Barok Resim Akımı'nın Yabancı Ressamları (kronolojik sırayla)
Michelangelo Merisi da Caravaggio (1571-1610)
İtalyan ressamdır. Roma, Napoli, Malta ve Sicilya’da çalışmıştır. Barok sanat akımının ilk büyük sanatçısıdır. Caravaggio, ismini doğduğu kasabadan almıştır. Michelangelo Merisi Caravaggio gerçek ismidir. Caravaggio güçlü ışık-gölge kullanımı ve resimsel düzenlemeyi dramatik bir açıdan ele alışıyla Barok sanatının en özgün uygulayıcılarından biri olmuştur. 1584’teBergamo’lu bir ressam olan Simone Peterzano’nun yanına 4 yıllığına çırak olarak girmiş, ilk deneyimlerini Lotto ve Giovanni Girolama Savoldo (1480-1548) gibi sanatçıların yaptıklarını incelemekle kazanmış, Tiziano’nun öğrencisi iken Venedik Okulu’yla da ilişki kurmuştur. Roma’da çalıştığı dönem yapıtları, dramatik bir anlatım sunmayan kendi portreleri ve ölü doğa resimleridir. Bunlarda güçlü bir ışık gölge kullanılmış ve ayrıntıları özenle betimlemiştir. Caravaggio’nun gerçekçi doğalcılığının ilk kez bütünüyle ortaya çıktığı yapıt Roma’daki S.Luigi dei Francesci Kilisesi’nin Contarelli Şapeli’ndeki Aziz Matta’nın yaşamını konu alan bir dizi resimdi. Bu, “Aziz Matta ve Melek”, “Aziz Matta’ya Çağrı”, “Aziz Matta’nın Şehit Edilmesi” konulu üç resimden oluşan görkemli bir tasarıydı. Altarın üzerine yerleştirilmesi düşünülen “Aziz Matta ve Melek”in ilk biçimi S. Luigi dei Francesci’nin o güne değin bir azizin böyle canlandırıldığını görmemiş rahiplerine o kadar ters geldi ki, resmin yeniden yapılmasını istediler. İncil yazarlarından biri olan Aziz Matta resimde sıradan bir işçi ya da rençber görünümündeydi; ayağını resmin dışına çıkıp insanın yüzüne gelecekmiş gibi uzatmış, kaba bir biçimde bacak bacak üstüne atmış olarak betimlenmişti. İncelikten yoksun melek figürü ise cahil birisine yol gösterircesine azizin elini zorla kitaba doğru bastırır gibiydi. Kilise ileri gelenleri Caravaggio’nun sıradan bir kişiyi yüceltirken gerçekte Aziz Matta’yı sokaklardan kurtaran İsa’ya öykündüğünü kavrayamamışlardı. Caravaggio, Otuz Yıl Savaşları döneminde yaşamıştır. Barok önceleri, kuyumculuk dilinde düzensiz ve acayip biçimli taş ve incileri niteleyen bir kelime olarak kullanılmıştır. Önce İtalya’da doğmuş, daha sonra Avrupa’ya ve hatta Latin Amerika’ya kadar yayılmıştır. Karşı-reform hareketini benimseyen sanatçılar eserlerinde dini coşku ve heyecanın yaratılmasına çalışmışlardır. Dini atmosfer dışındaki alanlara da yönelmişlerdir. Rönensansın denge ve uyum konusunda eriştiği ölçüden çok, maniyerizm’de beliren abartı ve hareketlilik hâkimdir. Işık, gölge oyunlarına dayanarak heykel, resim ve mimarinin kaynaştırıldığı tüm sanat anlayışı getirilmiştir. Çiçek, meyve gibi nesnelerin belli bir düzende ele alındığı ölü tabiat (natürmort) türü bu dönemde ortaya çıkmıştır. Bu dönemin ünlü sanatçıları, Caracci, Caravaggio, Vermeer, Velasquez, Rubens ve Reimbrandt’tır. Her ne kadar Barok denilen anlayış ve stil 16. yüzyıldaki bazı sanatçılarda görülse de, esas itibariyle kilisenin önderlik ettiği karşı-reform hareketi içerisinde ortaya çıkıp geliştiği kabul edilir. Gerçekten de, 18. yüzyılda birçok Katolik Avrupa ülkesinde mimar, heykeltıraş ve ressamları teşvik eden, onların kutsal amaca yönelik nitelikteki eserlerinin müşterisi olan; kral ya da prenslerden önce kilisedir.
Peter Paul Rubens (1577-1640)
Hollandalı-Flaman Barok dönemi ressamı, diplomattır. Siyasi nedenlerle Almanya’ya kaçan büyük Flaman hukukçu olan Jan Rubens’in oğlu Peter Paul Rubens küçük bir Alman kasabası Westfalen’e bağlı Siegen’de 1577 yılında doğmuştur. Küçüklüğü yurtdışında geçen Rubens 11 yaşında 1587’de babasının ölümünden sonra annesiyle birlikte Anvers’e döner. Ünlü Anvers “Latin Okulu”nda oldukça iyi klasik eğitim alır ve birkaç dil öğrenir. Avukat olmayı reddeder ve ressam olmak isteğiyle ilk öğretmenleri Tobiak Verhaecht ve Adam van Noort’dır. Fakat memnun kalmaz ve Oto van Been atölyesini daha çok beğenerek orada eğitimine başlar. Öğretmeninin ressam olarak yetişmesinde çok büyük etkisi olmuştur. Van Been uzun yıllar İtalya’da yaşamış ve İtalyan ustalarını tanımıştır. Öğrencisine ilk olarak büyük dekoratif resme sevgiyi aşılamış ve aynı zamanda zor sanat olan figüratif kompozisyonu öğretmiştir. Rubens çabuk öğrenmiş ve birkaç yıllık yoğun çalışmayla “Anvers Ressamlar Birliği” (Gilda) ona “usta” unvanı ve kendi atölyesini açma izni verir. Fakat Rubens para kazanma yerine eğitimine devam etmek ister. 1600 yılının baharında Rubens’i mıknatıs gibi çeken İtalya’ya gider. İlk önce Venedik’e giderek en çok Tiziano’nun resimlerinden etkilenir, sonra sıra ile Roma, Floransa, Mantoya, Parma ve Genua’yı tanıyarak tüm Appenin yarımadasının resmini inceler. Mantoya’da Vincenzo da Gonzaga’nın hizmetine girer ve sanat eserlerinin kopyalarını yapar. Kendine antik eşya koleksiyonunu kurmaya başlar. 1603’te, İspanya’ya giderek, daha sonra Roma’ya döner ve Michelangelo, Carraciller, Caravaggio’nun yapıtlarına ve Palatino’ya hayran kalır. 1604’de Gonzagalar için yaptığı Anvers’de “İsa’nın Vaftizi” ve Nansy’de “İsa’nın Görünmesi” eserlerinde Michelangelo, Rafaello ve Tintoretto’dan esinlenerek yaptığı belirgindir. 1605-06 yıllarında Genova’da portre çalışmaları yapar. 1608 yılında ağır hasta olan annesinin ölümü nedeniyle evine döner. Anvers’teki atölyesini açtığında Rubens gelişimini tamamlamış yetenek ve Rönesans sanatını iyi bilen ressam olmuştur. Kendi memleketinde ilk karşılaşmasında birçok sipariş ile karşılaşır. Rubens gece gündüz çalışarak oldukça zenginleşir. Çalışmalarını Paris ve Londra’nın kraliyet evlerine, zengin Mantiya ailesi, Madrid’teki İspanya kralı ve dönemin en zengin insanları için yapmıştır. Ünü gittikçe yayılmış ve daha çok aranır olmuştur. 1609 yılında Hollanda’nın en zengin bankacısının güzel kızı İzabela Brant ile evlenir. Kendine büyük ve güzel bir ev düzenler ve hayatı bir masal gibi aile mutluluğu ve sürekli başarılarla geçer. Keskin zekâ, az bulunan kültür ve güzel konuşma kabiliyeti kralın yardımcısı Arşidük Albrecht’in dikkatini çeker ve Rubens’e saray ressamı görevi verir. 1610’da Albrecht’in aile resmini yapar. Rubens çok güzel konuşan, kültürlü ve ikna kabiliyeti yüksek bir yeteneğe sahip olup Albrecht’in yerine en zor ve kritik diplomatik görüşmelere gönderilirmiş. Bu dönemlere ait ilginç bir hikâyesi de anlatılır. İngiltere’de Rubens’ in resim yaptığını görüp sormuşlar: “Resim yaparak herhalde eğleniyorsunuz, sayın elçi” Rubens gülümseyerek kibarca söyler: “Lütfen, baylar, ressam bazen diplomasi yaparak eğleniyor”. Gerçek başarıya Rubens 1610 yılında Anvers Katedrali için yaptığı iki tane üçlüyle ulaşır. “Çarmıhın Dikilmesi”ni 1610’da ve “Çarmıhtan İndiriliş”i 1612’de gerçekleştirmiştir. Bu çalışmalara geleneksel Flaman ve egemen hale gelen Rönesans anlayışının birliği olarak bakılır. Anvers Güzel Sanatlar Müzesi’nde bulunan “Müsrif çocuk” yüzey gerçekçiliği, Münih’te bulunan “Amazonların savaşı”nda epoik şiirsellik, Münih’te bulunan “Av” ve “Son Yargı” adlı eserlerinde fiziksel güç yansıtılmıştır. Birçok sipariş altından ancak eskizlerini takip eden kimi detayları öğrenciler ve yardımcıları tarafından yapılarak kalkmıştır. Resimlerinde hayvan detayları için Snyders ve P.De Vos, manzaralarda Wildens ve Van Uden’in yardımlarından faydalanmıştır. 1616-1621 yılları arasında, en sevdiği öğrencisi ve yardımcısı olan Van Dyck olur. 1617-18 yılları arasında altı büyük kompozisyonu Rubens Cizvitler’le dostluğu etkisinde yapmıştır. “Aziz İgnacio’nun Mucizeleri”, “Aziz Francisco’nun Mucizeleri” ve “İsa ve iki hırsız” eserlerinde Reform düşüncesini dile getirmiştir. 1622-25 arasında Paris’teki Luxemburg galerisi için “Marie de Medicis’in yaşamı” konulu yirmi tane büyük resim yapar. 1627-30 arasında İspanya infantası İsabel’in özel danışmanlığını yapan Rubens, Avrupa’yı sarsan büyük olaylara karışır. 1628’de yeniden Madrid’e gider ve Velasquez ile tanışır ve kırk kadar eser yapar. Bir bölümü Tiziano’nun kopyalarıdır. 1629-30’da Londra’da bulunarak İspanya ile İngiltere arasındaki anlaşmazlığı barışa dönüşmesini sağladı. Charles I ona “şövalye” unvanı verir ve Charles’ten özel ricasıyla bu görevden alınmasını ister. 1626’da 53 yaşındayken İzabella Brant iki oğul bırakarak ölür ve ikinci kez on altı yaşındaki Helene Fourment ile evlenir. Ustalık eserleri için Helene en gözde modeli olur. 1640 yılında Rubens çok ağır hastalanır ve tüm müdahalelere rağmen 30 Mayıs’ta vefat eder. Ölümünden sonra geriye 3000’e yakın resim arasında 600’ü büyük tuvaller olmak üzere Rubens, bıraktıklarıyla sanat dünyası için olağanüstü bir olaydır. Eserlerinin yapılmasında öğrencilerinin yardımı da olsa Rubens’in çabuk eli ve seyrek rastlanan hayal gücü fırçayla tuval üzerine inanılmaz hızla hareket etmiştir. Bu kadar çok eserin bir hayat boyu yapılmasının açıklaması bu olsa gerek. Genç Rubens’in resimleri Michelangelo ve özellikle Caravaggio gibi Rönesans ressamlarından etkilendiğini fakat daha sonra kendisini bulup etkilerinden arınmıştır. Oldukça kısa hayatı zenginlik ve mutluluk içinde geçmiş olup Rubens açlık, soğuk ve cehaleti görmemiş ve bir azınlığının isteklerini karşılamıştır. Bu topluluk için dini konulu, büyük tarihi konulu, mitolojik ve av sahneleri içeren resimler yapmıştır. Aynı zamanda fırçasının altından yüzlerce kral, saraylı, zengin tüccar portreleri çıkmıştır. Rubens’in dünyaya bakışı hayatı seven, eğlenceyi ve mutluluğu içeren bakış ile örtüşür. Bütün resimlerin, merkezinde insan durmaktadır. Hayat dolu bu karakterleri Anvers sokakları, meyhaneleri, liman kıyılarında ve sarayın içinde bulur. Fakat tuvalin üzerine inanılmaz hayat dolu ve canlı olarak yansıtır. Savaş sahnelerinde ve portrelerde bile bu özeliği yansıtarak en yüksek ustalığını konuşturur.
Reimbrandt van Rijn (1606-1669)
Hollandalı Barok dönemi ressamı, öğretmen ve baskıcıdır.Reimbrandt, 15 Haziran 1606’da Hollanda’nın eski üniversite kasabası Leyden’in çevresinde doğmuştur. Babası değirmenci, annesi fırıncı sülâlesindendir. Yerli Latin okulunda okur ve daha sonra Leyden Üniversitesine yazılır. Ailesinin doktor olma isteği çabuk erir ve beş ay sonra okulu bırakır. Ressam olmak istediğini söyler ve babası onu akrabası olan Jacob van Swanenburgh adlı bir ressamın yanına verir. O zaman ressam olmak Hollanda’da prestijli bir iştir. Geleneksel etüt eğitimi alan Reimbrandt, üç yılın sonunda müthiş kompozisyonlarıyla kasabalıları şaşırtmıştır. Babası onu Amsterdam’a ülkenin tanınmış ressamlarından Pieter Lastman’ın yanına eğitim almaya gönderir. Uzun süre İtalya’da çalışan ve yaşayan Lastman, Rembrant’a Raphael, genç Michelangelo, Tizian ve Kappaçi gibi ressamların tarzını açıklar. Onun yanında İncil’in konularına ve egzotik Doğu’ya ilgi duyar. Reimbrandt 1624 yılında eğitimini tamamlayıp Layden’e döner ve atölye açar. Gelenekselleşmiş İtalya gezisini reddeder ve kendini bulmak için gece-gündüz çalışır. Öğrenci yetiştirmeye başlar. İlk başta kendisinin ve ailesinin portrelerini çalışır. Sıkılınca çevredekileri ve daha sonra sokaktaki insanlara bakar. Onun için Constantijn Huygens günlüğünde şöyle yazar: “Sakalsız değirmencinin oğlu bize asil kanın üstünlüğü düşüncesini altüst ettirdiği gibi aynı zamanda İtalya’nın tüm gelmiş-geçmiş sanatçılarının ustalıklarını gölgeledi”. Resmin yanı sıra baskı ile de ilgilenen Reimbrandt’ın karakterleri sokaktakiler, dilenciler ve börekçiler olmuştur. Amsterdam’a yerleşerek zengin tüccarların 50’ye yakın portrelerini yapmıştır. Sanat eserleri tüccarı Hendrick van Uylenburg’ın aracılığı ile resim ve ofort baskılarını çok satmıştır. Onun evinde Saskia Uylenburg ile tanışır ve 1633 yılında evlenirler. Kendine kilimler, heykeller, minyatür ve antik eşyalarla dolu bir ev düzenler. Bu dönemde Hollanda’nın birinci devlet adamına beş büyük dini konulu resim yapar. İngiliz kralı I. Charles ondan annesinin portresi ve bir otoportre alır. 1632-1642 yılları arası en mutlu ve verimli günlerini yaşar. Bu dönemde birçok portre ve kompozisyonlar yapar. Evlilik hediyesi olarak Saskia’nın portresini yapmış olan Reimbrandt, portre çalışmalarına devam eder. Yaşayamayan üç oğlunun üzüntüsü ve dördüncü olan Titus’un sağlıklı yaşama mutluluğu yaptığı otoportrelerde bile okunur. 1642 yılında Captain Frans Banning Cocg Reimbrandt’a resmi grup portresi siparişi verir. Zor görünen bu janrda da ustalığını gösterir. Resim 502 x 387 cm ölçülerinde olup, 18’i süvari 34 kişilik bir kompozisyondur. Fakat süvarilerin eşit miktarda ödeme yapacakları aynı zamanda aynı şekilde görünecekleri kendileri tarafından anlayan süvariler bunu resimde göremezler. Herkesin net şekilde görünmediği, hiyerarşi sırasına göre dizilmedikleri, farklı kıyafetlerle giydirildikleri ve küçük bir kız figürünün aralarında bulunması süvarileri kızdırır. Reimbrandt o zamana kadar yapılan resmi grup portre kurallarını alt üst etmiştir ve bunu kabul etmeyen Cocg parasını ödemeden çalışmayı bir depoya atar. Depoda resim dumandan etkilenerek koyulaşır ve hasar görür. 1758 yılında başka yere götürmek için üç kenarı sığmadığı için kesilir ve 437 x 363 ölçülerinde kalır. Resim bu şekilde halen Riijksmuseum Amsterdam’da sergilenir. Londra Ulusal Müzesi’nde bulunan kopyası resmin ilk hali Hollandalı ressam Herit Lynders tarafından yapılmıştır. Bu aksilikler ve Saskia’nın tüberkülozdan ölmesinden sonra Reimbrandt’ın mutsuz günleri başlar. Titus’un bakılması için köylü bir kadın tutar fakat âşık olur. Bunu aristokratik çevreler kabul etmediği gibi Saskia’nın isteği üzerine ikinci bir evlilik yapması halinde mirastan reddedileceği de eklenir. Hendrichje Stoffels’den kızı olur fakat kiliseden çıkarılır. Reimbrandt’ın gençliğinde yaptığı düşüncesiz harcamaları, ipotek ve Amsterdam borsasının çöküşü sonucu 1657 yılında tüm eşyaları, evi ve hatta elbiseleri satılır. 1662 yılında Hendrichje’nin ve 1657 yılında da Titus’un ölümleri Reimbrandt’ı yalnızlığa, yaşlılığa ve ölümü beklemeye iter. 4 Eylül 1669 yılında Reimbrandt ölür. Geride gıptayla baktığımız 250 resim, 300 gravür, 1000 desen arasında müthiş portreler, figüratif kompozisyonlar ve ofortlar bırakmıştır.
Johannes Vermeer (1632-1675)
Evlerin içindeki gündelik hayatı betimlediği tablolarıyla tanınan Hollandalı Barok ressamdır. Vermeer yaşamı boyunca başarılı, taşralı bir tür ressamı olarak tanındı. Göreceli olarak çok az tablo ürettiği ve ölümünün ardından eşi ve çocuklarına borç bıraktığı için zengin bir adam olarak anılmamaktadır. Vermeer, parlak renkler, peygamberçiçeği mavisinden sarıya kadar pahalı boya maddeleri kullandığı resimleri üzerinde son derece dikkatli ve yavaş çalıştı. Tablolarındaki ışık kullanımı ve ustalıklı işleyiş ile ünlendi. Çalışmalarında çoğunlukla açık bir sevgi teması özellikle de aşk hastalığı dikkat çeker. Onun eserlerinde yarattığı dünya yaşadığına göre çok daha kusursuzdu. Ölümünün ardında bir yüzyıl boyunca unutulan Vermeer, 1866 yılında sanat eleştirmeni Thoré Bürger tarafından tekrar keşfedildi. Bürger, Vermeer’in 66 eseri hakkında bir makale yayınladı (bugüne bu eserlerden 35 tanesinin onun olduğu kabul edilmektedir) O günden itibaren Vermeer’in ünü büyüdü ve Hollanda Altın Çağı’nın en önemli ressamlarından biri kabul edilmeye başlandı. Vermeer’in yaşamı hakkında çok az bilgi vardır. Delft kentinde resim yaparak yaşamını kazandığı düşünülmektedir. Ressamla ilgili kaynaklar bazı devlet kayıtları ve diğer ressamların yorumları olduğu için Thoré Bürger onu “Delft’in Sfenksi” olarak andı. John Michael Montias, Vermeer hakkında “Vermeer and his milieu: a web of social history” isimli bir biyografi yazdı. Bu biyografide de ressamın yaşamından çok o dönemki sosyal hayat anlatıldı.31 Ekim 1632’de Johannes Reform Kilisesi’nde vaftiz edildi. Babası Reijnier Janszoon orta sınıf bir ipek işçisiydi. Bir süre Amsterdam’da ressamların yaşadığı bir sokakta kaldıktan sonra 1615 yılında Digna Baltus ile evlendi ve çift Delft’e taşındı. 1620’de kızları Gertruy’u vaftiz ettirdiler. 1630’larda Reynier Janz resim ticaretine başladı. 1631’de ise “Uçan Tilki” isimli bir han aldı. On sene sonra pazar meydanında daha büyük bir han aldı. Vermeer’in babası 1652’de vefat etti. Vermeer’in bir ressamın yanında çırak olup olmadığı ve eğer olduysa o ressamın kim olduğu belirsizdir. Genellikle kendi kasabasında çalıştığına ve öğretmeninin ya Carel Fabritius ya da Leonaert Bramer olduğuna inanılır. Kendi kendine resim yapmayı öğrenmiş olabileceği gibi, babasının bağlantıları sayesinde bir eğitmen tarafından eğitilmiş de olabilir. 29 Aralık 1653’te, Vermeer ressamlar için ticari bir kuruma üye oldu. Kurumun kayıtlarına göre Vermeer üyelik için gerekli ücreti ödememişti. Bu da onun finansal durumunun kötülüğü hakkında bir ipucu olabilir. 1657’de yerel bir sanat koleksiyoncusu olan Pieter van Ruijven ile tanıştığı ve Ruijven’in Vermeer’e para verdiği düşünülmektedir. 1662’de ise Vermeer kurulun yöneticiliğine seçildi. 1663, 1670 ve 1671’de bu makama tekrar seçilmesi çevresi tarafından takdir edildiğinin bir kanıtı olabilir. Vermeer her tablosu üzerinde teker teker çalışan ve senede en fazla üç eser üreten bir ressamdı. 1672 yılında XIV. Louis’nin komutasındaki Fransız ordusu güneyden saldırarak Hollanda Cumhuriyeti’ni işgal etti. Bu sırada İngilizler de ülkeye savaş açmıştı ve doğudan da iki Alman piskoposu Hollanda’ya zarar vermeye çalışıyordu. Bütün bu olaylar pek çok Hollandalının paniklemesine, dükkânların ve okulların kapanmasına sebep oldu. Bu şekilde geçen yıllar Vermeer’e hem bir ressam hem de bir sanat tüccarı olarak büyük zarar verdi. Geniş bir aileye bakmak zorunda olan ressam borçlanmaya başladı. Sanatçı, Aralık 1675’te geçirdiği cinnet sonucu bir buçuk gün içerisinde 43 yaşında vefat etti. Eşi, yazılı bir dokümanda kocasının ölüm sebebinin finansal baskıların oluşturduğu stres olduğunu açıkladı. On bir çocuğu tek başına büyütmek zorunda kalan Bolnes yüksek mahkemeden borçların silinmesini istedi. Delft’te saygı duyulan bir ressam olan Vermeer, yaşadığı dönemde kendi kasabası dışında tanınamadı. Vermeer, “pointillé” olarak adlandırılan tekniği kullanıyordu ve resimlerini boyayı tuval üzerine gevşek ve tanecikli katmanlar hâlinde yayarak çiziyordu. Resimlerinde kusursuz yerleşimi yakalayabilmiş olmasına rağmen, tablolarında ön çalışmalara ait izler bulunmaz. Ayrıca, tablolar haricinde hiçbir çizim, kesin olarak Vermeer’e mal edilmemiştir. David Hockney’in yanı sıra, Hockney-Falco tezini savunan birçok sanat tarihçisine göre, ressam bu kesin yerleşimi elde edebilmek için “camera obscura” kullanıyordu. Çıplak göz yerine bu tür bir lensin kullanılmasıyla ortaya çıkacak ışık ve perspektif etkilerinin Vermeer’in tablolarında da görülmesi, bu görüşü desteklemektedir. Ancak ressamın “camera obscura”yı ne ölçüde kullandığı konusu, tarihçiler arasında tartışmalıdır. On yedinci yüzyıl ressamları arasında Vermeer kadar müsrif bir şekilde lacivert taşı ya da doğal lacivert gibi pahalı boya maddeleri kullanan yoktur. Vermeer, sadece bu maddeleri kullanarak doğallığı yakalamamış ayrıca amber ve toprak gibi maddelerle iç mekândaki ışıklandırma ve duvara birden çok renk yansıtma konusunda başarılı olmuştur. Vermeer’in bu çalışma metodunda Leonardo’dan esinlendiği düşünülmektedir. Ressamın, doğal laciverti en etkili kullandığı eserlerinden biri “Şarap Bardaklı Kız”dır. Kırmızı saten elbisenin gölgelerinde doğal lacivert görülebilir. Kırmızı ve lacivertin birleşmesi ile yer yer oluşan morlarla eserdeki renk kullanımı çok güçlüdür. Vermeer finansal olarak zora düştüğü 1672 senesinde bile pahalı boya maddeleri kullanmaya devam etti. Bu sebeple Vermeer’in bu maddeleri bir koleksiyoncudan büyük ihtimalle de patronu Pieter Claesz van Ruijven’den tedarik edildiğine inanılmaktadır. Vermeer çoğunlukla ev yaşamını konu alan iç mekânlar çizdi. İki şehir manzarası dışında çalışmaları tür resimleri ve portrelerin başarılı örnekleridir. Eserleri ile on yedinci yüzyıl Hollanda sosyal hayatına dair fikirler de verdi. Basit bir kadının süt dökmesinden zenginlerin lüks odalarındaki portrelerine kadar her seviyeden insanı çizdi. Çalışmalarından dini ve bilimsel yan anlamlar da çıkartılabilir. Vermeer tablolarından sadece üç tanesine tarih attı. Bunlar: 1656 yılında yaptığı “Muhabbet Tellalı”, şu anda Louvre’da sergilenen 1668 tarihli “Astronom” ve “Coğrafyacı” (1669). Muhabbet Tellalı’ndan sonra Vermeer’in tüm tabloları çağdaş konuları ele alan daha küçük boyutlu ve mavi, sarı, gri renklerin ağırlıkta olduğu eserler oldu. Genellikle iç mekânlarda bulunan bir ya da iki kişiyi sol tarafta yer alan bir pencereyle betimledi. Düzenlemelerindeki denge ve uzamsal sıra ressamın karakteristiği kabul edilir. Çoğunlukla ev içi aktiviteleri konu ettiği için tablolarında şiirsel bir zamansızlık vardır. Örneğin “Açık Pencerenin Yanında Mektup Okuyan Kadın” isimli tablosunda bu özellik fark edilebilir. Vermeer bu dönemde sadece iki tane manzara resmi yaptı: “Delft Manzarası” ve “Delft’te bir Sokak”. Onun tavrını yansıtmayan bazı eserlerinin geç dönem tabloları olduğu kabul edilir. “İnancın Alegorisi” (yaklaşık 1670) ve “Mektup” (yaklaşık 1670) bunlara örnektir. Çok tartışılan, Vermeer’in tablolarında rastlanan duru aydınlatmaları, ressamın “camera obscura” kullanarak elde ettiğine inanılır. Bu etkiye örnek olarak Londra’daki Kraliyet Koleksiyonu’nda yer alan “Beyefendiyle Birlikte Klavsenin Yanında Duran Hanımefendi” verilebilir. Aynı çalışmasında kadının üzerinde duran aynanın yarattığı yansımalar ressamın optiğe olan merakının bir kanıtı gibidir.
Kaynak: Wikipedia The Free Encyclopedia |