Modern Dönem
Modern Dönemin Yabancı Ressamları (kronolojik sırayla)


Georgia O’Keeffe (1887-1986)

Georgia Totto O’Keeffe, Amerikalı bir bayan ressamdı. Wisconsin’de Sun Prairie yakınlarında doğan O’Keeffe, 1920’lerden itibaren Amerikan sanatında önemli bir kişilikti. Modern Amerikan sanat tarzının sınırlarını zorladığı kadar teknik desteği geniş olarak kabul görmüştür. En çok çiçekler, kayalar, kabuklar, hayvan kemikleri ve manzaraları soyutla sentezleyen ressam olarak tanınır. Resimlerinde çeşitli renklerin ustaca ton geçişleriyle dolu konturlu şekiller vardır. Konusunu güçlü soyut resimlere dönüştürmüştür. Amerikan sanat tarzını zaman içinde Avrupa’ya taşıma konusunda önemli bir rol oynamıştır. Bu mesleki düzeyi elde eden birkaç kadından biri olduğu için bu becerisi, ona verilen sanat tarihi önemini artırmıştır. Yaşamının sonlarında yerleştiği kırsal güneybatı, özellikle New Mexico’da sanatına ilham bulmuştur. Black Hills (Kara Tepeler)’i 1942 yılında yapmıştır. Yegâne bir soyut ressamı, bir temsili sanatçı olan Georgia O’Keeffe, saflık, cesaret ve natürmort kompozisyonlarının belirginliğiyle tanınır. 20.yüzyılın ilk sırada yer alan bayan sanatçısı olarak düşünülmektedir. Yaşamının ilerisinde bir ressamdı. 1970’lerin indirgemeciliğini sezinleyen ve sadeliği kullanan bir yenilikçiydi. Uzun kariyerinde erkek yapımı eserler gibi doğaya odaklandı, canlıları ve insanları nadiren resimledi. Parlak renkler kullandı, yüzden fazla dev boyutta çiçek resimleri yaptı. Bir leğen kemiğindeki delik gibi veya tek başına bir duvar gibi bütün cisimleri temsil eden parçacıkların da resmini yaptı. Büyük çöl manzaraları yaptı, açmış bir çiçek veya bir ineğin kafatası gibi cisimlerin yakın plan resimlerine odaklandı. Bazen de ilgisi olmayan cisimleri örneğin çiçekler ve kemikleri yan yana koydu. Doğanın hükmettiği ıssız topraklarda doğan Georgia 0’ Keeffee, yıllar sonra ara sıra sokulduğu şehir yaşamından her defasında kopup aynı boş alanlara dönmüş, 1986 yılının Mart ayında 99. yaşında öldüğünde yıllar boyu sanatıyla kovaladığı yalnızlığı başka bir şekliyle kucaklayıvermiştir. Amerikan sanat tarihinde, eşine az rastlanır bir önem verilmektedir Georgia O’Keeffee’ye. Sınır tanımaz doğalcılığı, yabancı sanat akımlarından etkilenmeyi reddeden özgünlüğü ve yaşamıyla uyum içindeki sanat anlayışı Amerikalı için bir güven ve gurur kaynağı olmuştur. 1918’de ilk karakalem çalışmasını yüz doların altında o da taksitle satan O’Keeffie, 1924’te yağlı boyalarını 1.000 dolardan, 1927’de ise 3500 dolardan satabilmiştir. Onu yaşarken ünlü ve hatta kendi neslinin tek kadın sanatçısı olmanın büyüsünden kurtaran, yalınlığını ve vahşiliğini kitleler için ulaşılmaz kılan nedenleri bilemiyoruz. Tek bilinen, yaşadığı toprakların güzel doğasının ve gözlemlediği motiflerin köklerine gitmeyi kendi yaşam biçimi olarak kabullenip kabul ettirdiği ve resmi de bu yol için bir araç olarak seçtiğidir. En büyük şansı annesinin kadınların eğitimine inanmış bir aristokrat oluşunda, gelişimi ise tamamen kendiyle doğa arasında oluşturduğu ince aşkta yatan bu kadının yaşamı da ilginçtir. 7 çocuklu bir ailenin ilk çocuğudur. Okulda ve evde sessiz ama sorgulayıcıdır. 13 yaşında ressam olmaya karar verebilmekte, çevresini kendi özel yollarıyla biçimlendirmektedir; okuldaki kızlara poker öğreterek popüler olma gibi, erkeklerden bariz bir şekilde uzak kalışı gibi... Cinsel yaşantısı 1918 yılında ünlü empresyonist fotoğraf ustası Stieglitz’i tanımasına dek tamamen bastırılmış, 1924 yılın da evlenmelerine dek geçen sürede ise oldukça ağırlıklı bir şekilde kişiliğini ve sanatını belirlemiştir. A.Stieglitz, Georgia O’Keefle’yi gerçek anlamda keşfeden ilk kişidir. 1916 yılında Georgia’nın resimleri kendisinin haberi bile olmadan Stieglitz tarafından sergilendi ve ilk kez geniş bir kitleye ulaştı. Bundan sonra 1920’lerde yine
bir Stieglitz sergisinde Avrupa eğilimli erkek sanatçıların arasında Amerikan eğilimli ve tek kadın sanatçı oluşuyla özel bir ilgi görmesi onu hem ünlü kıldı, hem de tedirgin. Kendi yalnızlığını ve etkilenmemişliğini koruması artık sanatı için de gerekliydi. Bu korumacılık onun sanat akımlarına olduğu kadar birçok konuya da yabancı kalmasını sağladı. Örneğin savaş onun ruhsal olarak itici bulduğu ama politik olarak tamamen bilinçsiz olduğu bir konuydu. Aynı şekilde New York’ta 1920’lerde büyük binaların bazen bir gecede bitivermiş görüntülerinden etkilenerek hayran olduğu bir ölü doğa resmine şu biçimde geçişi de oldukça O’Keeffee’ye has bir çözümlemeydi: “Resmi, çiçekleriyle çok güzel buldum. Fakat farkına vardım ki aynı çiçekleri o kadar küçük olarak resmedersem kimse bakmayacak. Büyüyen binalar, gibi kocaman yapmaya karar verdim onları. İnsanlar uyarılacaktı, onlara bakmak zorunda kalacaklardı, kaldılar da.” Georgia O’Keeffle’in sanatını, yaşantısına değinmeden anlatmak imkânsız. Resimleri, kesinlikle içinde yaşadığı doğaya ilişkindir. Bu yüzden evli kaldığı yıllarda bile, yazları, sürekli olarak ülkenin güney batısının dokunulmamış doğasına kaçmış, adeta sanatıyla kucaklaşmıştır. En başarılı resimleri büyütülmüş, dondurulmuş ve sanatçısı tarafından doyum sanarak yorumlanmış doğa fragmanlarıdır. Yani kimi zaman tüm tuali dolduran bir çiçek ki, kimilerince vajinayı da simgeleyerek; kimi zaman tuale ancak sığmış gibi duran bir kırmızı tepe ki, O’Keeffle’ye göre ot yeşermediği, kurak olduğu için kırmızıya boyanmış olarak... Bazen de bir deniz kabuğu, ya da ayrı ayrı oluşları bir dış çizgiyle belirlenmiş, böylece O’Keeffee yalnızlığına ihanet etmeyen, 3 deniz kabuğu. O’Keeffie’nin konularındaki çeşitlilik 1925-29 yılları arasında tattığı kalabalık şehir yaşantısıyla ve kendi çabalarıyla Stieglitz’in çevresi dışında Brooklyn Müzesi’nde açtığı bir serginin de verdiği güvenle artmıştır. Kent, göl, otel resimlerindeki geometrik dizayn, çiçek resimlerindeki durağan ve zaman dışı kaliteyi aşar görünmektedir. Örneğin kent resimlerinde siyah-beyaz dikey ve yatay çizgiler arasındaki renk dokunuşları gece yaşamını hatırlatmaktadır. 1940’lı yıllarda kemik resimlerine geçişi ile gökyüzünü keşfetmiştir. Kemiklerde var olan deliklerden süzülen maviliğe ilişkin yorumu şudur: “İnsanın tüm yok ettiklerinin gerisinde kalacak olan da bu mavilik.” Bu kemiklerin içine bir çiçek yerleştirmektedir bazen Bunların sürreel değil, bilinçaltına ilişkin değil, çok reel bir açıklaması vardır: Ölümle yaşamın güzelliğinin iç içeliği. Kemiklerin resmine nasıl girdiğini yine kendi açıklamaktadır. Kemikler çölün bir parçasıdır ve kendisi de çölü kendi gözleriyle bize göstermenin başka yolunu bilememektedir. Tüm bunları kentlerin uçakla tepeden soyut bir tasarımı sayılabilecek resimleri izlemiştir. 1960’larda ise 73 yaşının çocukluğunda yoğun bulutların güzelliğinin tutsağı olup büyük bulut tarlaları boyamıştır. Yine her biri tek ama bir orman kalabalıklığında bulutlar.
 
Max Hayslette (1930-        )

Max Hayslette, 1930’da Batı Virginia Rupert’te doğmuş, çalışmalarını, Alexander Archipenko ve Egon Weiner’la birlikte çalıştıkları Chicago Sanat Enstitüsü’nde 1952’de tamamlamıştır. Kendisini romantik bir sanatçı ve çalışmasına kalite veren biri olarak tanımlamaktadır. Mükemmel manzaraları; samimi duyarlılığı, ferahlığı ve içtenliği akla getirir. Manzarayı düz bir ışık kompozisyonu ve Asya gravürlerindeki gibi koyu gövdeler olarak görme arayışına girer. Asyalı sanatçıların bir konuyu basit soyut biçimlere indirmeye muktedir olduklarına inanır. Bir ressam olarak en güçlü niteliği, konusunda soyutu görme yeteneğidir. Resimlerinin her birinin taslağı siyah-beyaz ikiboyutlu soyutlardır. Bu ona kompozisyon verir, ağırlık verir, konunun geleneksel unsurlarını koyabilmesi konusunda denge verir. Kompozisyon sonrası resim, arkaplan, ortaplan ve önplan diye düzlemlere bölünerek  biçimlenir. Pekin, Şanghay, Hong Kong, Tokyo ve Kyoto’da Asyalı hocaların eserlerini beğenmiş, çalışmış ve geniş biçimde bu seyahatlerinin etkisinde kalmıştır. Marsilya’dan Cassis’e uzanan sahil şeridi şekilleri, turkuaz renkli denizde yansıyan beyaz renkli falezleriyle “calanques” (küçük koylar) denen dar körfezleri ıslatır. Aix-en-Provence, hoş bulvarları, gölgeli meydanları, güzel oymalı taş çeşmeleriyle tarihi ve düzenli bir şehirdir. Eski kent, lokantalar bolluğu ve hareketli café yaşamıyla dolu meydanları ve dar sokaklar labirentidir. Fransa’da epeyce manzara resmi yapmıştır. Dış ülkelerde coşku ve huzur yayan dinlendirici manzaralar yapan romantik bir ressamdır. Manzaralarını geleneksel unsurlardan zayıf soyutlara indirgeyerek iki boyutlu siyah beyaz bir çerçevede yapar. Eserlerini aslına uygun şekilde yapabilmek için yerinde çalışan Hayslette, manzaraya gündüzün sesleri hâkim olmadan önce sessiz bir şafak vaktinde bir konunun ruhuyla iletişime geçmeye çaba gösterir. Dünyanın farklı bölgelerinin renk ısılarına sahip olduğunu hissederek onları dikkatlice sanatına aktarır.
 
David Hockney (1937-        )

İngiliz ressam Hockney, 9 Temmuz 1937 tarihinde Yorkshire Bradford’da Kenneth ve Laura Hockney’in dördüncü çocuğu olarak doğmuştur. Kraliyet Sanat Akademisi küratörü olan arkadaşı Norman Rosenthal, David Hockney’in “şaşırtıcı bir yeteneği” olmasaydı ona olan övgünün olmayacağına, bu uzun soluklu başarısının “daimi hünerli” işlevi sayesinde gerçekleştiğine ve sanatından da gelen “harika bir ahlâki hâkimiyeti”ne dikkat çekmektedir. Çarpıcı eserlerinden biri, “Rudston’a Giden Yol”dur. Kara yağmur bulutları altındaki kurak ağaçları ve çalıdan çitleri, Van Gogh’un “Provence” taslağındakilere benzer fırça darbelerini anımsatmaktadır. Bu resim, “Sanatın daima derin bir zevk olması gerektiğine inandım” “ öyle bir gerçek ki sanat, çaresizlikle çelişen görünümden oluşmuştur” diye yazan nükteli alıntılarının bulunduğu “Hockney’in Resimleri: Geçmişteki Eserler” isimli koleksiyonunda yer alan çalışmadan yapılmıştır.Hockney, yıllarca suluboya yapmadan zaman geçirmiş, onu yağlıboya ile akrilik boyanın fakir bir kuzeni olarak düşünmüş, ancak 2002’den itibaren kullanmaya başlamıştır. Suluboyayı “amatör ressamlar için araç” olarak tanımlayarak eleştirmiştir. Ama şimdi fikrini değiştirdiği görülmektedir. Hockney başarıyı, aracın affetmez niteliğini ve onunla nasıl anlamlı olabileceğini anlamıştır. David Hockney 2006’da çocukluğunun geçtiği yere yakın bir ormanın benzer görüntülerini farklı mevsimlerde günün farklı saatlerinde ışık oyunlarını yakalayarak defalarca yapmaya başlamıştı. Şiirsel sonuç ve başarılar serisi, büyük ressamların olağanüstü bir hassasiyetle başarmalarına olanak sağlayan aydınlık oda gibi teknolojik cihazlarla gelişmişti. Bu düşünce, Hockney’in eserlerinde perspektif düşüncesine odaklanmasına önderlik etti. Hockney manzaralar yaptı; öncekilerde yol resimleri, Çin salyangoz resimlerine dayanıyordu, Los Angeles havuz manzaraları kesinlikle öyle nitelenir. Şu ankilerden örneğin “Woldgate Korusu’na Bakış”daki düşünceli resimler ondan beklediklerimiz değildir, portre sevgisi ve anlatımı için hiç kanıt olmadığını ortaya çıkarmışlardır. Sanatçının zenginlik için imza tutkusu ve canlı renkleri hissedilir ama galerinin maundan duvarları (özelikle bu kurgu için resimlenen) mavi, mor, kırmızı ve turunculara sapmadan birden yeşile değişir. İngiltere Yorkshire’daki bir manzaranın on resmini yaptığı “Woldgate Korusu” serisi yarım senelik bir sezon değişimini hikâye eder. Hockney, korunun zor algılanan kontrastlarını vurgulamış, çizgi renklerle zamanın geçiş işaretlerini açığa çıkarmıştır. Bu, çalışmasını ışık ve tonlamaya dayandırması olayıdır. Samanlığı yılın farklı zamanlarında yakalayan Monet’yi çağrıştıran keyifli fırça darbelerinde sanatçının eli görülür. Hockney, Norveç ve İzlanda’ya yaptığı seyahatlerinde yaz manzaraları resmetmiştir. Gündüzleri uzun olduğu için bir İskandinav yazı çizmek istediğini hep söylemiştir. “Haziranda güneş asla tamamen batmaz ve günde 24 saat manzarayı görebilir, uzun gölgelerle güzel ışık alırsınız” demiştir. Kameraların ışığın kalitesini yakalamak için yeterince iyi olmadığını, bunu sadece bir sanatçının yapabileceğini iddia etmektedir. Sanat kariyeri sırasında plaj evi satın aldığı ve keşfettiği Malibu, yeni manzaralar için David Hockney’in sevgisini ve ilgisini çekmiştir. “Malibu’da denizi bir defa resimledim burada toprağın size ne kadar ilginç geldiğini anlarsınız” demiştir. Yirminci yüzyılın evrensel olarak beğenilen ve ciddiyetle övülen sanatçılarından biri olan Hockney’in ustalığı, bazen şaşırtıcı renk kullanımı, bazen de perspektif ve form çeşitliliğinde yatmaktadır. Fikirler birçok kaynaktan gelir ama Hollywood tepelerindeki canlı ve konforlu evi, Malibu’daki plaj evi gibi daimi ilham kaynağıdır. 1978’den beri daimi oturduğu Hollywood tepelerindeki atölyesinde ve sıklıkla da Malibu’daki ufak evinde çalışmaktadır. Malibu, Los Angeles’ın varlıklı semtidir. Ilık kumlu plajlarda denize nazır oturanlar ve sayısız film yıldızı ile Güney Kaliforniya eğlence dünyasındakilerin evlerinin olduğu Malibu semti, 34 km.lik bir Pasifik sahil şerididir. David Hockney, günümüzün en saygın sanatçılarından biridir. Ciddi niyetli çağdaş bir sanatçı olarak geniş halk kesimlerinin görüşünden yararlanmaktadır. Hockney’in başarısı öyle hızlıydı ki, Londra’daki Kraliyet Sanat Okulu’ndan ayrıldıktan kısa süre sonra bağımsız oldu ve geçinmek için öğretmenliğe ihtiyaç duyması gerekmedi. Onun görüş çizgisi ihtişamdan içtenliğe doğru aynı zamanda her ikisini de kapsayan şekilde gider. Çizimleri ve resimleri kolaylıkla erişilebilirdir ve onun yeteneğini ve coşkun kişiliğini yansıtırlar. Sanatı, onun izleyiciyle doğrudan iletişim kurmaya olan ihtiyacını yansıtır. Bu, olağanüstü sevilmesinde temel olan anlaşılma ve duyulma ihtiyacıdır. Bu resim, Hockney’in, orijinalini dağlama ve kırmızı siyah leke baskı şeklinde 1998’de güneybatı İngiltere’deki Somerset’te yaptığı eserinden çalışılmıştır.Hockney, meslek hayatı boyunca çiçekler resmetmiştir. Onun estetiğine hâkim olan doğa ve sanat ikilisine olan itibar, kaçınılmaz cazibe kaynağıdır. Bazen tıpkı baston biçimindeki ağaçlarında ya da ani yaprak büyümeleriyle dolu ağaçlarında olduğu gibi üslûp kazanırlar, sistemlidirler. “Çiçekleri hep arkadaşlarım hasta olduklarında yaptım” demektedir. Ama bu natürmort fikri konusunda 25 güzel ve canlı kompozisyon ürettiği bir yaz mevsimi dışında yoğunluk dönemi hiç olmamıştır. Bunların çoğu yoğun biçimde resimsel ayrıntıyı uyandıran büyük resimlerdir.


Kaynak: Wikipedia The Free Encyclopedia 
 
ISTANBUL
 
 
 
 
 
Bugün 72 ziyaretçi (113 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol