Misçilik

Misçilik

 

Sözlüklere göre “mis”, “güzel koku”, “tertemiz” demek. Misçilik, diğer adıyla esansçılık ise, üstten iki kapaklı dört tarafı cam bir ahşap kutu içinde, küçük şişelerde esans satma işidir.

Kokunun Tarihi

Koku kullanımı insanlık tarihi kadar eskiye dayanmaktadır. Menşeinin ise Mezopotamya, Mısır ve Çin olduğu yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkmıştır. Mezarlarda bulunan esans şişeleri bunun kanıtıdır. 5000 yıl önce Mısırlıların ölülerini mumyalarken kokulu yağlar ve çeşitli kokulu kremleri kullandıklarını, ölülerini gömerken yanlarına koydukları koku şişelerinin kazılarda ortaya çıkmasından bilmekteyiz.

Yine kaynaklardan Mısırlıların, günlük yaşamlarında “kyphi” adını verdikleri, şarap, pirinç, mersin çiçeği, safran, katır tırnağı, bal ve ardıç özlerinden oluşan bir karışımı kullandıklarını öğreniyoruz. XI. yy’da yaşayan İbn-i Sina’nın damıtma yoluyla gül suyunu ve asıl önemlisi de koku verici esansiyel yağı çıkarması, Batı’daki konuyla ilgili araştırmaları da tetiklemiştir. Haçlı seferleri ve Doğu ile yapılan ticaret sonrasında Doğu’dan Batı’ya koku kullanımı yaygınlaşmıştır.

Parfüm ise; Latince per-fume “dumandan çıkan” anlamındaki sözcükten gelmedir. Ancak modern esans XIV. yy’da Macarlar tarafından bulunmuştur. Saraylardaki asilzadeler ve zenginler arasında büyük rağbet gören koku kullanımı, bir bakıma esans ticaretinin ve üretiminin temelini oluşturmuştur. Avrupa’nın birçok yerinde Doğu’dan getirilen güzel kokulu çiçek ve bitkilerin ekiminin hızla yayılması ile birlikte bu bitkilerden elde edilen hoş kokulu uçucu yağların parfüm sektöründe kullanımı ile özellikle Fransa, parfüm üretiminin dünyadaki merkezi konumuna gelmiştir. Ortaçağ’da Avrupa’nın birçok ülkesinde, tuvalette temizlenme ve yıkanma kültürü olmadığından, pis kokuları bastırmak için parfüm kullanımı hızla yayılmıştır.

Ülkemizde uçucu yağ üretimi XIX. yy’da başlamış ve gül deyince aklımıza gelen Isparta ilimizde güllerden elde edilen gül yağı, sabun ve kozmetik sektöründe kullanılmaktadır. Ayrıca Isparta gül yağı kalitesi ile dünyada aranan ürün olma özelliği taşımaktadır.

Her anne çocuğunu mutlaka güzel kokulu sabunlarla yıkamak istemiştir. Güzel kokulu sabun olmasa da banyodan sonra her anne “benim yavrum misler gibi kokuyor” diye çocuğunu öpüp koklamaz mı? Koku, duygu dünyamızı etkileyen en önemli öğelerdendir. Örneğin yağmur sonrası duyulan toprak kokusu, yeni açmış çiçek kokusu, ot, yaprak ve yeşillik kokusu, bu kokular içimize, huzur, mutluluk ve rahatlık duygusu verirler. Yıkanan çamaşırlardaki temizlik kokusunu duymayanımız yoktur sanırım. Kokan bir şeyi burnumuza götürür, iyi olup olmadığını koklayarak anlarız. Kötü kokuyorsa burnumuzu elimizle sıkıp kapatırız. Daha kötü kokularda ise “burnumun direği kırıldı” diye yakınırız. Güzel kokuyu ise ciğerlerimizin en ücra köşesine kadar çekip “mis gibi kokuyor” deriz. Her ne kadar kokuyu burnumuzla alıyor isek de uzmanlara göre gerçekte bu işlem, sinirler vasıtasıyla beyinde oluşmaktadır. Kokunun etrafa yayılması ise ortamın ısısına bağlı olarak artar veya azalır. Yüksek sıcaklıkta buharlaşma daha çok olacağından kokunun etrafa yayılması da o kadar hızlı ve yoğun olacaktır.

Genellikle köy kahvelerinde, kasaba ve şehirlerin pazar yerlerinde, cami yakınlarında, özellikle namaz vaktine yakın rastlardık esansçılara. Esanslarının iyi olduğunu anlatmak için bedava esans koklatırlardı. Esans sandıkları ise sağlam ağaçtan yapılırdı. Yüksekliği 17 cm. derinliği de 24 cm. olup boyu ise 38 cm.dir. Tutamağı kutunun üstünde olup iki kapağın tam ortasındadır. Kapakların menteşeleri ortadaki tutamağın yanlarındadır. Kuşların kanatları gibi kapaklar yanlardan yukarıya doğru açılırlar. Küçücük esans sandıklarının tertemiz camları güneş ışığında parlayarak göz kamaştırırdı. Sandıkları onlar için sanki mücevher kutularıydı. Bunu müşteriye de hissettirirlerdi. Sık sık ellerindeki bezle sandıklarının camlarını silerlerdi. Bir meraklının bakıp da esans almadan gitmesi genelde görülmüş şey değildi. Bir müşteri geldi mi, onun yanına merak eden bir diğeri ve başkaları da gelir toplanırlardı. Esansçı, alüminyum esans şişelerinden birini çıkartır, gayet itinayla şişenin mantarını açar ve bir miktar esansı cam enjektörüne çekerdi. Çektiği esansı şişeye boşaltır ve alüminyum şişenin mantarını yine büyük bir maharet isteyen bir işmiş gibi kapatırdı. Sonra da enjektör içinde kalan esans bulaşığını etrafına toplanan kişilerin ellerine, ceketlerinin yakalarına ya da yaka arkalarına püskürtürdü. Onlar da bu durumdan gayet memnun olurlardı. Gidecekleri yere bedavadan güzel kokular içinde gitmeyi kim istemez ki?

Bu kokuyu beğenmediniz mi, hemen diğer esansın kapağı açılarak aynı işleme bıkmadan devam edilirdi. Esans değmemiş diğer elinizin üzerine esans kapağını dokundurur, koklarsınız, beğenmediniz, diğer esans çeşitleri devreye sokulurdu. Bu kadar ikram karşısında esans almadan giden de az olurdu hani. Esansçının bir gramlık renkli cam şişeleri olurdu. Diyelim kokuların birinden almak istiyorsunuz. Hemen bir gramlık renkli küçücük şişelerden birini beğenmenizi ister. Daha sonra esans dolu alüminyum şişesinden enjektörle esans çekilir ve şişeye doldurulup verilirdi.

Esansçılığın dev bir sektöre dönüştüğü günümüzde, eski tip esanslara ve esansçılara çok az rastlanmaktadır. Bugün hemen her eve giren parfüm ve deodorantlar günlük hayatımızın koşuşturmaları içinde çevremize birazcık olsun hoş koku yaymamızı sağlıyorlar. Kullanımları ve bulunmaları artık çok kolay olan esanslar her markette ve mağazada, deodorantlar ve parfümler olarak ayrı bir bölümde göz alıcı ambalajları içinde tüketicinin hizmetine sunulmaktadır. Tüketim toplumuna dönüştüğümüz XXI. yy’da aile bütçelerinin önemli bir bölümü bu tür harcamalar için ayrılmaktadır.

Üzerlik otu tohumu

Gaziantep’te 1950’lerde ısınmak için evlere tandır kurulurdu. Tandır, Güneydoğu’da harp yıllarından kalma ekonomik bir ısınma aracıdır. Tandırın bir masası ve üzerine örtülen bir yorganı vardır. Masanın içine de üstü küllenmiş kömür ateşi olan mangal yerleştirilir. Tandırın etrafına toplanan aile fertleri ayaklarını tandırın içine sokar ve tandır yorganını da göğüs hizasına kadar çekerlerdi. Soğuk kış günlerinde ısınmanın verdiği rahatlıktan olsa gerek tandırın içine bazıları pis koku bırakırdı. Menşei belli olmayan bu kokuyu gidermek için, yorgan açılır ve mangalın üzerine genellikle her evde bulunan “üzerlik otu tohumu” atılarak tütsü yapılırdı. Üzerlik otu tohumu çıtırdayarak alevsiz yanar ve odaya hoş bir koku bırakırdı.

Hacı yağı

Genellikle Hacc’a giden insanlarımız gelirken yakınlarına vermek üzere hatıra olarak tesbih, zemzem suyu ve esans getirirlerdi. Bu esansa halkımız “hacı yağı” adını koymuştur. Hacı yağının, kendine has formu olan pirinçten veya gümüşten özel kutuları vardı. Bu özel kutuların içinde keçe veya pamuk bulunurdu. Sıvı haldeki hacı yağı bu kutuya dökülür, kutunun içindeki keçe veya pamuğa parmağın ucu değdirilir ve kulak arkasına, bıyığa ve boyun altına sürülürdü. Ayrıca hacı yağı vücuda direkt olarak sıvı halde sürülmezdi. Yoğunluğundan dolayı çok ağır kokardı. Hacı yağının, sürüldüğü yerden kolay kolay çıkmadığı bilinmektedir.

 

Kaynak
http://www.unutulmussanatlar.com

 
ISTANBUL
 
 
 
 
 
Bugün 15 ziyaretçi (33 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol