Gölge Oyunu

Gölge Oyunu

Deve veya manda derisinden yapılan, “tasvir” adı verilen insan, hayvan veya eşya şekillerinin çubuklara takılıp arkadan verilen ışıkla beyaz perde üzerinde hareket ettirme esasına dayanan gölge oyunudur. Oyun, adını Karagöz’den almaktadır. Karagöz adı ile yaygın olarak bilinen bu oyuna, halk arasında zaman zaman “Hacivat” adı da verilmektedir. Gölge oyununun kaynağı Güneydoğu Asya ülkeleri olarak kabul edilir. Türkiye’ye gelişi hakkında ise değişik görüşler vardır; Georg, Jacob tarafından savunulan görüşe göre, gölge oyununun Çin’den Moğollara geçtiği, buradan da Türklerin Anadolu’ ya göçleri sırasında beraberlerinde getirdiği şeklindedir. Gölge oyununun Mısır’dan geldiğini savunan görüşe göre, 1517 yılında Mısır’ı ele geçiren Yavuz Sultan Selim, bir gölge oyunu sanatçısının Memlûk Sultanı Tumanbay’ın asılışını canlandırdığı, gölge oyununu izlemiş bu sanatçıları İstanbul’a getirtmiştir. Türklerin de bu sanatçılardan gölge oyununu öğrenerek icra ettiğidir. Karagöz’ün Türkiye’ye geliş tarihi ile Çingenelerin geliş tarihlerinin çakışması, Karagöz’de rastlanan bazı Çingene özellikleri nedeniyle gölge oyununun Endonezya’nın Cava Adası ve Hindistan’dan Türkiye’ye, Çingene oynatıcıları eliyle getirilmiş olduğuna dair bir görüştür. Diğer bir görüş ise, gölge oyununun Yahudiler tarafından İspanya ve Portekiz’den getirilmiş olabileceğidir.


Karagöz ve Hacivat’ın gerçekten yaşamış kişiler olduğuna inanılarak ortaya atılan değişik görüşler ve anlatılar da vardır. Bu konu ile ilgili anlatıların en yaygını şöyledir; “Karagöz ve Hacivat, Sultan Orhan zamanında Bursa’daki Ulu Cami’nin yapılışında usta olarak çalışmaktadırlar. Sık sık işi bırakıp espriler yaptıkları için, işçiler bunları izlemekte, inşaatın ilerlemesi engellenmektedir. Durumu gören Sultan Orhan’ın Karagöz ve Hacivat’ı astırdığı, sonradan pişman olduğu, Şeyh Küşteri adlı birinin Karagöz ve Hacivat’ın resimlerini yapıp arkadan ışık vererek bir perdede oynattığı” şeklindedir. Şeyh Küşteri Karagöz’ü yaratan kişi olarak anılmaktadır. Karagözcüler, Şeyh Küşteri’yi pîr’leri olarak kabul ettikleri için, Karagöz perdesine “Küşteri Meydanı” adını vermişlerdir.

Kendi mizah anlayışımıza, estetik değerlerimize göre biçimlendirilen ve geliştirilen gölge oyunu Karagöz, XVI. yüzyılda “Hayâl-i Zıl” veya “Zıll-i Hayâl” olarak adlandırılmaktayken, XVII. yüzyılda kesin biçimini almış ve Karagöz adıyla anılmaya başlamıştır. Şeyh Küşteri Karagöz’ü yaratan kişi olarak bilinmektedir. Karagöz XVIII. yüzyıldan itibaren halkın en sevilen eğlence türlerinden biri olmuştur. Karagöz oyununun saraylarda ve konaklardaki eğlencelerde, kahvehanelerde, bahçelerde ve özel ortamlarda oynatıldığı bilinmektedir. Karagöz gösterileri, toplumun her kesiminde takdir toplamış beğeniyle izlenmiştir. Bu durum 19. yüzyılın ortalarına kadar sürmüştür. Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıfladığı gerileme döneminde Karagöz sanatçılarının yöneticilerle ilgili eleştirilerinin artması, yöneticileri rahatsız etmiş, siyasal taşlamalara yasak getirilmiştir. Hem siyasal yasaklamalar hem de Batı tiyatrosunun 19. yüzyılda Türkiye’ye girmesi sosyal ve ekonomik değişiklikler Karagöz gösterilerine ilgiyi azaltmıştır. 19. yüzyılın sonu, 20. yüzyılın başı savaşlarla geçen bir dönem olduğundan Karagöz sanatçıları gösteri yapma olanağı bulamamış, birçoğu sanatı bırakmıştır. Cumhuriyet döneminde, 1932 yılında Halk Evlerinin açılmasıyla Karagöz sanatçıları sanatlarını yeniden icra etme olanağını bulmuşlardır. 1952 yılında Halk Evlerinin kapatılmasıyla Karagöz sanatçıları tekrar sıkıntılı bir döneme girmişlerdir. Daha sonraki Karagöz çalışmaları, meraklıları tarafından bireysel çabalarla sürdürülmüştür. 1970 yılından sonra kurulan Kültür Bakanlığı’nın destekleme çalışmaları, bu sanatın canlandırılması ve yaşatılmasında etkili olmuştur.

Karagöz tek sanatçının yeteneğine bağlı olarak oynatılır. Perdedeki tasvirlerin hareket ettirilmesi, değişik tiplerin seslendirilmesi, şive taklitleri bir tek sanatçı tarafından yapılmaktadır. Sanatçının yanında kendisine yardım eden bir veya daha fazla yardımcısı bulunmakta, bunlara, “hayâli” veya “hayâlbaz”, bu çırakların yardımcılarına “sandıkkâr”, oyun takımı ile görevli kişiye de “sandıkkâr” denilmektedir. Oyunlarda şarkıları, türküleri okuyanlara “yardak”, tef çalan yardımcıya da “dayrezen” adı verilmektedir. Günümüzde Karagözcülere yardım edenlerin tamamına “yardak” denilmektedir. Karagöz sanatçıları usta çırak ilişkisiyle yetişmektedirler.


Karagöz’de konular, komik öğeler öne çıkarılarak işlenmekte; çifte anlamlar, abartmalar, söz oyunları, ağız taklitleri belli başlı güldürü öğesi olarak yer almaktadır. Karagöz oyunları, metinli oyunlar grubunda yer almakla beraber, oynatan sanatçının yeteneğine, icra ortamına göre, doğaçlama olarak değişikliklere uğrar. Karagöz oyunlarında, geleneğe bağlı olarak, değişiklik yapılmadan oynatılan oyunlara “kâr-i kadîm” oyunlar, değişikliklere uğrayan oyunlar ile yeni oluşturulanlara ise “nev- icat” oyunlar denilmektedir.

Karagöz oyunu dört bölümden oluşmaktadır. Hacivat’ın semâi söyleyerek perdeye geldiği, perde gazelini okuduktan sonra Karagöz’ü çağırdığı ve Karagöz’le Hacivat’ın kavga ettikleri giriş bölümüne “mukaddime” (başlangıç) denir. Bu bölümde Hacivat’ın söylediği perde gazelinde, oyunun bir öğrenme aracı ve gerçeklerin göstergesi olduğu belirtilerek felsefi, tasavvufi anlamı vurgulanır.

Bu bölümde Karagöz ve Hacivat’ın kişilik özellikleri ve karşıtlıkları vurgulanır. Muhavereler oyunla ilgili olabildiği gibi, ilgisiz de olabilir. Bu bölümde, oyunun başkişileri olan Karagöz ve Hacivat arasında geçen salt söze dayanan olaylar dizisinden sıyrılmış, somutlaştırılmış ikili konuşma yer alır. Buna “muhavere” (söyleşi, diyalog) denilir. Muhavere, tekerleme biçiminde de olabilir. Bu bölümde Karagöz ve Hacivat’ın kişilik özellikleri ve karşıtlıkları vurgulanır. Muhavereler oyunla ilgili olabildiği gibi, ilgisiz de olabilir.

Asıl hikâyenin anlatıldığı, diğer tiplerin perdeye geldiği bu bölüme “fasıl” (oyun) adı verilir. Oyun, buradaki konuya göre isim alır. Fasıl’ın sonunda oyuncular perdeden ayrılır Hacivat ve Karagöz kalır. Oyunun sonunun haber verildiği, Karagöz ile Hacivat’ın oyundaki espriler ve yanlış anlamalardan dolayı seyirciden özür dilediği, bir sonraki oyunun duyurusunun yapıldığı bölüme “bitiş” (Final-Epilog) adı verilir.

Karagöz’ün oynatıldığı beyaz perdeye “ayna” adı verilir. Perdeler önceleri 2×2,5 m iken sonraları 110×80 cm ebadında yapılmaya başlanmıştır. İç tarafta perdenin altına kurulmuş “Peş Tahtası” (destgâh) vardır. Oyunda bunun dışında zil, tef, kamış, nareke (düdük), perdeyi aydınlatacak kandil veya ampul vardır. Bunlar peş tahtasının üzerinde bulunur. Oyunda kullanılan tasvirler genellikle 32 – 40 cm büyüklüğünde olur. Tasvirler 50 cm. boyunda, 1 cm. çapında gürgen ağacından yapılmış çubuklarla oynatılır. Türk Karagöz’ü yatay çubuklarla oynatıldığından, görüntüler tek yönlü hareket ederler, geri dönemezler. Bunu yenmek için kimi görüntülerde “fırdöndü” denilen teknik kullanılır. Çin gölge oyununda olduğu gibi, görüntülerin sırtına deriden ufak bir yuva yapılır. Bir menteşe yardımı ile görüntünün sağa sola dönmesi sağlanır. Karagöz oyunlarında yer alan tiplerin tamamı tasvirler yoluyla canlandırılır. Tasvirler, cam deri tekniği ile tabaklanan, şeffaflaştırılmış deve, düve, manda, at, eşek ve keçi derisinden yapılmakta, doğal boya ile renklendirilmektedir. Oyunda Karagöz ve Hacivat dışında yer alan diğer tipler, Tuzsuz, Çelebi, Matiz, Tiryaki, Beberûhi, Arnavut, Yahudi, Rum, Acem, Kürt, Laz, Kastamonulu, Kayserili, Rumelili, Efe, Zeybek, Zenneler vb.
 
 
Kaynak
www.karagozevi.com


 
 
 
ISTANBUL
 
 
 
 
 
Bugün 22 ziyaretçi (27 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol