Çini

Çini
Anadolu uygarlığını tarihi form ve inceliklerle kültürel bir miras gibi evlerimize kadar taşıyan Türk Çini Sanatı, vatanı olarak kabul edilen Kütahya ve İznik topraklarında asırlık bir geçmişe sahiptir.
Geleneksel Türk sanatlarından olan çini, genellikle mimari yapıların, cami, köşk, saray, çeşme, türbe ve benzeri yapıların iç ve dış süslemelerinde kullanılmış bir seramik ürünüdür. Çinilerimiz tür olarak ikiye ayrılır:
  1. Duvar çinileri, Batılıların “Tile-Art” dedikleri bu türe eskilerimiz “Kâşî” demişlerdir.
  2. “Evani” denilen bu tür tabak, vazo, kupa, kâse, sürahi, bardak ve benzeri seramik ürünlerinden oluşmaktadır. Bu türe halen “kullanma seramikleri” demekteyiz.
 
Türkler çok eski zamanlardan beri, binalarını, çinilerle süslemeyi tercih ediyorlardı. Özellikle İslâmiyet’i kabul eden İlk Müslüman Türk Devletini kuran Karahanlılar (955) Devleti döneminde mabetlerini çinilerle süslemeye başlamışlardı. Dönemine ait yapılarda görülmeye başlayan çini süsleme geleneği, Türk çini sanatının bin yılı aşkın bir geçmişe sahip olduğunu göstermektedir. Bu tercih Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçukluları zamanında gelenek halini almış ve daha sonraları Osmanlılar döneminde de devam etmiştir. Selçuklular, egemenlikleri altına aldıkları yerlerde inşa ettikleri pek çok cami, medrese, kervansaray, saray, türbe ve benzeri eserleri çinilerle bezemişlerdir.

Selçuklu çinilerinin özelliklerinden kısaca bahsetmemiz gerekirse, bunların kare veya dikdörtgen, altıgen şekillerinde olduklarını ve bir yüzlerinin, mavi, lacivert, toprak sarısı, turkuaz, siyah, kahverengi gibi sırla karıştırılmış renklerle boyanıp pişirilmiş olduklarını ve alçı veya horasan harç üzerine aplike edilmiş, mozaik şeklinde yapılmış süslemeler olduklarını söyleyebiliriz. Zamanla geliştirilen bu mozaik tekniğine kûfi tarzı yazılar ve Rûmî motifler de katılmıştır. Tarihi dönemlerde gelişme gösteren Türk çini sanatı 16. yüzyılda İznik ve Kütahya çinileri ile zirveye ulaşmıştır. Özellikle antik çağlarda Kotiaeion olarak anılan Kütahya şehrinde arkeolojik kazı ve araştırmalar sonucunda çok eski zamandan bu yana Kütahya’da seramik üretiminin yapıldığı kanıtlanmıştır.

Türk çini sanatında yeni tekniklere geçme, form ve sanat zevkini ve yetkinliğini bozmadan geri götürmeden sürekli artan isteği daha kısa sürede karşılayacak yeni üretim teknikleri ve imkânlarının araştırılması ve bunların uygulanması ile mümkün olmuştur.
 
Uygulama teknikleri sırası ile
1- Mozaik çini tekniği: Türk çini sanatında yaygın olarak kullanılan en eski teknik olan bu tekniğin kaynağını sırlı tuğla süslemenin aldığı söylenebilir. Mozaik çini tekniği 13.yy da Anadolu Selçuklu çini sanatına kişiliğini kazandıran ve Osmanlı döneminin varlığını 15.yy’ın sonuna kadar sürdüren bir çini tekniği olmuştur.
2- Ana teknik özelliği süslemenin, süsleme örneğinin doğrudan çinkolu saydam olmayan renkli sır ile yapılmasıdır. Bu teknikte levha üzerinde renkli sır ile boyama söz konusudur, renkli sır tekniğinde levha üzerinde süsleme örneğinde krom oksit bir bileşimle tekrar çizilmiş, kontur olarak verilmiş bu şekilde fırınlanan renkler birbiri içine akması önlenmiştir.
3- Sır altına boyama: 13.yy.da Anadolu Selçuklu’da kullanıldığı gibi, 16.yy’ın ikinci yarısında Osmanlı’da gelişmesini tamamlayan bir çini tekniğidir.
4- Perdah tekniği: Bir sır üstü tekniğidir. Beyaz astarlı renksiz saydam sırlı levhalar üzerine altın ve gümüş tozları ile süsleme yapılmakta ve fırınlanmaktadır.
İlk Osmanlı Dönemi olarak adlandırılan döneme ait çiniler, İznik Yeşil Cami minaresinde(1390), Bursa Yeşil Cami ve Türbesi’nde (1421), Bursa Muradiye Camii’nde (1426), Edirne Muradiye Camii’nde (1433), İstanbul Mahmut Paşa Türbesi’nde (1463), Çinili Köşk’te (1472), ve Edirne’de Şah Melek Paşa Camilerinde görülmektedir. Bunlar genellikle mozaik veya sırlı boya tekniği ile üretilmiş çinilerdir. Bu dönemlerde, lacivert, mavi, turkuvaz, siyah, sarı gibi renkler ve Rûmî, kûfi yazı, geometrik şekiller ve bitkisel kökenli stilize edilmiş motifler kullanılmıştır.
Takip eden dönem, bir geçiş dönemi olarak adlandırılabilir. Fatih Devri’nin Nakkaşbaşısı Baba Nakkaş, kullanma seramiklerinin gelişiminde büyük rol oynamıştır. Yavuz Sultan Selim zamanında sınırları genişleyen devletin diğer bölgelerinden İstanbul’a getirilen sanatçılar da bu sanata önemli katkılar sağlamıştır. İstanbul’da Yavuz Sultan Selim Camii ve Türbesi (1522), Şehzadeler Türbesi (1525), Haseki Medresesi (1539), Şehzade Mehmet Türbesi (1543), Topkapı’da Kara Ahmet Paşa Camii (1551), gibi mimari eserlerde kullanılan çiniler bu dönemin eserleridir. Sırlı boya tekniği ile üretilmiş olan bu çinilerde; Rûmîler, bulutlar, hatâi tarzında bitkisel kökenli motifler, fıstık yeşili, sarı, mavi, turkuvaz, lacivert ve kiremidî renkler kullanılmıştır. Sarı renk, üzerine altın varak yapıştırılmak üzere astar olarak düşünülmüştür.
Bu dönemde gerek kalite ve gerekse desen üretiminde değişme ve gelişmeler olmuştur. Türkler, mozaik ve kuru kenarlar tekniklerini terk etmiş, sır altı boya ve sır tekniğini geliştirmiştir. Bunun yanı sıra Saray nakışhanesinde yeni motifler geliştirilmeye ve üretilmeye başlanmıştır. Önce İranlı bir ressam olan ve “Şahkulu” diye anılan Veli Can, Saray Başnakkaşlığı’na getirilmiş ve saz yolu desenler üretmeye başlamıştır. İri yapraklarla beraber zümrüd-i anka kuşlarını, güvercin ve papağanları, geyik ve tavşanları, horozları vs. hayvani motifleri çinilerde kullanmaya başlamıştır. Onu takiben öğrencisi ve Saray nakkaşbaşı olan Karamemi de, selvi ve bahar ağaçlarını, asmaları, lâle, gül, sümbül, Manisa lâlesi, susen çiçeği, kantaron çiçeği, zambak, zerrin çiçeği, karanfil çiçeği ve bunların goncalarını süslemede pek az miktarda sadeleştirerek kullanmaya başlamış ve yeniden kullanılmaya başlanan kırmızı, yaprak yeşili, mavi, lacivert, turkuvaz ve ağaç gövdelerindeki kahve renkleriyle çinilerinde bir bahar devri yaşanmıştır.
“Klasik Devir” denilen bu dönem, Silivrikapı’daki İbrahim Paşa Camii’nin (1551) yapımı ile başlar. Bu gelişmenin bir diğer önemli nedeni de Mimar Sinan dönemi olması ve onun yaptığı pek çok yapıda çiniye büyük bir önem vermesidir. Nitekim o dönemin eserlerini sıralamak bu önemin derecesini de gösterir. Süleymaniye (1560), Sultanahmet’de Sokullu Mehmet Paşa (1571), Kasımpaşa’da Piyale Paşa (1573), Eminönü’de Rüstempaşa (1560) Camileri, Topkapı Sarayı’nda Altınyol panoları, III.Murat Kasrı, II. Selim ve III. Murat Türbeleri , Tophane’de Kılıçali Paşa (1580), Üsküdar Toptaşı’nda Eski Valide (1583), Fatih, Çarşamba ve Karagümrük dolaylarındaki Mehmet Ağa, Ramazan Efendi, Edirne Selimiye Camileri ve Topkapı’daki Takkeci İbrahim Ağa ve Kanuni’nin eşi Hürrem Sultan’ın türbeleri dönemin en seçme çinileriyle süslenmiş anıtsal yapılardır.
Sultan Ahmet Camii (1616), Topkapı Sarayı’nda Bağdat ve Revan Köşkleri, Üsküdar’da Çinili Cami, Eminönü’de Hatice Turhan Sultan Türbesi (1682), yine Eminönü’de Yeni Cami (1663) bu dönemde yapılmış ve çinilerle bezenmiş başlıca yapıtlardır.
 
Türk çini sanatının tarihi ilk Müslüman Türk devletlerinden Karahanlılar’a kadar dayanmaktadır. Bu da çini sanatının bin yılı aşkın bir geçmişe sahip olduğunu göstermektedir. Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçukluları çiniyi mimari süslemelerde sıkça kullanmış, Anadolu Selçuklu Devleti’nin dağılmasından sonra çini sanatında Osmanlı Devleti’nin kuruluşuyla yeni bir dönem başlamıştır. XV-XVII yüzyıllar arasında Osmanlı mimarisinde İznik Çinisi önemli bir dekoratif unsur olarak kullanılmış ve büyük bir gelişme göstermiştir. Çini; cami, mescit, medrese, imaret, hamam, saray, köşk, çeşme, sebil, kütüphane gibi çeşitli eserlerde geniş bir kullanma sahası bulmuştur. Türk mimarisinde ve süsleme sanatlarında çininin yeri büyüktür. Binanın ihtişamı ve güzelliği süslemeleri ile önem kazanır. Süsleme unsurları o yapının sanat değerini ve estetik güzelliğini arttırarak kalıcı olmasını sağlar. Kısacası XV., XVI ve XVII. yüzyıllarda yapılan başlıca yapıları süsleyen, desen, renk ve teknik bakımdan eşsiz güzellikteki duvar çinileri hep İznik çini fırınlarından çıktığı gibi birçoğu Avrupa ve Amerika müze ve koleksiyonlarının en değerli eşyaları arasında yer alan göz kamaştırıcı güzellikteki tabak, kâse, fincan, kandil ve maşrapalar da yine İznik fırınlarında yapılmıştır.
 
XVI. yüzyılda İznik çinileri renk, kompozisyon, motif, teknik ve kalite yönünden tüm dünyanın beğenisini kazanmış ve ayrıcalıklı bir üne kavuşmuştur. İznik çinileri müthiş bir ritme ve çeşitliliğe sahiptir. İnanılmaz derecede bol çeşit ve kompozisyonların uygulandığı İznik çinilerinin tam bir desen repertuvarını çıkarmak imkânsızdır. Teknik üstünlüklerinin yan ısıra, İznikli ustaların asıl etkileyici tarafları desen oluşturmadaki yaratıcı güçleridir. 1648 yılında Şam’a giderken İznik’e uğrayan ve İznik’i gezen ünlü seyyah Evliya Çelebi İznik’te büyük bir çarşı ve çini fırınları bulunduğuna işaret eder ve şöyle der: “Burada insanı hayretler içerisinde bırakan bukalemun (çok renkli) nakışlı öyle çiniler işlenir ki, tarifinden dil acizdir.” XVII. yüzyılın sonlarından itibaren İznik çini sanayi ve tekniğinde duraklama dönemi başladı. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu’nda siyasi ve askeri otorite boşluğunun ortaya çıkması ve ekonomik bir krizin yaşanmasına paralel olarak Saray’ın mimari faaliyetleri ve tezyin işleri de azaldı. Dolayısıyla Saray’ın İznik çini yapımcıları üzerindeki himayesi de kayboldu Böylece İznik çini sanatı eski parlak dönemini kaybetti.
 
Türklerde Çini ve Çinicilik
Çinicilik çok eski olup, tarih bakımından Asurlular zamanına varan bir Doğu sanatıdır. Orta Asya’da Turfan, Aşkar ve Koça bölgelerinde yapılan araştırmalarda, nefis Türk çini ve resimlerinin ele geçirilmiş olması, Türlerin çok eski devirlerde, 8. yüzyıldan önce, bu sanat dalında da ne kadar ileri gitmiş olduklarını göstermektedir. Orta Asya’dan itibaren asırlar boyu âbideleşen Müslüman-Türk sanat eserlerinin tezyinatında, güzel sanatların çeşitli dallarından faydalanılmış, bu arada çini ve çinicilik sanatının şaheser örnekleri sergilenmiştir. İlk olarak Türkler, Orta Asya’da çini imal etmişlerdir. Orta Asya’daki Kâşân şehrinden dolayı çiniye “Kâşî” denildiği bilinmektedir. Kâşân şehrinde yapılan kazılarda bulunan fırın artıkları ve parça çiniler gösteriyor ki çini, Türkler tarafından bir sanat olarak değerlendirilmiş ve birbirinden güzel eserler verilmiştir.
 
Orta Asya’daki Hunlar, Karahanlılar, Uygurlar, Gazneliler, çini ve seramik sanatını kitabelerde ve binalarda yapı malzemesi olarak kullanmışlardır. Aralarında ihtilaflar olmasına rağmen Türkler, genellikle aynı sanat anlayışı ve üslup içinde olmuşlardır. Mengücükler, Selçuklular, Eretnaoğulları, Germiyanoğulları, Karamanoğulları ile Ramazanoğulları’na ait eserlerde teknik ve desen bakımından birçok benzerlikler, bunu açıkça meydana koymuştur.

Türk boyları, yapmış oldukları eserlerde, cephe kaplaması olarak, sırlı tuğlayı kullanmışlardır. İslâmiyet öncesi Türk toplulukları içinde, seramik sanatı, Göktürkler’le beraber Kırgız Türkleri’nde de görülmektedir. Kırgız seramikleri madenî kapkacağın taklididir. Bu seramikler üzerindeki çalışmalar, M.S. 1209’da Kırgızlar ile birlikte Moğollar’da da son bulur. Türk kavimleri içinde Karluklar özel bir yer tutar. Tek renkli Karluk çini ve seramiklerinde insan ve hayvan figürlerine geniş yer verildiği, dokuz ve onuncu yüzyılda görülmüştür. Daha sonra Sâmânoğullarının elinde İslâmî dekorlar işlenmiştir. Anadolu; Sâmânoğulları, Abbâsîler, Karahanlılar, Gazneliler, Fatımîler ve özellikle Selçuklular devirlerinde, çini ve seramik sanatının en çok yapıldığı yer olmuştur. Orta Asya’dan gelen Selçuklular, 1037 tarihinde Suriye’yi almakla yeni bir stil geliştirmişlerdir. Selçuklular, imalatta birkaç değişiklik yaparak, çini mozaik imal etmişlerdir. Bunun yanında ayrıca kitabeler ve pano bordürleri, üçgen, dörtgen ve kabartma çinilerle mezar kitabeleri yazmışlardır. Bu imalatta siyah, beyaz, turkuvaz, koyu mavi renklerde yaldız çok kullanılmıştır. Çini merkezleri olarak, Konya, Sivas, Tokat en önemlileridir. Osmanlılar döneminde buralar merkez olmaktan çıkıp, yerini İznik ve Kütahya’ya bırakmıştır.

İlk gelişmiş Türk çinisi örnekleri, 13. yüzyılda Kılıçarslan’ın Konya’daki sarayında görülmektedir. Selçuklu mozaik çini tekniği ile renkli sır tekniğinin birleşmesi, Osmanlı çinilerine bir başlangıç olmuştur. Bu durum, Osmanlılar devrinde renk ve desenlerin artışıyla devam etti. İznik, Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarında çiniciliğin merkezi olmuştur. Osmanlı çini sanatının şahane üslûbu, Bursa’da Yeşil Cami ve türbe ile başlar (1421-24). Yine Osmanlı çini sanatının getirdiği ilk büyük yenilik, çok renkli sır tekniği olmuştur. Diğer bir yenilik ise sır altı tekniği ile yapılan mavi-beyaz çinilerdir. On dört ve on beşinci yüzyılda yapılan en büyük kısmı mavi ve beyaz renkte olan Kütahya çinileri ile ilk “Haliç çinisi” mamullerine, Bursa’da Sultan Mustafa Türbesi, Yeşil Türbe ve Cem Sultan Türbesi ile Edirne’de İkinci Murad Camii’nde rastlanır. On altıncı yüzyılda ise sırlı ve renkli duvar çinilerine rastlanmaktadır. İstanbul’da renkli sır tekniğinde yapılan çinilerin ilk örnekleri, 1522-1523 yılları arasında inşa edilen Yavuz Sultan Selim Camii ve Türbesi’ndedir. Bu çeşit çinilerin son şaheserleri, İstanbul Şehzadebaşı’ndaki Şehzade Mehmed Türbesi’ni (1548) süslemektedir. Ayrıca Hadice Sultan Türbesi ve Haseki Hürrem Sultan Medresesi’nin duvar çinileri bunlardandır.

1550’li yıllardan sonra renkli çini tekniği terk edilmiş ve çini sanatında sıraltı tekniği hâkim olmuştur. İkinci ve en büyük üsluptaki çiniler, ilk olarak Süleymaniye Camii’nin (1557) kıble duvarını süslemekte kullanılmıştır. Yine bu dönemde yapılan Rüstem Paşa Camii’nin (1561) çinilerinde 41 çeşit lüle motifi vardır. Ayrıca çinicilik sanatında bir çığır açan üstün kaliteli bu çiniler, bugün İstanbul’da Kanunî Sultan Süleyman Türbesi (1566), Sokullu Mehmed Paşa Camii (1572), Piyale Paşa Camii (1574) ile Topkapı Sarayı’ndaki Üçüncü Murad Han Dairesinin duvarlarını süslemektedir.
On altıncı yüzyıl, Osmanlı çinicilik sanatının en yüksek seviyeye eriştiği devredir. İznik atölyelerinin büyük bir teknik başarısı olan kabarık parlak mercan kırmızısının çinilerde kullanılması, bu zamanda gerçekleşti. Firûze, mavi, koyu bir tatlı yeşil, kırmızı, açık lâcivert, beyaz ve bazen görülen siyah olarak yedi rengin, bu çinilerde sır altına tatbiki, dünya çini sanatında benzeri görülmemiş bir teknik gelişmedir. Bu devir çinilerinde kullanılan motiflerde, karanfil, sümbül, lâle, şakayık, narçiçeği, bahar yani çiçek, açmış erik ve kiraz dalları ile artık tamamıyla tabii örnekler hâkimdir. Hançer gibi kıvrılan iri yeşil yapraklar, çiçeklerin arasını doldurmaktadır. 1600 tarihinde yapılan Sultan Üçüncü Murad Türbesi’yle bu büyük üslûbun devri de kapanır.
İstanbul’da Tekfur Sarayı’nda 1725’ten sonra bir çini atölyesi kurulmuş ve Sultan Ahmed Çeşmesi ile Hekimoğlu Ali Paşa Camii bu çinilerle süslenmiştir. Fakat bu atölyenin de ömrü uzun olmamıştır. Sadece Kütahya atölyeleri günümüze kadar varlığını devam ettirebilmiştir.

İslâm seramiklerinin önemli bir merkezi, 833-884 tarihlerinde kurulan Samarra şehridir. Perdah tekniği ile yapılan ilk seramikler, Samarra’da ortaya çıkmıştır. Plaka çini yapımı ilk defa burada gerçekleştirilmiştir. İslâm seramik sanatının çok çeşitli kalite ve formda zengin örneklerini Selçuklularda firûze, yeşil, kobalt mavisi, kahverengi, renkli ve şeffaf sırlı örnekler, çok bol bir şekilde görülmektedir. Anadolu seramikleri arasında İslâm seramik sanatının geleneksel kırmızı hamurlu gevşek hamur yapısında vazo, sürahi, kâse ve büyük küpler yapıldığı görülür.

Ne yazık ki, bu çok değerli güzel sanat dalı, 17. yüzyıl başından itibaren, gerilemeye, sonra da sönmeye yüz tutmuş ve çini yapımevleri, peş peşe kapanmıştır. Muhteşem devirler yaşayan Türk çinicilik sanatı, eski gücünden çok şey kaybetmiş olmasına rağmen, bugün de hayatiyetini sürdürme gayreti içerisindedir.
Kütahya Çini Sanatı
Kütahya’nın simgesi ve onu bütün dünyaya tanıtan “Çinicilik” Kütahya‘da önemli bir sanat olmanın yanında bir geçim koludur da. Kütahya‘da Friglerle başlayan seramik yapımı Bizans Devri sonuna kadar sürekli gelişme göstermiştir. Kütahya 100 yılı aşkın bir süre Selçuklularla Bizanslılar arasında tampon bölge olarak kalmıştır. Bu devirde çinicilik Bizans ve Selçuklu sanatının özelliklerini birlikte kullanmıştır. Daha sonra Beylikler Devri’ne giren Kütahya‘da Osmanlı etkisi görülmeye başlamıştır.

1314 tarihli Vacidiye Medresesi’ndeki Abdülvacit Efendi’nin sandukasında 1428 tarihli Yakup Bey Türbesi‘nde ilk Osmanlı devri renkli sırlı çini tuğlalar kullanıldığı görülmektedir. 15. yy. Osmanlı seramik ve çini sanatı mavi beyaz grubu çinileri ile dikkati çeker. Bu orijinal mavi beyazlar Hisarbey Camii (1487), Kükürt Köyü Camii (1697) ‘nde görülmüştür. 15. yy. mavi beyaz çiniler Kütahya’nın bazı yapıları yanında İstanbul ve Kudüs mimari eserlerinde de kullanılmıştır. 16.yy. da Kütahya çini ve seramik sanatı faaliyetlerinin yavaşladığı görülmekle beraber İstanbul ve diğer önemli merkezlerde yapılan mimari eserlerde Kütahya çinilerinin kullanıldığı görülür. 1528 - 1529 tarihli Gebze - Çoban Mustafa Paşa Türbesi’nde, 1522 tarihli Manisa Valide Sultan Camii’nde, Topkapı Sarayı’nın çeşitli ünitelerinde Kütahya mavi beyaz çinileri kullanılmıştır. Günümüzde ihraç malları arasına giren desen ve renk zenginliği kazanan Kütahya çiniciliği olumlu bir yoldadır. 30 kadar irili ufaklı atölyede yapılan çalışmalar sonucu yapılan çiniler Türkiye ve dünyanın pek çok eserini süslemektedir.
 
Kütahya‘da Çinicilik Yöntemleri
Çinicilikte kullanılan hammaddeler, Kütahya ve komşu illerden sağlanmaktadır. Bu hammaddeler, plastik ve plastik olmayanlar diye ikiye ayrılır. Plastik hammaddeler grubuna “Kırklar Toprağı”, “Gri Bilecik Kili”, “Maya” ve “Çamaşır Kili”, plastik olmayan hammaddeler grubuna “Çakmak Taşı”, “Beyaz Bilecik Kili” ve “Tebeşir” girmektedir. Bu hammaddelerin belli oranlarda karıştırılmalarıyla “Çark”, “Döküm” ve “Pres” diye adlandırılan üç tür harman hazırlanır. Çark harmanında; düz duvar tabağı, vazo, saksı ve şekerlik, döküm harmanında; biblo, bardak, tabak ve küllük, pres harmanında; düz ya da desenli duvar plakaları yapılır. Ocaklardan gelen hammaddeler önce öğütülür, çakmak taşı ile bir değirmende kuru olarak karıştırılır. Plastik hammaddeler harman yapılarak, havuzlarda 1-2 gün bekletildikten sonra elek ya da bezden geçirilerek 20-25 gün dinlendirilir. Plastik olmayan hammaddeler de kaynatılarak süzülür ve harmana eklenir. Dinlendirilmiş harman, kapalı suyu alındıktan sonra alçı kalıplara dökülür ya da eski fırın plakaları üzerine yayılır. Böylece, harmanın bileşimindeki su oranı ile plastik maddelerin bileşimindeki su oranı eşitlenir. Döküm harmanı, çoğunlukla imalathanelerdeki çark harmanında hazırlanır. Kimi imalathanelerde, çark harmanına belli oranlarda çakmak taşı eklenir. Pres harmanı ise, kuru olarak hazırlanır. Harmana “Çark”, “Torna”, “Döküm” ya da “Pres” ile biçim verilir. Çarkların çoğu ayak ile işletilir. Pres kalıplarının çoğu ahşaptır. Alçı kalıplarında kullanılan alçının niteliği çok düşük ve teknoloji ilkeldir.

Kurutma, kışın kapalı yerlerdeki raflarda, yazın ise açık havada yapılır. Plakalar püskürtme, diğer ürünler daldırma yoluyla sırlanır. Değişik büyüklükte tuğlaların dizilmesi ile silindir biçiminde yapılan fırınlar, ateş hane ve pişirme bölümlerinden oluşur. Pişirme bölümünde raflar kurutulmuştur. Ateş hane bölümünün her iki yanında, sırçanın pişirildiği, pişirme bölümünün “Göz” penceresinden kontrol edilir. Pişirme sıcaklığı 11-14 saatte 800 - 950 dereceye ulaşır. İlki daha düşük ısıda olmak üzere “Çift Pişirme” uygulanır. Çini yapımında kullanılan boyalar yerli ve yabancı kaynaklardan sağlanır. Yerli boyalar, genellikle oksitlerden yapılan açık yeşil, turkuaz, kırmızı ve siyah, yabancı boyalar ise sarı, koyu yeşil ve laciverttir. Boyama, sulama ve pişirme ilkel yöntemlerle yapıldığından zayıf türdeş olmayan ve birbirine karışan değişik renkler oluşturulur.
 
Çini desenlerinin yapılmasında başlıca yöntemler
Sır Altı Tekniği
Kapların fırınlanmadan önce bezenmesine dayanan tekniktir. Bu teknikte bezeme, yüksek ısıya dayanıklı boyalarla doğrudan kabın üzerine yapılır. Daha sonra üzerine sır çekilen kap, yüksek ısıda fırınlanır. Fırınlama sırasında sır saydamlaşır ve altındaki bezeme ortaya çıkar. Kobalt mavisi, yüksek ısıya en dayanıklı renk olduğu için sır altı bezemede en çok kullanılan renk olmuştur. Bu teknik daha çok Osmanlılarca kullanılmıştır.

Sır Üstü Tekniği
Kapların fırınlandıktan sonra bezenmesine dayalı tekniktir. Genellikle saydam olmayan sırlar kullanılır. Sırın üzerine bezeme yapıldıktan sonra kap, düşük ısıda bir kez daha fırınlanır. Fırınlama sırasında desenler ısıyla yumuşayan sırın altına geçer. Bu teknik daha çok Selçuklularca kullanılmıştır.

Minâi tekniği
Sır altı ve sır üstü tekniklerinin birlikte kullanılmasıdır ve daha çok İran’da yaygındır.

Kaynak : iznik.gov.tr
 

 
 
ISTANBUL
 
 
 
 
 
Bugün 28 ziyaretçi (36 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol