Deri İşlemeciliği
Orta Asya’nın kültür tarihine bakıldığında, derinin, eski Türklerin günlük hayat ve giyiminde birinci derecede rol oynadığı anlaşılır. Türk elbiselerinin esasını, yün, deri ve kürk meydana getirirdi. Pantolon, çizme ve kemerleri de deridendi. Türklerin eyer ve koşum takımları, buruç (torba)’ların dağarları ve mençik (su kırbası)’leri de deriden yapılmaktaydı. Kısacası Türklerin günlük hayatları deriden ayrı olamazdı.
Deri, daha sağlam olması sebebiyle sanatçıların özellikle tercih ettiği bir malzemedir. Ancak derinin çok iyi ve sağlıklı şekilde terbiye edilmesi ve işlenmesi gerekliliği, Türkler arasında dibâğat (tabaklama) ve debbağlığı, başta Anadolu Selçukluları olmak üzere en gelişmiş zanaatlardan biri durumuna getirmiştir. Hatta bu dönemin ünlü mutasavvıfı Ahî Evran, Türk debbağlarının pîri olarak kabul edilmektedir. Türkler, VII. yüzyılda bugünkü anlamda ilk deri cilt kapağını yapmışlardır. Deri kullanımının en güzel ve en değerli sanat ürünü olan cilt kapakları, Anadolu Selçukluları ile büyük gelişme kaydetmiş, Beylikler döneminde ise büyük oranda Karamanoğulları tarafından temsil edilmiştir. Bu sanat, XVI. yüzyılda zirveye ulaşmış, estetik ve maddi açıdan en değerli ciltler Osmanlı İmparatorluğu döneminde yapılmıştır. Kısacası Türkler Orta Asya’dan itibaren hayvancılık ve bunun tabii ürünü olan deri ile daima haşir neşir olmuşlar, bunlardan sanat eserleri üretmişlerdir.
Batı Türkçesi’nde “deri” şeklinde telaffuz edilen kelimenin aslı teri (tiri)’dir. Deri başlıca üç bölüme ayrılır: 1. Deri üstü (epidermis) 2. Asıl deri (kütis) 3. Deri altı (etli katman). Sepilemeden önce deri üstü ve deri altı tabakalarını yok etmek gereklidir. Asıl derinin bulunabilmesi için, ham deri yaygın olarak kireçlenmektedir. Derilerin kireçlendiği havuza Anadolu’da “ısırganlık” denilir. Kireçleme işine de çoğu yerde “inmek” adı veriliyordu.
Eski Türklerde deri çeşidi iki başlık altında incelenmektedir: 1. Hayvanın cinsine göre: Kuzu, oğlak, manda v.b. 2. Derinin tabaklanma metod ve hususiyetlerine göre: a) Bulgarı: Bulgar (Kazan) ve Buhara’da yapılan ve Ortadoğu pazarlarında ün yapan iyi cins deri. b) Buharı: Buhara şehrinde yapılan deriler de ün salmıştı. Moğolların batı kollarından Kalmuklar, Buhara metodu ile işlenen derilere “Buharı” diyorlardı. c) İnce Deri: Dericilikte ince ve kalın derilerin ayrı ayrı kullanılış yerleri vardır. Harzemşahlar Türk kültür çevresinde, ince deriye “yupka teri” yani ince, yufka deri deniyordu. Ayrıca ince deriye “sürök” ve “sire” de deniliyordu.
Yukarıdaki deri çeşitleri yanında Türklerde deriye değişik adlar veriliyordu. Teri: Eski Türklerde deriye bizim gibi geniş olarak “teri” yani “deri” derlerdi. Nitekim XI. yüzyıl Türklerinde şöyle bir atasözü de vardı: “Bir tilki derisi iki kez soyulmaz = “Bir tilkü terisin ikile soymaz”. Koğış: Koğuş, kadhış = kayış. “Kayış” sözü, eski Türklerin yukarıdaki sözlerinden bozularak zamanımıza kadar gelmiş olmalı idi. Çünkü XI. yüzyıl Türkleri “O, deriyi yağlattı” demek için “Ol, koğışnı yağlattı” diyorlardı. Uygurlarda deriye çoğu zaman “koguş” diyorlardı. Örnek olarak fil derisi için “yonga koğışı” derlerdi Kuyka: XI. yüzyıl Türklerinde “kuyka” sözü de deri manasına söyleniyordu. Yin: Uygur Türkleri de bazı çeşit derilere “yin” adı veriyorlardı. Gön: Buda Türk kültürünün en eski hatıralarından biridir. XI. yüzyıldan önceki Türklerde “kön” sözünün iki manası vardı: 1) Geniş olarak deri ve meşin 2) At derisi. Örnek: teve köni, ham gön, yaş gön, iylenmiş gön, (tabak edilmiş gön) deyişleri de görülmektedir.
Deri Terbiyesi
Derinin terbiye edilmesi, onun tuzlanması ve kurutulması ile başlıyordu. Hayvanların kurutulmuş olan derilerinin sanayide kullanmadan önce tabaklanması ve terbiye olunması gerekmektedir. İşte bu işlemi yapan zanaatkâra “debbağ” denilmektedir. Bu işle uğraşanlara verilen başka bir isim de “cellâdî”dir. Asurlular döneminde deri işçilerine “Lu askappâni” denilmekteydi. Hz.Peygamber döneminde Haris b. Subeyre debbağ idi. Deriye yapılan işleme “dibâgat” denir. Halk arasında buna “tabaklama” denilmektedir. Bu anlamda tabaklama işini yapanlar için de “tabak (debbâğ)” ismi kullanılmaktadır. Deri ile ilgili terimlerde, derinin tabaklama tekniği ve çeşidine göre benzer isimler kullanılmaktadır. Meselâ “sağrı”, genel olarak deri anlamında kullanıldığı gibi, XI. yy. Türkleri “kaba deriyi sertleştirme” işine sağrılama diyorlardı. Böylece sağrı, ayakkabı yapmak için kullanılan sert ve dayanıklı bir deri idi. XI. yy. Türkleri ayakkabı yapmak için kullanılan derilere “etüglüg sağrı” yani ayakkabı derisi diyorlardı. Daha sonra Orta Avrupa’daki Kuman Türk kültür çevresinde de bu söz aynı mânâda söyleniyordu. Sağrı sonradan Moğollara da geçmişti.
Derinin Tarihçesi
Derinin işlenerek kullanılması tekstilden çok öncedir ve tarihçesi de ilk insanla başlamıştır. Nitekim Eski Ahid’e göre Allâh, Âdem ile Havvâ’ya deriden gömlek giydirmiştir (Tekvin, 3/21). Eski ve Yeni Ahid’in birçok yerinde elbise, kemer, ayakkabı, tulum, dağarcık gibi deri eşyadan bahsedilir. Kur’ân, insanlara göç ve ikâmetleri sırasında büyük kolaylık sağlayan deri çadırları, şükrü gerektiren nimetler arasında sayar (En-Nahl, 16/80). Kâğıdın icadına kadar deri çok uzun bir süre yazı malzemesi olarak da kullanılmıştır. Kur’ân’da “rakk” (ince deriden yapılmış parşömen) üzerine yazılı kitaba yemin edilir (Et-Tûr, 52/3). Derinin tabaklanmasına dair ilk bilgilere Mısır’da erken dönem hanedanlarından kalan kayıtlarda rastlanmaktadır. Dericilik tarihinde Türklerin önemli bir yeri vardır. Türklerde ham deriyi işleme ve deriden eşya yapma zanaatı, Orta Asya’da yaşadıkları dönemlerde gelişmişti. Hayvancılığa bağlı yaşama biçiminin doğal sonucu olarak, deriden çok yönlü amaçlar için yararlanılıyordu. Sibirya’da ve Altay Dağları’nda yapılan kazılarda elde edilen buluntulardan (M.Ö. IV- III. yy.lar) Türklerin dericilikte oldukça ileri olduğu anlaşılmaktadır. Türklere ait en eski deri buluntulardan biri “keçe üzerine renkli deriden aplike”lerdir. Bunun dışında ilk dönemlerden itibaren giysi, kemer, başlık, çadır, koşum takımları, savaş araçları, birçok gündelik eşya ve ayakkabı türleri olarak çizme, edik (etik, ötük, edük), tokmak (oğuk, uguk, uyuk) kırmızı ve sarı çizme, başmak, çarık, çedik, sakman, kefis, kelik, kerpiç gibi eşya da hep deriden yapılmaktaydı. Deri mamulleri ile bu derecede iç içe olan Türkler için dericilik, hayvan besleyip yetiştiren kavimlerde olduğu gibi ikinci bir meslek hâlinde gelişmişti.
Eski Çin’de dericilik oldukça geç çağlarda askerlerin ihtiyaçları dolayısıyla gelişmeye başlamıştı. Aslında Eski Çin’de hayvan az idi. Ayrıca Çin kültüründe, canlı bir hayvanın öldürülüp derisini ayağa giymek de biraz garipseniyordu. Hâlbuki daima at üzerinde yaşayan eski Türkler ile ataları ise, çizme ve pantolon giyme zorunda idiler. Atların eyer ve koşum takımları için de, deriden yapılma mecburiyeti vardı. Açıkçası atlı-nomad ve çoban kavimlerin günlük hayatları, deriden ayrı olamazdı. Hun dönemine ait olduğu kabul edilen buluntular, onların deri işlemeyi, renklendirmeyi bildiklerini göstermektedir. Bu döneme ait deri giysiler, çizme ve kürkler yanında koşum takımları da gelişkin bir deri işleme sanatının ürünleridir. Pazırık, Noyin-Ula ve Talas kurganlarından bulunan kırbaçlar, at gemleri, çarık ve pantolonlar bunu açıkça göstermektedir.
Göktürkler zamanında da önemli deri ürünleriyle karşılaşmaktayız. Bu dönemde ağaç ve toprak kapların yanında deri kaplar (kırba) da kullanılıyordu. Katanda’da bulunan elbise ise önemli bir üründür. Elbiselerin alt kısmı pantolon şeklindedir. Kurganlardan çıkan bu elbisenin arka robası ve ön taraftaki klapası kürklerle süslenmişti. Bu dönemde kemere takılan çantalar çok yaygın olup Orhun Kitabeleri civarındaki bir heykelin çantasının kapağı ve sırım ile yapılan kilitleme sisteminde deri izlerini görüyoruz. Göktürklerin kullandıkları kayış kemerler, daha sonra Uygurlar ve Avrupa’daki Türkler (Avarlar vs.)’de de çok yaygındı. Göktürklere ait resimlerde keçe ve deri çizmeler açık olarak görülmektedir. Ortaçağ’da da Türk deri işlemeciliği önemini devam ettirmektedir. Bu çağda “kürk” Türklerin hayatında önemli bir yer tutmaktaydı. Bu kürkler daha ziyade samur, sincap, bozkır tilkisi ve ada tavşanı derilerinden imal ediliyordu. Örneğin, samur ve sincap derileri çok defa elbisenin içini kaplamakta kullanılıyordu. Ayrıca samurdan yalnız kürk değil, hükümdarlar için börk de imal ediliyordu. Bir haberde “Bağdat’a gelmekte olan Tuğrul Bey’i karşılamaya çıkan Halifelik erkânı, onun başında samur börk bulunduğunu gördüler” şeklinde bilgi verilmektedir. Bu husustaki bilgilerden bir hayvan derisinin sadece bir elbise çeşidinin imalinde kullanıldığı anlaşılıyor. Örneğin, ada tavşanı derisinden sadece yağmurluk yapılmaktaydı.
Ortaçağ’da Türk çizmesi, daha çok deriden yapılıyordu. Fakat en iyi çizmelik deri sırıt (sağrı)’tan imâl edilmekteydi. Türklerde deri çizme dikme tekniğine dair dikkate değer bilgiler bulunmaktadır: Çizme dikilirken, dikişler arasına ayrıca parça konuyor ve buna “sızgı” adı veriliyordu. Çizmeden sonra Türklerde has ayakkabı tipi “çarık” idi. Buna “Türk ayakkabısı” da deniyordu. Çarık, şimdi olduğu gibi, her hayvanın derisinden yapılabilirdi. Fakat Kaşgarlı Mahmud’un “Divânü Lügâti’t Türk” adlı eserinde deve derisinden çarık yapıldığı özellikle belirtilmektedir. Aynı dönemlerde Çağatay Türk bölgesinde de çeşitli ürünleri, değişik adlar altında görmekteyiz: Buruş veya Buraç: Çağatay Türk kültür çevresinde, deri veya torba “dağarcık” karşılığı olarak “buruş” sözünü görüyoruz. Dağar (Tağar): Çuval karşılığı olarak kullanılıyorsa da Eski Anadolu’da “deri torba” için de dağar kullanılıyordu. Kapturga: a) Çağatay ve Altay Türk çevrelerinde de deriden yapılmış derin çantalar için “kabturga” adı kullanılıyordu. b) Kırklareli ve Edirne bölgelerinde kutu için “kapturka” deniyordu. Kemerin sağ yanında taşınan bu deri çanta eski Anadolu kültür çevresine yakın olan Mısır ve Kıpçak Türk kültür çevrelerinde ise “kupturga” adı ile görülüyordu. Mençik: Kaşgarlı Mahmud’a göre XI. yüzyıl Türklerinde bu söz “mançuk” veya “munçuk” şeklinde söyleniyordu. Mânası ise heybe ve torba gibi at eyerine asılan şeyler demekti. Mençik, Burdur yakınlarındaki aşiretlerde, “deriden yapılmış su kırbası” karşılığı olarak söylenmekte idi.
Bu çağda Avrupa Türklerinde de dericilik çok ileridir. Altınordu Devleti’nin başşehri Saray Berke’de dericilik sanayii önemli bir sektördür. Şehir çevresindeki bozkır ve göçebe sürülerinden elde edilen deriler Saray Berke pazarlarında satılıyordu. Aynı zamanda Aşağı Volga havzasından büyük ölçüde deri ve ağaç kabukları ihraç ediliyordu. Ağaç kabukları doğrudan doğruya Harezm dericiliğinin ihtiyacını karşılamak için ihraç edilmekteydi. Büyük Selçuklulardan sonra Anadolu Selçukluları döneminde de bu meslek varlığını korumuştur. Orta Asya’dan göç ederek Ön Asya’ya, daha sonra da Anadolu’ya gelen Türkler deneyimlerini de birlikte getirdiler. (Eski) Anadolu’da çok gelişmiş olan deri işleme sanatıyla bütünleşen bu deneyimler sonucu dericilik sanatı büyük bir gelişme gösterdi. Ahî Evran’ın iyi bir debbağ olduğu ve ilk kez çevresine topladığı debbağlarla Ahî örgütünün çekirdeğini oluşturduğu bilinmektedir. Anadolu Selçuklu ve Beylikler dönemlerinde dericiliğin yoğunlaştığı kentler, özellikle Kayseri, Diyarbakır ve Kastamonu’ydu. Kırşehir, Konya, Tokat ve Sivas’ta boyacılığın ileri olması, dokumacılık gibi dericiliğin de gelişme kaynağı idi. El-Ömerî, Memlûkler döneminde İslâm ülkelerinden Mısır, Suriye, Irak ve Anadolu’da istihsal edilen sanayi ürünlerini sayarken, bu ülkelerde palamut ile tabaklanmış ve darb-ı mesellere konu olmuş kuzu derilerini de hayranlıkla anlatmaktadır. Bu dönemde Suriye’nin önemli şehirlerinden olan Halep ve Mâkısîn, deri halılar imâl etmekte ve deri tabaklama işinde çok yetenekli ustaları barındırmaktaydılar. Moğolların Anadolu’yu işgal etmesi hayvancılığa, bu arada dericiliğe büyük darbe indirdi. Ahîlerin, Anadolu Selçukluları’nın son dönemlerinde baskı altında tutulmaları ve Konya, Kayseri gibi büyük kentlerde zaman zaman toplu kıyımlara uğramaları, öteki el sanatlarıyla birlikte dericiliğin de gerilemesine yol açtı. Beylikler döneminde, sepicilikte kullanılan mazının ve özellikle derinin ihraç malları arasında yer alması, dericiliğin bu devirde de ileri seviyede olduğunu göstermektedir.
Türk dericiliği, Osmanlı döneminde Ahîlerin desteğiyle yeniden güçlenmiştir ve XV. yüzyıl, dericilikte yeniden canlanma dönemidir. Fatih Sultan Mehmed dönemi belgelerinden, ordunun deri ihtiyacını karşılamak üzere debbağların bir araya getirildikleri ve bunlara Yedikule yakınlarında günümüzde Kazlıçeşme adı verilen yerde iş yeri tahsis edildiği öğrenilmektedir. Burada üretilen deriyi işlemek üzere de Fatih ile Beyazıt arasında Saraçhane kurulmuştu. Deri o dönemde birinci derecede savaş malzemesiydi. Evliya Çelebi’nin bildirdiğine göre, XVII. yüzyılda başlıcaları Kazlıçeşme, Kasımpaşa, Üsküdar’da olmak üzere 700 debbağhane vardı. Aynı dönemlerde Anadolu’nun birçok yöresinde debbağhanelerin bulunduğu, Diyarbakır, Tokat ve Edirne’de işlenen sahtiyan adlı keçi derilerinin XVIII. yüzyıla kadar dünyaca tanındığı bilinmektedir. Bu sahtiyanların büyük bir bölümü Avrupa ve diğer ülkelere ihraç ediliyordu. Osmanlı devrinde Konya’da debbağlar zanaatkârlar içinde en mahirleridir ve derileri Meram Dağı’ndan çıkan çivit renginde bir çiçek ile tabaklayıp çeşitli renklerde imal ederlerdi. Bu deriler Arabistan ve İran’da meşhurdu. Dericilik Anadolu’da babadan oğla geçen bir meslek olarak sürdürülüyor ve işleme yöntemleri bir sır gibi saklanıyordu. Batı’nın bu sırrı ele geçirebilmek için büyük çabalar harcadığı ve sonunda sahtiyanın işlenişini öğrenen V.C.Lamp adlı bir kişinin bunu büyük paralar karşılığında Fransız dericilere sattığı, bu başarısının madalyayla ödüllendirildiği bilinmektedir.
Tanzimat’tan sonra Osmanlı deri sanayiinde büyük bir gerileme oldu. Yabancı tüccarların ham derileri yüksek fiyatla toplamaları sebebiyle, onlarla rekabet edemeyen Türk dericilik zanaatı geriledi. Ayrıca Avrupa’da sanayi devrimine bağlı olarak deri sepileme işinin makineleşmesi de bu gerilemeyi hızlandırdı. Ancak bu süreçte dağılan dericilik teşkilatı, Eylül 1866’da “Şirket-i Debbâğiye” adı altında yeniden teşkilatlanarak Avrupa standartlarına uygun olarak üretim yapıp Türk dericiliğinin itibarını artırdı. Bu yıllarda küçük fabrikalar da görülmektedir. II. Mahmut dönemi (1809-1839)’nde Beykoz’da kurulan “Deri Fabrikası” da deri sanayiinin ilk kurumlarındandır ve Cumhuriyet döneminde de önemli yere sahip olmuştur. İstanbul’daki yeni fabrika ve atölyeler eski debbağhaneler semti Kazlıçeşme’de toplandı. Cumhuriyet dönemi Türk dericiliği 1950’lerden itibaren özellikle 1970’ten sonra önemli gelişmeler gösterdi. Türk ve İstanbul Deri Sanayii’nin kalbi olan Kazlıçeşme, 1990’lı yıllarda tamamen şehir içinde kaldığı için boşaltılıp, İstanbul Anadolu yakası Aydınköy’deki modern tesislerine kavuştu. Bugün Türkiye’de İstanbul ve dışındaki şehirlerde çok sayıda, kaliteli deri ve deri mamulleri üreten ve ihracata yönelik çalışan kuruluş vardır.
Kaynak
http://www.ayk.gov.tr |