoğaltıldıkları için, her biri bazen bilerek, bazen de bilmeyerek atlama, ilâve veya herhangi bir kelimenin yanlış okunarak yazıya geçirilmesi dolayısıyla farklılıklar arz eder.


İlk İslâm yazmacılığı, Hz. Osman'ın Kur'ân-ı Kerîm'i istinsah ettirerek bir nüshasını Medine'ye, diğer nüshalarını da Kûfe, Basra ve Şam'a göndermesiyle başlar. İslâmiyet’te ilk yazmalar bu mushaflardır.
Daha sonra kitap yazmacılığı gelişerek Hadîs-i Şerif, Siyer-i Nebî gibi eserlerin yanında şiir, dil, tefsir, tıp ve fıkıh konularında da telif ve tercüme eserler yazılmaya başlanmıştır. Yazının daha kolay okunması için, Hicrî birinci asırda noktalama ve harekeleme işaretleri kullanılmış, Hicrî ikinci asırda ise Halil b. Ahmed el-Farahidî tarafından, yazıya düzen getirilmiştir. Çinli esirlerin Hicrî ikinci asırda kâğıdı bulmalarıyla yazmacılık oldukça ilerlemiş, Hicrî dördüncü asırda ise papirüs, yerini kâğıda bırakmıştır.

 

İslâm Dünyasındaki Önemli Arapça Yazma Koleksiyonları

İslâm dünyasındaki yazma eser sayısı hakkında kesin bir sayı söylemek mümkün değildir. Bu konudaki istatistikler yaklaşık olup, kesin değildir. Sıralama yapılırken, dünyadaki Arapça yazmaların sayısı ile ilgili bilgi veren bazı kaynaklara güvenilmiştir. Buna göre en fazla Arapça yazma eser koleksiyonu bulunan ülkeler sırasıyla: Türkiye, İran, Mısır, Irak, Suudi Arabistan, Fas, Suriye, Tunus, Yemen, Pakistan, Afganistan ve Cezayir'dir.


Rusya, Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan, Kazakistan, Tacikistan, İran, Çin, Hindistan gibi, Türklerin uzun süre hâkimiyet sürdükleri ülkelerde de çok sayıda yazma eser mevcuttur.

Türkçe yazmaların bulunduğu dünya ülkeleri ise şöyle sıralanabilir: Afganistan, Amerika Birleşik Devletleri, Avusturya, Belçika, Bulgaristan, Cezayir, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Danimarka, Finlandiya, Hollanda, Irak, İrlanda, İspanya, İsveç, İsviçre, İtalya, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Lübnan, Macaristan, Mısır, Polonya, Portekiz, Romanya, Suriye, Sırbistan ve Yunanistan'dır. Sonuç olarak dünyadaki Türkçe el yazması eser sayısının 100.000 cildin çok üzerinde olduğu söylenebilir.

 

Yurt Dışındaki Türkçe Yazmalar

İslâm tarihinin ilk asırlarından itibaren pek çok Türk asıllı âlim, önce Arapça, daha sonra Farsça ve Türkçe sayısız eserler yazmıştır. Mısır Kahire'de Daru'l-Kutubi'l-Kavmiye'de 5.000; Kahire Üniversitesi'nde 4.000 civarında; ayrıca sayıları kesin olarak bilinmemekle birlikte Fransa'da Paris Millî Kütüphanesi'nde (Bibliothèque Nationale); İngiltere'de British Museum ve Chester Beatty'de; İtalya Vatikan'da; Almanya Berlin'de ve Rusya St.Petersburg'da; Macaristan'ın Budapeşte İlimler Akademisi ve Millî Kütüphanesi'nde çok sayıda yazma eser bulunmaktadır.


Bunlardan başka bazı yazma eser koleksiyonlarına az da olsa Nijerya, Filistin, Ürdün, Bangladeş, Kuveyt, Katar, Umman, Birleşik Arap Emirlikleri, Arnavutluk, Bosna - Hersek, Sudan, Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya ve Endonezya gibi ülkelerde de rastlanmaktadır.

İlk Türkçe Yazmaların Ortaya Çıkışı

İbn en-Nedim, çeşitli dillerden Arapçaya tercüme edilen eserler arasında "Kitabü'l-buzat li't-Türk" adlı bir kitaptan bahseder. Bu eserin aslı Türkçe olabilir.


Milâdî 745 yılında Orta Asya'da kurulan Uygur Devleti, Türk kültür tarihinde önemli bir yer tutar. Bu devlet İran kültürünün etkisiyle Arâmi alfabesini kabul etmiş, Türk dilinde tarihte ilk defa kitaba bağlı yazılı bir Türk edebiyatı meydana getirmiştir. Bu devlet döneminde Türkçe, bürokrasi dili haline gelmiş, devletin resmî yazışmaları Türkçe yapıldığı gibi, Sanskritçeden, Çinceden Türkçeye kitaplar tercüme edilmiştir. Uygurlar onuncu asırda batı komşuları Doğu Karahanlıları da etkilemişler, bu devlette yazışmalar Uygur harfleriyle Türkçe olarak yapılmıştır. On üçüncü yüzyılda Moğollar da devlet işlerinde Uygur asıllı kâtipler bulundurmuşlardır. Bu kâtipler vasıtasıyla Türk kültürü Çin'i, İran'ı, hatta Kore'yi etkilemiştir.


Kur'ân dışında Arapça ilk kitaplar VIII. asrın başlarında; Farsça kitaplar ise, X. yüzyılda Samaniler döneminde meydana getirilmeye başlanmıştır. Bir rivayete göre, Kur'ân Türkçeye bu yüzyılda çevrilmiştir. Günümüzde Meşhed Kütüphanesi'nde Gazneli Mahmud'un (Ö.1030) annesi için çevrildiği bilinen Türkçe bir Kur'ân tercümesi parçası vardır. Yine, onuncu yüzyılda Uygurların saraylarında Uygur harfli kitaplar görülür. XI. asırda Doğu Karahanlıların resmî dili Türkçe olmaya devam etti. Bu yüzyılda Kaşgar'da yaşayan Yusuf Has Hacib, 1069 yılında Türkçe manzum olarak "Kudadgu-Bilig" adlı önemli bir eser yazdı. Bu eserin biri Uygur ve ikisi Arap harfli üç yazma nüshası, günümüze kadar ulaşmıştır. Yine bu asırda Karahanlılar döneminde Kaşgarlı Mahmud tarafından, Türk dilinin zenginliğini göstermek amacıyla "Divân-u Lugati't-Türk" adlı kitap meydana getirilmiştir. 1072-74 yılları arasına tarihlenen bu eser, Türk dilinin Arapça sözlüğüdür. Bu eserin bir nüshası hâlen İstanbul Ali Emirî Kütüphanesi'ndedir. Bu dönemin Türkçe yazanlarından biri de Edip Ahmed b. Ali Yüknekî'dir. Uygur harfleriyle "Atabetü'l-hakâ'ik" adında Türkçe bir nasihatnâme yazmıştır. Türklerin Müslüman olmasında büyük etkisi olan Ahmed Yesevî (Ö. 1166)’de Karahanlılar devrinde yaşamış ve şiirleri "Divân -ı hikmet" adıyla bir kitapta toplanmıştır.


Selçuklular devrinde Harezm bölgesi iyice Türkleşmiş, burada Harezmşahlar devleti kurulmuştu. Bu sırada Harezm'de yetişen büyük âlim Carallah Mahmud b. Ömer ez-Zamahşerî (Ö. 1144) Harezmlilere ve Türklere Arapça öğretmek için "Mukaddimetü'l-Edeb" adlı eserini yazmış, satır aralarında Arapça kelimelerin Türkçe tercümelerini vermiştir. Ahmet Yesevî'nin en büyük takipçisi olan Hakim Süleyman Ata (Ö. 1186)'ya bazı eserler isnat edilir. Bunlar arasında "Bakırgan kitabı", "Âhir zaman kitabı", "Meryem kitabı" vardır. Bu devirde Türkçe üzerine yazılan en önemli eser ise, müellifi Şemseddin Muhammed b. Kays olan "Tibyanu'l-lugâti't-Türki 'dir.


Anadolu'ya XI.-XII. yüzyıllarda Türklerin yerleşmesiyle Anadolu, İran, Suriye ve Irak'taki Selçuklu saraylarında, ordugâhlarda, Türk halkı arasında Türkçe konuşulmasına rağmen devlet, resmî yazışmalarında Arapça ve Farsça kullandı. Uzun süren savaşlar, Anadolu halkı arasında anonim Türkçe destanlarını meydana getirdi. "Danişmend Gazi destanı", "Battal Gazi destanı", "Dede Korkut destanı" bu gibi eserlerdendir.


Elimizde bulunan ve müellifi bilinen Anadolu'da yazılmış en eski kitap "Tuhfe-i Mubarrizî" adlı tıp kitabıdır. Müellifi, Harezm asıllı bir tabip olan Hakîm Bereket'tir. Bunun "Hulâsa der ilm-i tıb" adıyla Türkçe başka bir tıp kitabı da bulunmaktadır.


Anadolu Selçuklu Devleti'nin zayıflaması sonucu bağımsızlıklarını ilan eden beylikler, devlet işlerinde Türkçe kullanılmasını teşvik ettiler. Bunlardan Karamanoğulları Beyliği’nin başındaki Karamanoğlu Mehmed Bey, 1276 yılında Konya'yı ele geçirince devlet işlerinde Türkçenin kullanılmasını emretti. Anadolu'daki diğer beylikler de aynı yolu izlediler. 1299 yılında Osmanlı Beyliği’nin kurulmasından sonra da Türkçe gelişti. XV. asırda Türkçe, Osmanlılarla batıda, Timurlularla doğuda bir bürokrasi ve ilim dili oldu.


XIII. asırda Anadolu'da Türkçe şiir de gelişti. Mevlânâ Celaleddin Rûmî bazı şiirlerini Türkçe yazdı. Şeyyad Hamza, Hz. Ali'nin Salsal adlı bir dev ile yaptığı cengi anlatan "Salsalname"sini 1245 yılında yazdı. Sultan Veled'in (Ö.1312) çeşitli şiirleri Türkçe idi. Önemli eserlerden biri de Hacı Bektaş Veli'nin (Ö.1271) "Makalât"ıdır. Yunus Emre'nin (Ö.1325 civarı) "Divan"ı; Ahmed Fakih'in (Ö.1231) "Çarhnâme" adlı manzum eseri; Ali'nin "Kıssa-i Yusuf"unu da hatırlatmak gerekir.


XIV. asırda Türkçe gelişmesine devam etti. Gerek Osmanlılar, gerek Anadolu beyleri Türkçe'yi korudular. Öyle ki Orhan Gazi, vakfiyesini Türkçe olarak yazdı. XIV. asırda Osmanlılar adına Türkçe yazılan ve Türkçeye tercüme edilen kitapların sayısı 40'tan fazladır. Bu devirde Türkçe kitap yazanlar arasında "Mantıku't-tayr"ın mütercimi Gülşehrî; "Merzuban-nâme" ve "Kâbus-nâme" mütercimi Şeyhoğlu; "Garib-nâme"nin yazarı Âşık Paşa; "Mevlid"in yazarı Süleyman Çelebi; divan sahipleri Nesimî ve Kadı Burhaneddin; "Tevârih-i Âl-i Osman" ve "İskender-nâme"nin müellifi Ahmedî; "Ferheng-nâme-i Sa'di"nin müellifi Hoca Mesud b. Osman; "Gülistan" mütercimi Seyf-i Serayî; "Gazavât-nâme" müellifi Dursun Fakîh; "Hulviyât-ı Şahî" müellifi Candaroğlu İsmail Bey; "Mukaddime-i Kutbuddin"in yazarı Kutbuddin İznikî; "Melheme" sahibi Yazıcı-zâde Salahaddin; "Envâru'l-âşikîn", "Ahmediye" ve "Acaibu'l-mahlukât tercümesi" adlı kitapların sahibi Ahmed Bican ve Ahmed-i Dai gibi ünlü kişiler sayılabilir.

XV. asırda Anadolu'da Türkçe yüzden fazla eser yazıldı. Türkçe, bağımsız bir bürokrasi ve ilim dili, Arapça ve Farsçanın yanı sıra İslâm dünyasının üçüncü büyük kültür dili olmuştur. Bu asırdan sonra Türkçe telif ve tercüme, artarak sürmüştür.


XVII. asırdan itibaren Türkçe yazılan eserler Arapça ve Farsça eserlerden hiç de az değildir. Hemen hemen İslâm dünyasında yazılan her eserden, Türkçe eserler meydana getirilmiştir. Bunlar: din ve dil ilimleri, tarih, coğrafya, felsefe, riyaziyat, fizik, kimya, tıp, zooloji, botanik, sihir, rüya tabiri konulu ve ansiklopedik eserlerdir.

 
Osmanlı Kütüphaneleri

İlk Osmanlı kütüphaneleri medreseler bünyesinde kurulmuştur. Bilinen ilk Osmanlı kütüphaneleri Bursa ve Bolu'da kurulmuş olan iki medresenin içinde oluşturulmuştur. Kültürel gelişmenin Fetret Dönemi’nde durma noktasına geldiği Osmanlı Devleti'nde XV. yüzyılda II. Murad'ın padişahlığı döneminde yapılan medreseler, camiler ve tekke kütüphaneleri sayesinde, yeni bir Osmanlı kültür hayatı oluşur. II. Murad'ın 1430'da Edirne'de kurduğu Darü'l-Hadis Medresesi’nin vakfiyesine göre burada 71 cilt yazma eser bulunmaktaydı.


Fatih Sultan Mehmed, İstanbul'u fethettikten sonra bu şehrin İslâm dünyasının önemli bir kültür merkezi olması için uğraştı. Bu nedenle bazı Bizans kiliselerini medreseye çevirdi. Bazı kişisel kitaplarını da buralara bağışladı.


Hakkında kesin bilgi olan ilk kütüphane Fatih Sultan Mehmed tarafından 1459 yılında yaptırılan Eyüp Camisi’nde bulunan kütüphanedir. Daha sonra Fatih Sultan Mehmed 1463-1470 yılları arasında Fatih Camisi’ni yaptırarak etrafına sekiz medrese kurdurdu. Bizans kiliselerinde bulunan sınıfları buraya getirtti. Amaç, camide merkezî bir kütüphane kurarak kullanımı kolaylaştırmaktı. Sultan tarafından bağışlanan kitaplarla derme sayısı 839'a çıktı. Ayrıca, Topkapı'da, Edirne'den gelen kitaplardan oluşan bir koleksiyon kurdu.


İstanbul ve İmparatorluğun diğer yerlerindeki devlet adamları ve ünlü bilginler tarafından kurulmuş kütüphaneler de vardı. Bunlar genellikle Edirne, Bursa, Amasya ve Konya gibi kültür merkezlerindeydi. II.Bayezid, Edirne, Amasya ve İstanbul'daki külliyelerinde birer kütüphane kurdurmuştur. Bunun dışında devrin devlet adamlarının, bilginlerinin gerek İstanbul'da gerekse Anadolu ve Rumeli'de kütüphaneler kurdukları bilinmektedir: Alâiyeli Muhiddin, Atik Ali Paşa, Efdalzade Ahmed Çelebi ve Muslihiddin Çelebi İstanbul'da birer kütüphane kurmuşlardır. İnegöl'de İshak Paşa (1489), Edirne'de Noktacı-zade Mehmed (1492), Manastır'da İshak Çelebi (1506), Prizren'de Suzi Çelebi (1513'ten önce), Amasya'daki Hatuniye kütüphaneleri bunlardan sadece birkaçıdır.


I. Selim döneminde kütüphane konularında pek bir çalışma görülmez. Oğlu I. Süleyman'ın saltanatının ileriki yıllarında İstanbul ve diğer şehirlerde kütüphaneler kurulur. Bu dönemde kurulan medreselerin onaltısında birer kütüphane bulunmaktadır.


XVI. yüzyılın sonuna doğru medreselerin bünyesinde kurulan kütüphanelerin sayısı artmıştır. Bu kütüphanelerin pek çoğu önceki yüzyılda kurulmuş kütüphanelerin benzeridir. Bu dönemde farklı iki kütüphane vardır. İlki, Mahmud Bey tarafından Cihangir Camisi bünyesinde 1593'te kurulan kütüphanedir. Bu kütüphanenin özelliği kitapların birkaçı hariç tamamının Türkçe olmasıdır. İkincisi, III. Murad tarafından İstanbul'da Rasathane bünyesinde kurulmuş, sadece astronomi ile ilgili eserler içeren bir ihtisas kütüphanesidir.


İlk bağımsız kütüphane İstanbul'da Köprülü Fazıl Mustafa Paşa tarafından 1678'de kuruldu. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Amcazade Hüseyin ve Şeyhülislam Feyzullah Efendi tarafından kütüphaneler kuruldu. Bu üç kütüphane aynı yüzyılda medrese kütüphanelerinden hem koleksiyon hem de personel bakımından farklı idi.


Osmanlı tarihinde Lale Devri (1718-1730) olarak bilinen, Sultan III. Ahmed'in saltanatının ikinci döneminde kütüphanelere büyük özen gösterilmiştir. III. Ahmed sarayda ve Yeni Cami’nin yanında (1725); Veziri İbrahim Paşa ise, İstanbul'daki medresesinde (1720) ve memleketi olan Nevşehir'de (1728) kütüphaneler kurmuşlardır.


I. Mahmud (1730-1754) döneminde kütüphanelerin daha hızlı geliştiği görülür. Ayasofya (1740); Fatih (1742); Galatasaray (1754) kütüphaneleri bu dönemde kurulan en önemli kütüphanelerdir. Ayrıca günümüze kadar gelen birçok kütüphane de I. Mahmud dönemine tarihlenir: Hekimoğlu Ali Paşa (1738), Hacı Beşir Ağa (1745), Ayasofya (1740), Âtıf Efendi (1741) ve Fatih (1742) kütüphaneleri bunlardandır.

XVIII. yüzyılın sonuna doğru kurulan kütüphanelerin çoğu farklı bir özellik taşımaz; Nevşehir'de Karavezir (1780); Isparta'da Halil Hamit Paşa (1783); Konya'da Yusuf Ağa (1794); Kayseri'de Raşit Efendi (1797); Kütahya'da Vahit Paşa (1811) ve Burdur'da Derviş Paşa (1818) bu dönemin kütüphaneleridir.

II. Mahmud (1808-1839), yaptığı yeniliklerin bir parçası olarak, kütüphaneleri de devletin kontrolü altına almaya çalışmıştır. Ancak, devletin kütüphanelere müdahalesi kontrolle sınırlı kalmış ve Tanzimat’ın ilânından sonra kütüphanelerde köklü değişiklikler yapılmıştır.


Tanzimat'tan Cumhuriyet'in kuruluşuna (1923) kadar vakıf kütüphaneleri gelişmelerini sürdürmüş, ancak bu devirde Batı’nın tesiriyle yüksek öğrenim kurumlarının birçoğunda Türkçe ve yabancı dilde, özellikle Fransızca olarak yayımlanmış kitaplardan oluşan kütüphaneler kurulmuştur.


Türkiye, günümüzde bütün ilimlerde İslâmî yazmaların en çok bulunduğu ülkedir. Arşivlerdeki evrak dışında, Türkiye'de 300.000 cilt civarında yazma olduğu tahmin edilmektedir. Ortalama olarak bunların 160.000'den fazlası Arapça; 70.000 cilt kadarı Türkçe; 13.000 ciltten fazlası Farsçadır. Yunanca, Ermenice, Süryanice yazmalar da vardır. Türkiye'deki yazma eserlerin 160.000 kadarı Kültür Bakanlığı Kütüphaneler Genel Müdürlüğü bünyesinde görev yapan 35 kütüphanede yer almaktadır.

 

Yazma Eserlerde Metodoloji
1.Düzen:

El yazmaları genellikle aşağıdaki sıraya göre düzenlenmiştir:


a-Zahriye: Bazı yazmaların iç kapağı durumunda olan sayfadır. Yaprağın (1a) yüzüdür. Daha ziyade tezhipli olan iç kapak için bu deyim kullanılır. Burada kitap adı, müellifin adı ve bazen de eserin kimin adına yazılmış olduğu kaydedilir. Zahriye her yazmada yoktur.


b-Serlevha: Kimi yazmalarda metnin başladığı sayfanın (1b) üst kısmında bulunan, genellikle dikdörtgen veya üçgene benzeyen şekilde (ki buna mihrâbiye denir) süslemeli kısımdır. Burada Besmele veya kitabın adı yer alır. Yazma ve eski basmalarda eserin ilmî ve manevî değerini arttıran bazı kayıtlar vardır. Bunlar fişte not bölümünde belirtilir.


c-Temellük kaydı: Mülkiyet kaydı da denilen ve kitabın kimin malı olduğu hakkındaki kayıttır. Genellikle yaprağın (1a) yüzünde yer alır. Önemli şahıslara ait olanlar tesbit edilir.


d-Sima’ kaydı: Eserin müellife okunduğu ve müellif tarafından düzeltildiği hakkındaki kayıttır. Kimi kitaplarda eserin sonunda yer alır.


e-Mukabele kaydı: Müellif hattı olan esas nüsha, diğer tam veya iyi bir nüsha ile karşılaştırılmış olduğunu belirten kayıttır. Kimi kitaplarda sima' kaydında olduğu gibi yazma eserin sonunda bulunur.

f-Besmele: Yazmalar besmele (Bismillâhi'r-rahmani'r-rahim) " Esirgeyip bağışlayan Allah'ın adıyla " ile başlar.

g-Hamdele: Allâh'a hamd ve şükran bölümü "Elhamdülillâh" kelimesinin kısaltılmışıdır.


h-Salvele: Peygambere dua ve methiye "övgü"nin yer aldığı bölüm.


i-Dibâce /mukaddime: Esere giriş, önsöz bölümüdür. Müellif burada sebeb-i telif kısmında eseri niçin yazdığını, kendi adını, eserin adını ve telif tarihini bildirir. Divanda ise şair, mahlâsını şiirler arasında verir.

j-Fihrist: Yazma eserlerde fihrist bazen dibâce'den önce, bazen de sonra yer alır. Kitabın bölümleri olan cüz, fasıl ve bablarda açıklanır.


k-Eserin metni: Eserin asıl bölümüdür.


l-Hatime: Kitabın sonuç bölümüdür.


m-İstinsah kaydı: “Ketebe kaydı” da denen bu bölümde yazmanın istinsah tarihi, müntensihi, istinsah yeri kaydedilir. Bazı yazmalarda bu bölümde müellif adı ve kitap adı, telif tarihi de verilir. Müstensih adından önce "el-fakîr" "el-hakîr" gibi tevazu sıfatları da kullanılır.

 

2.Değerlendirme:

El emeği ile tek tek meydana getirildiği için yazma eserler, basma eserlerden farklı bir değer taşır. Yazma eserlerde konunun öneminden başka, elde bulunan bir nüshada yer alması gereken özellikler:

a-Tek (ünik) nüsha (bilinen tek nüsha),

b- Nadir nüsha,

c- Eski tarihli nüsha,

d- Müellif hattı (Müellif yazısı) olan nüsha (esas nüsha),

e- Müellifin söyleyerek yazdırdığı nüsha (müellif nüshası),

f- Müellife okunarak kontrol edilmiş ve düzeltilmiş nüsha (sima’ kaydı olan nüsha),

g- Müellif müsveddesinden tebyiz edilmiş (temize çekilmiş) nüsha,

h- Müellif nüshası ile karşılaştırılmış nüsha (mukabele kaydı olan nüsha),

i- Müellif nüshasından istinsah edilen nüsha,

j- Müellifin yaşadığı devirde istinsah edilmiş olan nüsha,

k-Müellifin yaşadığı devre en yakın bir tarihte intinsah edilmiş olan nüsha,

l- Mevcut nüshalar içinde tamam olan nüsha,

m- Sanat değeri taşıyan nüsha (yazı, tezhip, minyatür ve cilt bakımından),

n-El yazma esere sahip olan kişi hakkındaki kayıt (temellük kaydını taşıyan nüsha),

o-Yazmanın önemli bir kişi adına (padişah, sultan, devlet adamı) veya kütüphanesi için yazılmış olması.

Bunlar, yazma eserlerin değerini arttıran ve onların değerlendirilmesinde göz önünde tutulması gereken özelliklerdir.

 

3.Telif Metodları:

Yazma eselerde, eseri yazan kimse müellif (yazar)'dır. Bir de bu eseri kâğıt üzerine geçiren, yazan kişi; müstensih (hattat) vardır. Müellif, eseri telif eder, müstensih bundan veya daha sonra meydana gelmiş olan çeşitli nüshaları birinden istinsah (kopya) ederek çoğaltır. Bunun sonucu olarak yazma eserin meydana getirilmesinde emeği olan müellif ve müstensihe karşılık, iki türlü de tarih vardır ki biri eserin müellifi tarafından telif edildiği (yazıldığı) telif tarihi, diğeri ise, müstensih tarafından istinsah (kopya) edildiği istinsah tarihidir. Yazmaların bibliyografik künyelerinde bu iki tarihin de tesbiti gerekir.

Yazma eserlerin ilk nüshası "müellif nüshası"dır ki bu da iki şekilde olabilir:

a)Müellif hattı: Müellifin, eserini kendi el yazısı ile yazmasıdır.


b)
Müellif diktesi: Müellifin, eserini bir kimseye söyleyerek yazdırmasıdır. Bu, müellif nüshasıdır fakat müellif yazısı değildir.


Kütüphanelerimizde bulunan yazmaların, esas nüsha dediğimiz müellif nüshaları çoğu kere mevcut olmayabilir. Aslı kaybolmuş veya elde kopya edilmiş diğer nüshaları kalmış olabilir. Öte yandan bazı yazmaların nüshalarının sayısı pek çok olduğu halde bazıları tek, bazıları ise nadir, yani sadece birkaç tanedir. Ancak, bu durum hiçbir zaman kesin olarak söylenemez. Zira hiç ümit edilmeyen bir zamanda, umulmayan bir yerde yeni bir nüsha ortaya çıkabilir. Bu bakımdan “bilinen tek nüsha” veya “bilinen nadir nüshalardan biridir” demek daha doğru olur.


İstinsah tarihi bulunmayan yazmalarda kâğıdın cinsi, yazı çeşidi, mürekkebi, tezhip tarzı, minyatürü ve cildi yazmanın devrinin tayininde en büyük yardımcıdır. Ancak, bunlara dayanarak kitabın yazıldığı dönemi belirlerken çok dikkatli olmak gerekir. Çünkü eldeki kitabın cildi daha sonra yapılmış olabileceği gibi, daha eski bir devirde yapılmış olan bir cilt daha sonra yazılmış olan bu esere geçirilmiş olabilir. Bunun gibi, eser sonradan tezhiblenmiş veya minyatürleri daha sonra yapılmış olabilir. Bazı yazmalarda tezhip veya minyatür için ayrılmış boşluklara rastlanması bu durumu açıklar; bunlar için yer ayrıldığı halde sonradan yapılmış ve yerleri boş kalmış olabilir. Bizi bu kanıya götüren özelliklerin tanınması da çok eser görmek ve birbiri ile karşılaştırarak çeşitli devirlerin karakterlerinin çok iyi olarak öğrenilmesine bağlıdır. Yanıltıcı olmaması için çok iyi bilinmeyen hususlarda kesin sonuçlar çıkarmadan bu durumları belirtmek daha doğru olur.

 

4.Yazma Eser Türleri:

a.Cönk (Dana dili - beyazî): Enine açılan kitaplara bu isim verilir. Genellikle halk şairlerinin şiirlerinden, kısa hikâyelerden ve dualardan oluşan mecmualardır.

b.Fevâid: Yazmaların aralarındaki ve sonlarındaki boş yapraklarında, zahriyelerinde, sayfa kenarlarında bulunan not şeklindeki faydalı bilgilerdir.

c.Hamiş: Mektubun altına ilave edilen yazı.

d.Haşiye: Genellikle bir kitabın sayfa kenarlarına veya satır aralarına yazılan ve eseri açıklayan veya ek notlar şeklinde yazılan yazılardır. Haşiye yapana “muhaşşi” denir. Haşiyeler bazı hallerde metinden ayrı bir eser şeklinde olabilir. Fişte kimin hangi eserine haşiye olduğu not bölümünde kaydedilir. Metnin adına göre isim almış haşiye örneği : "Haşiye alâ Camiü's-sahih", Yeni isim almış haşiye örneği : "Fütuhü'l-Ğayb".

e.Külliyât: Aynı yazarın eserlerini bir cilt içinde toplayan kitaplardır. Külliyât içinde toplanmış olan eserler, mecmuatü'r-resail içindeki risaleler gibi ayrı ayrı fişlenirler. Yer numaraları ve yapraklarının tesbitinde mecmuatü'r-resail'deki kurallar uygulanır.

f.Mecmuatü'r-resâil: Şark yazmalarında rastlanan diğer bir şekil de “Mecmuatü'r-resâil” denilen “Risâleler Mecmuası”dır. Bir cilt içinde çeşitli eserler bulunan kitaplara denir. Bu eserler bir arada ciltlenerek veya birbiri arkasına kopya edilerek mecmuatü'r-resail meydana getirilir. Ayrı birer müellifi, kitap adı, konusu, hamdele, salvele, dibace ve hatimesi, istinsah kaydı bulunan risaleler müstakil bir kitap gibi işlem görürler ve her birinin bibliyografik künyeleri ayrı ayrı tesbit edilir. Risalelerin yer numaraları, içinde bulunduğu cildin yer numarasıdır. Mecmuatü'r-resail içindeki risaleler ayrıca bir yer numarası alır ve bu numara, cildin yer numarasından sonra payda ile gösterilir: 1/1, 1/2, 1/8 gibi.

 

Mecmuatü'r-resâiller baştan sona kadar devam eden bir yaprak numarası alırlar. Ancak her risâle ayrı yaprak numarası almaz. Her risâlenin yaprak numarası o cilt içinde bulunduğu yapraklara göre, yaprakların (a) ve (b) yüzleri de belirtilerek gösterilir:

1. risale 1b - 43a

2. risale 43b - 87b

3. risale 221a - 298b gibi.

 

Batı ülkelerinde yaprağın (a) yüzü için recto (r), (b) yüzü için verso (v) terimleri kullanılır. Kitaba konulan yaprak numaralarında (a) ve (b) yüzleri yazılmaz sadece yaprak sayısı 1, 2, 3... yazılır. Ancak mecmuatü'r-resâil ve külliyâtlar içindeki eserlerin o kitap içinde bulunduğu yapraklar belirtilirken, (a) ve (b) yüzleri de tesbit ve katalog fişlerine kaydedilir. Bir de yazmalardan faydalanılarak yapılan yayınlarda kaynak verilirken tam sayfayı belirtmek için (a) ve (b) yüzleri ile gösterilirler.

g.Muhtasar: Bir eserin kısaltılmış şeklidir.

h.Murakka'a: Muhtelif yazı örneklerini içeren kitaplardır.

i.Müsvedde: Bir yazarın karalama halindeki notlarını oluşturan kitaplardır.

j.Sefine: Türkçe “gemi” anlamına gelen ve çoğu kere birbiriyle ilgisi olmayan, büyük küçük hacimli eserleri bir araya toplayan kitaplardır.

k.Sevad: Notlardan, hat örneklerinden ve orijinalinden kopya edilmiş derlemelerdir.

l.Şerh: Bir eserin metnini açarak, açıklayarak meydana getirilen eserlere şerh, bu eserin müellifine de “şârih” denir. Şerhler genellikle metin ile bir arada bulunur. Metinden bir kısım alınır, altında onun şerhi (açıklaması) yapılır. Şerhler çoğu zaman esas metnin adını da içine alan isimler taşırlar. "Şerh-i Fususü'l-hikem", "Şerh-i Gülistan" gibi. Kataloglamada şerhin, kimin, hangi eserinin şerhi olduğu, fişin not bölümünde belirtilir.

m.Şukka: Küçük kâğıt parçalarına yazılarak kitaba iliştirilmiş notlardır. Bu notlar, tarih, edebiyat ve sanat bakımından önemli olabilirler. Bunların da sayfalarının (a) ve (b) yüzleri gösterilerek tesbit edilmesi yararlıdır.

n.Talika (Talikât): Bir kitabın bazı yerlerini açıklayıp, aydınlatmak amacıyla o kitabın kenarına veya ayrı bir risâle halinde yazılan düşünceler, fikirler, yorumlardır. Talik yazana “talikacı, talikatçı” denir. İbnü'l-Münir, Nasireddin Ahmed bin Muhammed el-İskenderî'nin "el-İntisaf" adlı eseri Zemahşeri'nin "el-Keşşaf an hakaiki't-tenzil" adlı eserine bir talikadır.

o.Tefsir: Kur'ân-ı Kerîm'in açıklamasıdır. Tefsir yapana “müfessir” denir. Tam tefsir Kur'ân-ı Kerîm'in tamamının veya bir kısmının açıklaması olabilir; o zaman hangi sûreden hangi sûreye (hatta o sûrenin kaçıncı âyetinden kaçıncı âyetine) kadar tefsiri olduğu tesbit edilir. Bazı cüz, sûre ve âyetlerin tefsiri de olabilir. O zaman da hangi cüz, hangi sûre veya âyetin tefsiri olduğu tesbit edilir ve bunlar katalog fişinde "not" bölümünde belirtilir. Kur'ân-ı Kerîm, 30 cüz; her cüz 20 sayfa; 114 sûre ve 6666 âyettir. Cüz ve hizibler sayfa kenarlarında “cüz” ve “hizib gülü” denilen şekillerle belirtilir. Her cüz 4 hizibdir. Sûreler, sûre adının da kaydedildiği başlıklarla birbirinden ayrılır. Âyetler ise her sûre içinde 1'den başlayarak, içinde âyet sayısını da veren küçük yuvarlak işaretlerle belirtilmiştir. Bazı Kur'ân-ı Kerîm'lerde âyet sayısı verilmemiştir.

p.Telhis: Bir eseri hulâsa ederek, kısaltarak, özetleyerek meydana getirilen esere “telhis”; telhis yapana “telhisci, telhisâtcı” denir.

r.Te’lif eser: Herhangi bir konuda te’lif edilen, yazılan eserlerdir. Te’lif eden (yazan) kişiye “müellif”, te’lif edilen eserlere de “müellefat” denir. Şark yazmalarında bir eseri ilâvelerle genişleten, açıklayan, kısaltan kişiler (şârih, muhaşşi, talika ve telhis sahipleri) de müellif sayılırlar ve kataloglamada bunlar için de müellif gibi işlem yapılır.

s.Tercüme eserler: Bir dilde yazılan bir eserin başka dile çevrilmesi ile meydana getirilen eserlerdir. Tercüme edene “mütercim” (çeviren), tercüme edilmiş eserlere de “mütercem” denir. Tercüme eserlerde mütercimlerin durumu tercüme edilen esere göre tesbit edilir.

t.Zeyl: Bir eserin konusunu devam ettiren ve onu tamamlayan eserlerdir. Genellikle tarih, biyografi ve bibliyografya eserlerinde zeyller çoktur. Zeyli meydana getirene “zeyl yapan” veya “zeylci” denir. Çoğunlukla başka kişi tarafından yapılan zeyller bazı hallerde de eseri yazan müellif tarafından veya bir eser için birkaç zeyl de yapılmış olabilir. Nev'i-zâde Ataî'nin "Hadaikü'l-hakaik...." adlı eseri Taşköprüzade'nin "Şakaikü'n-numaniye..." adlı biyografik eserinin zeylidir ve bu esere sonradan birçok zeyl yapılmıştır.

5.Tasnif ve Kataloglama:

Kitap, belli bir kişi tarafından belli bir isimle, belli bir konu üzerinde yazılan eserdir. Bu eserin tasnif kurallarına göre, bir mukaddime, bablara ayrılan ana kısım ve hatimeden oluşması gerekir. Ancak bazı kitaplarda bu unsurlardan bir kısmı bulunmayabilir. Kur'ân'la başlayan yazılı İslâm literatürü asırlar boyu devam eden İslâm âlimlerinin çabalarıyla muazzam bir yazılı edebiyat haline gelmiştir. İslâm medeniyetinde modern ilmin ortaya çıkmasına kadar mevcut olan ve toplumun ihtiyaç duyduğu her ilim sahasında kitap yazılmıştır.

Konularında kitap yazılan bu ilimleri kısaca şöyle tasnif edebiliriz:

a.Din ilimleri: Tefsir, kıraat, tecvid, usul-i tefsir, hadis, icâzet, şemâil, akaid (kelâm), fıkıh, usul-i fıkıh, ferâiz, âdab-ı şer'iye, zühd-tasavvuf, mevâiz, dinî ahlâk, havas, ediye.

b.Dil ilimleri: Hat, sarf, nahiv, lugat.

c.Edebiyat: Şiir, şiir tenkidi, aruz, kafiye, edeb, belagat, meâni, inşa sanat, atasözleri, folklor, masal, destan.

d.Tarih: Siyasi-askeri tarih, medeniyet tarihi, siyer, megazi, ensab, biyografi-tabakat, menâkıb, ilim tarihi, münşeat, dinler tarihi.

e.Coğrafya.

f.Felsefe: İlâhiyat, mantık, cedel, siyaset, ahlâk.

g.Riyâziyat: Hesap, cebir, mesaha, hendese, vefk, astronomi, astroloji, mikat, musîki, mevazin-mekayil, meteoroloji.

h.Fizik: Hey'et, optik, ilmü'l-ahcar ve'l-meâdin, cerrü'l - eskal, fenn-i harb.

ı.Kimya: Simya, çeşitli el sanatlarına dair kitaplar.

i.Tıp: Genel tıp, cerrahi, baytarlık, bah.

j. Zooloji: Hayvanat, baznameler.

k.Botanik: Filaha, nebat

l.Sihir

m.Rüya tâbiri

n.Ansiklopedik eserler, fihristler.

 

Bu ilimlerin hepsinde yazma eserler bulmak mümkündür. İslâm âlimleri tarafından fihristleme metodu bilinmekle beraber, modern manada yazma katalogu çalışmaları Batı'da başlamış, Müslüman âlimleri bu konudaki çalışmaları onlardan öğrenmişlerdir. XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Müslüman ülkelerinde çok sayıda yazmalar katalogu hazırlanmıştır.

 

Yazma kitapların tasnifi ve kataloglarının yapılması geniş kültür ve bilgi birikimi isteyen bir iş, önemli derecede tecrübe, dil bilgisi, genel kültür isteyen bir konudur. Sadece dil ve genel kültür bu konuda yeterli değildir. Bir yazmanın tanıtımında bazı hususlar vardır ki, bunlar tecrübe, bilgi birikimi ve sezgiyle ortaya çıkar.

 

Tesbit fişi hazırlanması

Bugün kütüphanelerimizde bulunan yazmaların; Arap harfleriyle yazılmış olması, eserlerin bir çoğunun devrin ilim dili olan Arapça; bir kısmının da edebiyat dili olan Farsça ve içinde bu dillerden pek çok kelime bulunan Osmanlıca ile yazılmış olması, bu eserlerin tasnif ve kataloglanmasında bir çok güçlükler ortaya çıkarmaktadır. Diğer taraftan çeşitli yazılarla (nesih, ta'lik, rık'a, sülüs, divanî, kûfi, reyhanî, muhakkak, siyakat vb. gibi) yazılmış olan yazmaların okunuşları da güçlük yaratmaktadır. Ayrıca yazma eserlerin bibliyografik künyelerinin tesbitinin, basma eserlerden farklı ve bazen uzun bir çalışmayı gerektirecek şekilde olması da çok önemlidir.

 

Yazma Eserlerin Korunması, Bakımı ve Temizliği

Geçmişte de bu yazılı kaynaklara çok önem verilmiştir. Osmanlı Devleti'nde arşiv fikri çok eskilere dayanır. Osmanlılar kurdukları arşiv teşkilatına "Hazine-i Evrak" adını vermişlerdir. Çünkü arşiv belgeleri ve yazma eserler, geçmiş ile bugün, bugün ile gelecek arasında bağlantı kuran en değerli hazineler olup, devletlerin varlıklarının hafızalarıdır.

 

Son yıllarda el yazmalarına verilen önem sonucunda bunların onarım ve bakımları için Kütüphaneler Genel Müdürlüğü tarafından İstanbul'da bulunan Ziver Bey Konağı'nda "İstanbul Yazma ve Nadir Eserler Patoloji ve Restorasyon Araştırma Merkezi" açılmıştır. Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi işbirliğinde çalışacak "Konya Yazma ve Nadir Eserler Restorasyon Araştırma Merkezi" de hizmete sunulmuştur.

Başta İtalya, Fransa, Almanya ve A.B.D. olmak üzere birçok ülke bu değerli kültür varlıklarını korumak amacıyla "Patoloji ve Restorasyon Merkezleri" kurmuşlar ve arşiv merkezleriyle ilgili her türlü işlemleri "Konservasyon" ve "Konsültasyon" olmak üzere iki aşamada ele almışlardır.

 

1.Konservasyon:

Arşiv belgelerinin fizikî, kimyevî, biyolojik, mekanik ve bunlar dışında kalan çeşitli tahrip unsurlarıyla bozulup ana özelliklerini kaybetmesini önlemek ve belli şartlarda korunmasını sağlamak amacıyla yapılan çalışmalardır.

 

2.Konsültasyon:

Arşiv belgesi ve elyazması malzemeyi belli mevzuat çerçevesinde hakikî ve hükmî şahısların, devletin ilim ve kültürünün hizmetinde istifadeye sunulması işlemleridir.

 

3.Patoloji ve Restorasyon Merkezleri:

Kitapların uygun bir ortamda korunması için patoloji ve restorasyon merkezlerine ihtiyaç vardır. Patoloji ve restorasyon merkezleri için gerekli araçların en önemlileri: Bakteri koloni sayıcısı, Bakteriyolojik etüv, Bi-distile su cihazı, Blender, Buhar sterilizatörü (otoklav), Destile su cihazı, Dijital masa ve arazi tipi Ph metre, Dijitil Ph metre, Hassas terazi, Kuru hava sterilizatörü, Kurutma dolabı, Kurutma rafları, Kül fırını, Nem giderme cihazı, Nem verici cihaz, Su banyosu, Otomatik titrasyon, Vakumlu masa, Yıkama ve dezasidifikasyon küvetleri, Trinoküler mikroskop, Trinoküler tip stereo zoom mikroskop, Uv-visible spektrofotometre olarak sayılabilir.

 

4.Depolar:

Yazma eserlerin temiz, havadar, güneş ışınlarından uzak, rutubetsiz yerlerde saklanması gerekir. Kitap depolarında yangından korunma konusunda gerekli önlemler alınmalı, elektrik donanımları dikkatli yapılmalı, sigorta ve şartelleri ayrı olmalı ve akşamları kapatılmalıdır. Zaman zaman kontrol edilmesi gereken elektrik tesisatına ekler yaparak, kordonlarla cereyan nakledilmesi son derece tehlikelidir.

 

Depolar, yağışlı ve rutubetli olmayan açık ve kuru havalarda pencereler açılarak sık sık havalandırılmalıdır. Kitapların ve özellikle Arap harfli basmalar ve yazmaların bulunduğu depoların rutubet ve sıcaklık derecelerinin kitap sağlığı bakımından elverişli olması gerekir. Ortalama olarak ısının 18-20 °C, nemin % 50-60 arasında olması gerekir.

 

Depolarda güneş ışınlarının kitaplara doğrudan gelmesi sakıncalıdır. Kitap depolarının temizliği, sorumlu memurun kontrolü altında çok dikkatle ve kitaplara zarar vermeyecek bir şekilde yapılmalıdır. Son yıllarda kitap depolarında, ahşap raflar yerine metal raflar tercih edilmekte ve kullanılmaktadır. Bu raflar daha az toz tutmakta, kolay temizlenmekte ve böceklerin üremesine engel olmaktadırlar. Kitap böcekleri, havasız, tozlu ve rutubetli yerlerde bulunan yazmalarda üreyip çoğaldıkları için kitap temizliğine çok önem verilmesi, kitapların her yıl yerlerinden çıkarılarak havadar ve güneşsiz yerlerde dikkatle temizlenmesi gerekir.

 

Kitaplar raflara ne çok sıkışık ne de bol olarak yerleştirilmeli ve üst üste de konulmamalıdır. Kitaplar raflara dik olarak, sırtı dışarı gelerek yan yana rahatça alınıp koyulabilecek şekilde yerleştirilmelidir. Ayrıca kitapların rafın ön kenarına da yerleştirilmeleri de önde toz birikimini önleyeceğinden ve arka tarafta kalan boşluktan havalanmaları sağlanacağından daha faydalıdır.

 

Yazma eserler temizlenirken onarıma muhtaç olan kitaplar seçilmeli, tezhip, minyatür bulunan sayfalar arasına ince pelür kâğıdı konulmalıdır. Temizlik sırasında böcekli kitaplara rastlanırsa, bunlar temizlendikten sonra bir süre ayrı bir yerde saklanıp kontrol edilmeli ve temizlendiğinden emin olduktan sonra esas yerine konulmalıdır.

Yazma eserlere damga (kütüphane adı, kaşesi ile kitap kayıt damgası) basarken çok dikkat etmeli, ön ve arka sayfasında yazı, tezhip veya minyatür bulunan sayfalara damga basılmamalıdır. Çünkü damganın mürekkebi zamanla yazıyı, tezhibi ve minyatürü bozar.

 


 
ISTANBUL
 
 
 
 
 
Bugün 65 ziyaretçi (84 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol