Kürkçülük-Debbağlık

Kürkçülük-Debbağlık


Kürkçülük 

Hayvan kürklerinin işlenerek giysi haline getirilmesi insanlık tarihinin en eski sanatlarından biridir. Ana rahminde ölen, ya da en fazla 5 aylık iken ölen kuzuların tüylü derilerinden yapılan düz yakalı (yakasız), dış kısmı “şakaf” denilen siyah kumaşla kaplı aba gibi bolca giysiye Urfa’da “kürk” denilmektedir. Urfa’ya has olan bu giysi, Anadolu’da Urfa dışında başka bir yerde yapılmamaktadır. Bilhassa kış aylarında yaşlı ve orta yaşlı kimseler tarafından giyilir. Dükkânlarında camekân bulunmayan esnafın büyük bir kısmı kürklerine sarılarak soğuktan korunmaktadırlar.

Kürk yapımında kullanılan kuzu derilerinin %5-10’u Urfa’dan, %90’ı Tokat, Afyon ve Isparta illerinden sağlanmaktadır.

Kürkler kalite bakımından; İnce Kürk, Orta Kürk ve Kaba Kürk olmak üzere üç kısma ayrılmaktadır. İnce Kürk ana rahminde ölen kuzunun yününden, orta kürk 1-2 aylık iken ölen kuzunun yününden, kaba kürk ise 4-5 aylık kuzunun yününden yapılmaktadır. Kuzunun yaşı büyüdükçe kürkün kalitesi ve değeri düşmektedir.

Kürk yapımında siyah, beyaz ve alaca renkte tüyleri olan üç çeşit deri kullanılmaktadır. Her rengin kıvırcık türü daha makbuldür. Ancak bunların en değerlisi siyah tüylü deridir. Nadir bulunan bu deri cinsi ancak beyaz ve alaca kürklerin yakaları, kol ağızları ve eteklerinin ihtiyacını karşılayabilmektedir. Bu nedenle esnaf kendi arasında siyah renkte kürk imal etmemeyi kararlaştırmıştır ve bu karara titizlikle uyulmaktadır. Siyah tüylü deriler Anadolu’da Tokat’tan, yurtdışından ise Afganistan’dan temin edilmektedir.

Kürk derileri tüy cinsleri bakımından Kıvırcık, Çakmaklı (beyaz tüy dalgalı bir şekildedir) ve düz (tüyler beyaz renkte ve dalgasızdır) olmak üzere üç gruba ayrılır.

1970’li yıllardan bu yana Şanlıurfa’da kürk yelek yapımına başlanmıştır. Gayet ince deriden kıvırcık tüylü olan bu yelekler kaba olmadıklarından ceket altına giyilebilmekte, mide, böbrek ve bel ağrıları olanlar tarafından bilhassa tercih edilmektedir.

Şanlıurfa’da imal edilen kürklerin %25’i il merkezinde ve çevre illerde, %75’i ise kış geceleri soğuk çöl iklimine sahip Suriye, Irak, Kuveyt, Katar, Suudi Arabistan ve İran gibi ülkelere ihraç edilmektedir. Bazen bu ülkelerden gelen tüccarlar, kürkleri toptan olarak satın alıp ülkelerine götürmektedirler. Böylece bu ata sanatı canlılığını korumakta ve ülkemize döviz kazandırmaktadır.

Kürk’ün Yapılışı

Kürk yapılırken Tımar işlemi, Biçme-Dikme işlemi ve üzleme (yüzleme) işlemi olmak üzere üç işlemden geçer.

 

1. Tımar İşlemi:

Kuzu derileri tuzlanmış ve kurutulmuş olarak satın alınır. Suya basılarak 24 saat süreyle yumuşatılması sağlanır. Kırmızı sabunla ve bol su ile iyice yıkanır (son zamanlarda kırmızı sabun yerine krem deterjanlar kullanılmaktadır). Yakın zamana kadar yıkama işlemi, Debbağhane Çarşısı mevkiinde yer alan ve içerisinden Balıklıgöl’ün suyunun aktığı “Kelleci Çayı” denilen iki çayda yapılırdı. Son zamanlarda gerek Balıklıgöl suyunun azalması ve gerekse çaya kanalizasyon sularının karışması, burasını kullanılmaz hâle getirmiştir. Günümüzde her esnaf, yıkama işlemini kendi evindeki özel havuzlarda yapmaktadır.

Deriler yıkandıktan sonra, asılarak süzülür ve üzerlerindeki artık etler “kazak” denilen bir âletle alınır. Deri kısmına tuz ve “şeb” (şap) karışımı sürülür. Buna “Şebleme-Tımar” denilmektedir. Bundan sonra deri “Pişme payı” denilen 24 saat süreyle dinlendirilmeye alınır. 24 saat sonra, el ile çekilerek “gerginleştirilir”. Daha sonra güneşe serilerek kurutulur. Kurutulma işlemi sadece güneşte yapılır, kesinlikle ateşte yapılmaz.

Kuruyan derinin tüy tarafında bulunan şeb ve tuz tozları bıçakla alınır. Etli yüzüne tekrar su serpilerek 24 saat süreyle yumuşamaya bırakılır. Yumuşayan deri, duvara dayalı tahta tezgâha takılır. “Kazak”la et kısmı ağartılır. Sonra güneşte kurutulur. Buna “tavlama” denir. Bu aşamada derinin yüzü sert bir şekildedir. Deri uç kısmından boğumlanıp kendirle bağlanarak, duvar halkasına tutturulur. “Doğunluk” denilen, el ve ayakla çalışan bir âletle “yumuşatma-cilâlama” işlemi yapılır.

Bu şekilde yumuşatılan ve parlatılan deri, “havaralama” işlemi için dağlardaki taş ocaklarına gönderilir. Burada “havara” denilen beyaz taş unu, derinin tüylü tarafına el ile iyice sürülerek tüyler temizlenir. Kirlerden arınıp temizlenen tüyler böylece parlaklık kazanır. Havaralama işlemi yumuşak ve beyaz renkte taş veren taş ocaklarında yapılır. Sarı ve sert taş veren ocaklar bu iş için uygun değildir. Eşek Boğan, Delikli ve Bamya mağaralarındaki taş unlarının bu iş için makbul olduğu esnaf arasında söylenmektedir.

Havaralanan deri tekrar dükkâna getirilerek doğunlukla ikinci kez yumuşatmaya alınır. Yumuşatıldıktan sonra kazakla et tarafı son kez silinir. Böylece derinin tımar işlemi tamamlanmış olur.

2. Biçme-Dikme İşlemi

Tımar yapılan deriler, türlerine ve renklerine göre sınıflandırılır. 60-65 cm. arasında boy kesilirler. Boy, daha uzun veya daha kısa olamaz. Ancak bir boy derinin eni 20-25 cm. arasında değişebilir. Ölçme işlemi, her iki santimetrede bir çizgi atılmış, 70 cm. uzunluğundaki “arşın” denilen tahta bir ölçü âletiyle yapılır.

Biçki işlemi (boy kesme) özel deri makası ile yapılır. Bu makasın en önemli özelliği deriyi keserken tüyleri kesmemesidir. Böylece yan yana dikilen derilerin tüylü kısımlarından bakıldığında dikiş izi görünmez.

Biçilen parçalar, iğne ve “üsküf” (yüksük) ile el dikişi yapılarak birbirine dikilir. Birer karış enindeki (20-25 cm) 12 parça derinin yan yana dikilmiş şekline “bir şakka” denmektedir. Bir kürk, biri üst şakka, diğeri alt şakka olmak üzere iki şakkadan ibarettir. Bu iki şakka, birbirine teğellenerek 120-130 cm uzunluğunda, 12 karış eninde kürk boyu elde edilir. İki şakka halindeki kürk, kadınlar tarafından dikilmek üzere evlere gönderilir. Kadınlar, el dikişi ile her parçayı aralarına bez “sızı” koyarak tekrar dikerler. Parçaları ve iki şakkası sağlam olarak birbirine dikilmiş olan kürk, tekrar dükkâna gönderilir.

Dükkânda, özel kürk makasıyla tüyler kırpılarak bir hizaya getirilir. Buna “alçak-yüksek alınma” denir. Bu işlemden sonra, kürk havaralanmak üzere tekrar dağa gönderilir. Tüyler son kez havaralanarak temizlenip parlatılır. Havaralama sırasında yatık durumda olan tüyler kabardığından tekrar çok hafif olarak alçak-yüksek alınması yapılır ve tüyler aynı hizaya getirilir. Son olarak kürkün yaka kısmına, kol ağızlarına ve eteğine siyah tüylü deri dikilir. Böylece kürkçü dükkânındaki işlemler bitmiş olur.

3. Üzleme (Yüzleme) İşlemi

Kürkü, bu durumda satın alan kişiler terziye götürerek “şakaf” denilen siyah renkli özel kürk kumaşıyla dıştan kaplattırırlar. Buna “üzleme” denilmektedir.

Böylece “kürk” denilen geleneksel kışlık giysi tamamlanmış ve kullanıma hazır olmuştur.

Kürk imal edildikten sonra, genellikle Sipahi Pazarı’ndaki mezata gönderilmekte; buradaki tellallar tarafından -kullanılan malzeme ve işçilik göz önünde bulundurularak- açık arttırma ile Sipahi Pazarı esnafına satılmaktadır. Kürkleri satın alan esnaf da dükkânlarında halka satış yapmaktadır.

Kürkçülük sanatı, Şanlıurfa’da “Kürkçü Pazarı” denilen tarihi çarşıda çok eskiden beri sürdürüle gelmektedir. Kürke talep çok olduğundan bu sanat, diğer geleneksel el sanatları gibi önemini yitirmemiş olup halen revaçtadır. Derinin kürk oluncaya kadar geçirmiş olduğu birçok yorucu ve uzun işlemlerinden dolayı insanı çabuk yıprattığı için, kürkçü esnafı tarafından bu mesleğe “dev mesleği” denir.

Kürkçülükte Kullanılan Terimler-Âletler

Alçak-Yüksek Alınma: Kürkün tüylerinin makasla kırpılarak aynı hizaya getirilmesi.

Arşın: 70 cm uzunluğunda, 2 santimetrede bir işaretlenmiş, metreye benzer ahşap ölçü âleti.

Cilâlama: Doğunluk âletiyle derinin yumuşatılıp parlatılması.

Doğunluk: Ağaç bir sap üzerindeki demir yay ve altında ayak geçen kayış kısmından oluşan, derinin et kısmını yumuşatmaya yarayan âlet. Kayış ağaca geçirilir; el ile ahşap kısmından tutularak, -ayağa geçirilen kayışa baskı yapmak suretiyle- demir yay kısmı deriye sürülür.

Havara: Beyaz kalker taşının tozu.

Havaralama: Kürkün tüylü kısmının beyaz taş tozu (havara) sürülerek temizlenmesi.

Pişme Payı: Şaf ve tuz sürülmüş derinin 24 saat süreyle dinlenmeye alınması.

Şakka: 12 parça derinin yan yana dikilmiş hâli.

Şakaf: Kürkün dış kısmına terzi tarafından dikilen siyah renkte özel kumaş.

Şebleme: Derinin tuz ve şap ile terbiye edilmesi.

Tavlama: Derinin güneşte kurutulması işlemi.

Tımar: Şeblemenin diğer adı.

Üsküf: Dikiş esnasında parmağa takılan madeni yüksük…

Üzleme: Kürkün dış yüzeyinin terzi tarafından kumaşla kaplanması.

Debbağlık

Büyükbaş hayvancılığın yaygın olduğu Şanlıurfa’da, debbağlık sanatının geçmişi çok eskilere dayanmaktadır. Bu sanat günümüzde fabrika türü derilere yenik düşerek tamamen terk edilmiş bir durumdadır.

“Gön debbağlığı” ve “deri debbağlığı” olmak üzere iki bölüme ayrılan bu zenaatın her bölümü ayrı debbağhânelerde ve ayrı ustalar tarafından icra edilirdi. Gön debbağları aşağı debbağhanede, deri debbağları da yukarı debbağhânede çalışırlardı. 1883 tarihli Halep Vilâyet Salnâmesi’nde her iki debbağhâneden söz edilmektedir.

I- Gön Debbağlığı

Eski Et ve Balık Kurumu’nun batısındaki Aşağı Debbağhâne (Ahırvan) denilen yerde yapılırdı. Bu debbağhâne, halen muhafaza edilmektedir. Öküz, inek ve deve gibi büyükbaş hayvanların derilerinin işlenmesine “gön debbağlığı”, bu sanatı yapanlara da “göncü” denilmektedir. Buradaki gön kelimesi kösele anlamında olmayıp, kalın deri anlamındadır. Bu deri, postallarda yüz ve astar olarak kullanıldığı gibi sarraçlıkta da kullanılmaktadır.

 

Gönün Hazırlanması

Debbağhane Çarşısı’nda iç kısmı kireçlenerek 24 saat yatırılan derinin yünleri kabaca yolunur ve Aşağı debbağhane’ye gönderilir. Deri burada su içerisinde ıslatılır. “Heyden” denilen ve avluda yer alan kireç çukuruna üç gün süre ile yatırılır. 20 cm eninde, 1.5 m uzunluğunda “vereçe” denilen duvara dayalı tahta üzerine yatırılır. Ağzı bıçak gibi yarı keskin, iki yanı ağaç saplı “demir” denilen âletle kalan tüyler iyice alınır.

Deri tekrar kireç çukuruna yatırılır. 25 gün sonra çıkarılarak demir ile eti alınır. Daha sonra, Debbağhane’nin ortasından akan Halil-ür-Rahman çayında iyice yıkanarak “sile” tabir edilen ve içerisinde “sakat” denen köpek pisliği karıştırılmış su bulunan bir havuza yatırılır. Sıcak günlerde 3-5 gün, soğuk günlerde 20-25 gün sile çukurunda yatan deri, daha sonra buradan çıkarılır ve çayda iyice yıkanıp temizlenir.

Sile havuzu boşaltılarak temizlenir ve sumak yaprağının karıştırıldığı su ile doldurulur. Gön, bu suya yatırılır. Bir hafta sonra çıkartılır. Sile havuzu tekrar boşaltılarak temizlenir, dövülmüş mazı kozalağı ve su karışımı ile doldurulur. Deri, 1 hafta 10 gün süreyle bu karışıma da yatırıldıktan sonra çıkartılır. Mevsimlerden kış ise güneşte, yaz ise gölgede kurutulur ve yüz kısmı iç yağı ile iyice yağlanır. Yağlama işleminden sonra deri gölgede dinlenmeye alınarak kurutulur ve tekrar suya basılır.

Bundan sonra boyama işlemine geçilir. Topak haline getirilmiş sığır kuyruğu, “Zaç Ruhu” karıştırılmış boyaya batırılarak gönün yüzüne sürülür. Daha sonra güneşte kurutulan gön, “sıpa” denilen tezgâh üzerine yatırılır; karşılıklı iki kişinin iple çektiği ve tavana asılı “iskefe” denilen billur cam âletle parlatılarak satışa hazır hale getirilir.

II- Deri Debbağlığı

Çakeri Camii’nin doğusunda yer alan ve günümüzde gecekondularla işgal edilmiş olan “Yukarı Debbağhane” denilen yerde yapılırdı.

Koyun ve keçi gibi küçükbaş hayvanların derilerinin işlenmesine “deri debbağlığı”, bunları işleyenlere de “debbağ” denilmektedir. Gön denilen kalın derilere nazaran daha ince olan bu deriler postal ve ayakkabılarda astarlık deri olarak kullanılmaktaydı.

Başlıca deri çeşitleri şunlardır:

1- Meşin: Koyun derisinden yapılır ve postallarda astar olarak kullanılır.

2- Sahtiyan: Keçi derisinden yapılır.

3- İnce Astar: Meşin ve sahtiyanın cildi bozuk olanlarıdır.

Derinin Hazırlanması

Bazı farklılıkları olsa bile, gönün hazırlanmasına benzer. İç kısmı tuzlanmış deri, Debbağhane Çarşısı’ndan satın alınır. Suda iyice yıkanarak yumuşatılır. İç kısmına kireç sürülerek ikiye katlanıp yatırılır. 24 saat sonra açılarak yünleri yolunur ve Yukarı Debbağhane’ye gönderilir. Burada 15-20 gün süreyle kireç çukuruna yatırılır. Daha sonra bu çukurdan çıkarılan deri, içerisinde “sakat” denilen köpek pisliği ve su karışımının dolu olduğu “sile”ye (havuza) basılır. Kış aylarında 3 gün, yaz aylarında 1 gün bu çukurda bekletilen deri, daha sonra çıkarılarak iyice yıkanır. Yere yatırılarak bıçakla tüyleri alınır. Buğday kepeği ve su karışımından oluşan “bulamaç” çukuruna yatırılır. 2 gün sonra bu çukurdan çıkartılarak su ile tekrar yıkanır.

Ezilmiş sumak yaprağı ve su karışımı ile dolu “sile”ye yatırılır. 3-4 gün sonra çıkartılarak çayda temiz su ile yıkanır. “Sırık” denilen ağacın üzerine asılarak suyu süzdürülür. Buna “su düşmesi” denir.

Su düşmesinden sonra deri, ezilmiş mazı kozalağı ve su karışımı ile dolu sileye yatırılır. 3-4 gün sonra çıkartılarak içerisinde 10 kg tuz eritilmiş sileye tekrar yatırılır. 1 gün sonra çıkartılarak sırığın üzerine atılıp tekrar suyu süzdürülür. Yaz mevsimi ise gölgede, kış mevsimi ise güneşte serilerek kurutulur. Tekrar temiz suya basılıp yıkanır ve sırığa atılarak suyu süzdürülür.

Bu aşamalardan sonra deri, masa şeklindeki tezgâha yatırılarak çeşitli renkte boyalarla el ile boyanır. Gön debbağlığının aksine, deri debbağlığında boyaya “Zaç Ruhu” katılmamaktadır. Boyanan deri güneşe serilip yarı kurutulur. Tekrar tezgâha yatırılıp yüzüne zeytinyağı serpilir. Camdan yapılmış ve “bellur” denilen merdâneye benzer âletle parlatılıp satışa hazır hale getirilir.

“Bellur” âleti, göncülükte tavana asılı olarak karşılıklı iki kişinin iple çekmesi, deri debbağlığında ise, bir kişinin el ile sürmesi suretiyle kullanılmaktadır.

Gön ve Deri Debbağlığında Kullanılan Terimler-Âletler

Bellur: İskefe’nin deri debbağlığında el ile kullanılan türü.

Debbağ: Koyun ve keçi gibi küçükbaş hayvanların derilerini işleyen usta.

Demir: İki yanında tutacak ağaç sapları bulunan, ortasında derideki fazla etleri kazımaya yarayan demir kısmı bulunan âlet.

Göncü: Büyükbaş hayvanların derilerini işleyen usta.

Heyden: Kireç havuzu.

İskefe: Sıpa üzerine atılan gönü parlatmaya yarayan, iple tavana asılı olan ve karşılıklı iki kişi tarafından iple çekilen silindir şeklinde cam âlet. Göncülükte kullanılır.

Meşin: İşlenmiş koyun derisi.

Sahtiyan: İşlenmiş keçi derisi.

Sakat: Köpek pisliği.

Sıpa: Birbirine çatılmış karşılıklı ikişer ayak arasına atılan tahtadan meydana gelen ve üzerinde kalın deri işlenen araç.

Su Düşmesi: Derinin asılarak suyunun süzdürülmesi.

Sile: İçerisinde “sakat” ve sumak yaprağı ile mazı kozalağı karışımı su bulunan havuz, çukur.

Vereçe: 20 cm eninde, 1,5 m boyunda olup, duvara dayanan tahta. Üzerine deri yatırılarak kazınır.

Zaç Ruhu: Bir tür asit.

Göncü ve Debbağ Esnafı Arasındaki Dayanışma

Her iki esnafın eski ustaları, 60-70 yıl önce “Esnaf Şıhı (Şeyhi)” denilen birinin başkanlığında, Ahîlik teşkilatına dayalı bir teşkilat kurarak şöyle bir dayanışma içerisine girmişlerdir:

Ustalar, işledikleri bir deriyi her ay Esnaf Şıhı’na getirir, Esnaf Şıhı da bu derileri satarak paralarını biriktirirdi. Bu paralar bir dükkânın mülkünü alacak miktara geldiğinde, esnaf adına müşterek bir dükkân satın alınırdı. Kiraya verilen bu dükkânların geliri ile de yeni dükkânlar satın alınırdı. Bu şekilde dükkân sayısı 15’i bulmuştur. Terk edilmiş olan bu sanatın ustalarının çocukları, günümüzde kendi aralarında “Göncüler Derneği” adında bir dernek kurmuşlardır. Bu derneğin yönetim kurulu, her yılın Ramazan ayında toplanarak, 15 dükkândan elde edilen kira paralarını, esnaftan olan veya esnafa yakın bulunan muhtaç kimselere herkesin gözü önünde eşit bir şekilde paylaştırmaktadırlar.

Bu esnafın günümüzde yaşayan ustaları, çocukları, yaşlısı ve genci derneğin organizasyonu ile senede bir gün bir araya gelip, tanışıp kaynaşmak ve hoşça vakit geçirebilmek amacıyla Dede’nin Serinci (Sarnıcı), Kanlı Mağara gibi dağlardaki mesire yerlerine gitmektedirler. Bu şekilde dağa gitme geleneği, Şanlıurfa’daki birçok esnaf tarafından günümüzde de sürdürülmektedir.

Urfa Folklorunda Debbağhâne

Evinde huzuru olmayanlar, dükkânında işleri ters gidenler, kendilerine sihir yapıldığını hissedenler (bilhassa kadınlar) Cuma selâsı sırasında Debbağhâne’ye giderek o gün sile çukurunda hangi su var ise (“Ahırvansuyu” denilen bu su, köpek pisliği, dövülmüş mazı kozalağı ya da dövülmüş sumak yaprağı karışımından oluşur) bir şişeye doldurur, daha sonra sile çukuru etrafında dönerek şu maniyi söylerler:

“Dağda darı harmanı içinde değirmeni, kırk yıllık cadıların Ahırvandır dermeni”

Daha sonra şişeye doldurulan su, “pislik pisliği giderir” düşüncesi ile içerisinde huzursuzluk olan, sihir yapılan evlere, işleri iyi gitmeyen dükkânların önlerine, köşelerine serpilir, böylece sihrin bozulacağına, kısmetin açılacağına inanılır. 20-30 yıl öncesine kadar sürdürülen bu bâtıl inanç, debbağhânenin faaliyetlerini durdurması neticesinde günümüzde terk edilmiştir.

 

Kaynak

http://ekitap.kulturturizm.gov.tr

 
ISTANBUL
 
 
 
 
 
Bugün 42 ziyaretçi (96 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol