Mühür Kazımak

Mühür Kazımak

 


Eski devirlerde imza yerine kullanılan ve basıldığı vakit düz çıkması için üzerine ters olarak isim, unvan ve tarih kazınmış küçük âlete “mühür” denir.

 

Osmanlılarda mühür kullanımı, halk, eşraf, esnaf ve hatta ulema ile devlet adamları arasında pek yaygındı. Bu sebeple mühür kazıma ve mühürdeki metnin hattatlarca yazılmasındaki san'at zevki oldukça ilerlemişti. Çok güzel istifli, zaman zaman dinî, tasavvufî ve edebî değeri yüksek ibareler, yanlarında yer    tezyinatla birlikte mühürcülüğümüzün bir san'at dalı olarak var olmasını sağlamıştır.

 

Mühürler altın, gümüş, pirinç, bakır ve kurşun gibi madenlere, veya akik, yakut, zümrüd, kantaşı, firuze, necef, yeşim ve hatta iri inci gibi kıymetli taşlara kazılarak (hakkedilerek) hazırlanırdı. Mührün yazı kısmının gerek harfleri, gerekse istifi bakımından bediî değere sahip olma şartı aranırdı. Bazen mühür metni meşhur bir hattata hazırlatılır, sonra mühürcüye kazdırılırdı. Bu çeşit hazırlatılan mühürler için Şevkî Efendi, Sami Efendi ve Çarşambalı Arif Bey gibi büyük hattatlarımızın yazdığı mühür istifleri, kâğıt üzerinde zamanımıza kadar gelmiştir.

 

Mühürcülük san'atı XVIII. yüzyıla kadar gelişme göstermiş, bir ara duraklamasına rağmen XIX. yüzyılda yeniden canlanmıştır. Eski mühürler, üzerinde çok sayıda kelime ihtiva etmelerine ve büyük olmalarına karşılık, son asırda uzun ifadelerden vazgeçilmiş, yalnızca isimler kazınmaya başlanmış, bu sebeple mühürlerin ebadı da küçülmüştür.

 

Mühürlerin pek çoğunda yapılış tarihi de kazılırdı. Bu yüzden hayatı hakkında bir şey bilmediğimiz mühür san'atkârlarının, hiç olmazsa yaşadıkları devri öğrenmek mümkün olmaktadır. Mühürlerde adı bulunan hakkâklar, kendi isimlerini o kadar küçük ebatta yazmışlardır ki bunları okumak da ayrı bir hüner haline gelmiştir.

 

Mühürlerin gördükleri önemli bir başka vazife de, metinde yer alan tarihî vak'a ve şahsiyetle, mühür basılan ve içerisinde tarihi belirtilmeyen resmî ve şahsî evrakın tarihlenmesinde aydınlatıcı unsur olmalarıdır. Tarihimizde evkaf mensuplarının ve resmî şahısların kullandıkları tatbik mühürleri, bir karışıklığı ve sahtekârlığı önlemek için ayrı defterlere basılarak "Mühür Tatbik Defterleri" halinde daima göz önünde bulundurulurdu. Bir mührün tamamen bir benzerinin ikinci kez, yapılmasından da sakınılırdı.        

 

Osmanlı padişahları içinde Sultan Birinci Mahmud'un mühürcülük san'atıyla meşgul olduğu, hatta kazıdığı mühürleri el altından sattırıp, alın teriyle kazandığı bu parayı sadaka olarak muhtaçlara dağıttığı bilinir.

Padişahın, vekili sıfatıyla sadrazamına verdiği Mühr-i Hümâyûn üstünde kendi tuğrası kazılıdır. Yüzük şekline getirilmiş bir diğer mührü de padişah parmağında taşırdı. Mühür kazıyan meşhur hakkâklardan şunları sayabiliriz.

 

Balî, Baha, Halim, Haşim, Hamdî, Hüsnî, Hakkı, Halusî, Halîm, Hilmî, Halid, Dâna, Zihnî, Rasim, Raşid, Rahmî, Ra'fet, Resmî, Remzi, Resa, Ruhî, Reca, Reha, Refîk, Zekî, Zühdî, Seza, Sırrî, Samı, Şakir, Şevkî, Ziya, Arif, İzzet, Alî, Azmî, Aşkî, Gazî, Fanî, Fehmî, Kadir, Kadri, Kamî, Lütfî, Medhî, Mecdî, Mehmed, Mislî, Namî, Nacî, Nadir, Nabî, Nusret, Vefa, Yümnî, Sabrî, Hamdî, Baba, Zatî.

 

Mührün yerini imza aldıktan sonra, mühürcülük san'at olarak yok olmuştur. Yazma eserlerin genellikle  “1a” yüzünde görülen  mühürler  cilt, tezhip, minyatür, yazı v.b. gibi yazmanın önemli, unsurlarındandır. Mührün kitaplara     basılmasına  özen göstermişlerdir. Hatta bu vakıf mühürlerinde  kısaca da  olsa vakıf şartlarını belirtmeyi amaçlamışlardır. Bir klişe olarak gelişen bu vakıf  mühürlerinde Önce vakfın mesleği, adı (kimi hallerde, babasının adiyle) sonra üzerinde vakıf mührü olan bu kitabı nereye ve ne   maksatla  ve hangi şartlarla vakfettiği ve hangi tarihte bu vakfı gerçekleştirdiğini belirtmektedir.

 

 
ISTANBUL
 
 
 
 
 
Bugün 40 ziyaretçi (71 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol