Taş İşçiliği
Taş işçiliği (Sengtırâşî-Haccârî), Anadolu Türk mimarisini teşkil eden ana unsurdur. Yalın haliyle asil bir duruşa sahip olan taş, oyma/kabartma ve şebekeli oymanın yanı sıra kakma veya münâvebeli örme suretiyle mimariye belirgin bir incelik kazandırmaktadır. Sofalarda ve pencere önlerinde sıkça rastlanan, renkli taşlardan meydana getirilmiş taş-mozaik yer döşemeleri taş işçiliğinin farklı bir çeşidini oluşturmaktadır. Taş işçiliğinin en yaygın biçimini oyma ve kabartmalar teşkil eder. Taş üzerine kabartma uygulanırken nakkaşın hazırladığı resim iğneleme işleminin ardından kömür tozuyla ve silkme usulüyle zemine aktarılır, fırça veya kalemle tesbit edildikten sonra taşçılar tarafından işlenir. Selçuklu mimari tezyinatında taş malzemeye büyük bir ustalıkla uygulanan geometrik kompozisyonlar Osmanlı mimarisinde yapıların ikinci derecedeki elemanlarına indirgenmiştir. Taş işçiliğinin kendini gösterdiği yerler taç kapılar, mukarnaslar, intikal unsurları, saçaklar, sütun başlıkları, şebekeler, minber, mihrap, alem vb. tâli mimari unsurlardır.
İnsanoğlunun hayatında önemli bir yer tutan taş, dünyanın oluşumundan beri çeşitli şekillerde bize hizmet etmiştir. İlk akla gelen ifade olarak sağlamlığıyla öne çıkan taş, teknolojinin gelişmesi ile eskisi kadar değilse bile yine de hayatımızda, özellikle inşaat alanında önemini korumaktadır.
Geçmişte ecdâdımız, yapıları, yolları taş ile inşa ederken, onu sevimli ve sıcak bir şekilde kullanmaya gayret etmiş ve diğer süsleme sanatlarımızda olduğu gibi taşı da oya gibi işleyerek kullanmıştır. Bu şekilde ortaya apayrı bir süsleme dalı çıkmıştır.
Türk süsleme sanatına taşın girmesi Türklerin Anadolu’ya gelişi ile başlar. Orta Asya’da yapı elemanı olarak kullandıkları kerpiç, tuğla ve moloz gibi malzemelerden taşa geçişleri, Anadolu’daki önceki uygarlıkların da kalıntılarının tesiri ve taşın burada bol ve sağlam bir yapı malzemesi olarak bulunması ile artık vazgeçilmez bir inşaat tekniği başlamıştır. Türk sanatkârları, inşaat elemanı olarak kullandıkları taşı süslerken, Orta Asya’daki diğer sanat dallarında kullandıkları süsleme motiflerini, taşta da kullanmaya gayret etmişler, bunu Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde daha da geliştirmişlerdir. Anadolu’daki taş süslemelerinde, kuzey ve kuzey doğuda Kafkas ve Azeri etkisi, güney ve güney doğuda, Suriye’nin Eyyûbi ve Zengi eserleri etkisi az da olsa görülür. Sanatımızda çok önemli bir dönem olan XIV. yüzyıldan sonra taş süslemeciliğimiz artık kendine has bir tavır kazanmıştır diyebiliriz.
Selçukluların Anadolu’da başlattıkları inşaat faaliyetlerinin taş süslemesine yansımasında ilk göze çarpan eserler olarak dinî ve sivil yapıların portallarını, camilerin minare, minber ve mihraplarını, kemerleri, eyvanları, tonoz ve sütun başlıklarını söyleyebiliriz. Portallar taş işçiliğinin en güzel sunulduğu muhteşem yapılardır. Mimari eserlerin âdeta vitrini olarak niteleyebileceğimiz portallarda, niş dediğimiz girinti, genellikle önce sivri bir kemerle sonra da dikdörtgen bordürlü bir çerçeve ile kuşatılmıştır. Niş içindeki kapı üzeri daha yumuşak, yayvan bir kemerle çevrilidir. Ön cephe olarak sütunçeler, küçük nişler ve kabara tarzı rozetlerle, her bir yer oya gibi, dantel gibi işlenmiş olarak ve çoğu zaman da bu güzellik tamamlayıcısı olur. Pek çok portalda yazılar da âdeta kâğıt üzerine yazılmışcasına muntazam ve estetik olarak şeritler halinde uygulanmıştır. Sivas Gök Medrese, Çifte Minareli Medrese, Konya İnce Minareli Medrese, Sırçalı Medrese, Karatay Medresesi, Amasya Bimarhanesi, Divriği Ulu Camii ve Darüşşifa portallerini ilk aklımıza gelenler olarak sayabiliriz.
Cami içi olması ve Yüce Allâh’ın huzurunda bulunma hissi ile mimarimizde mihraplar önemli bir yer tutar. Caminin âdeta iç vitrinleri olarak yapılan taş mihraplar da, portal görünümünde olup aynı ince işçilik onlarda da vardır. Mihraplar da kenar bordürleri köşelikler ve alınlıklar, yerine göre yazılarla süslenmişlerdir. Divriği Ulu Cami, Aksaray Ulu Camii, Kayseri Hunat Hatun Camii mihraplarını bunlara örnek verebiliriz.
Türk taş süslemeciliğinde bitkisel ve geometrik motiflerin yanı sıra hayvansal motiflere de rastlanır. Bu tarz daha ziyade figürlü kabartma tarzıdır. Bir çeşit heykel sanatı olarak nitelenebilir. On beşinci yüzyıldan sonra bu tarz kullanılmamıştır. Örnek olarak Selçuklu Devleti’nin sembolü çift başlı kartalı gösterebiliriz.
Taşı, işlenmesi açısından kabartma, şebeke ve kakma olarak üç gurupta toplayabiliriz. Şebekeler daha ziyade korkuluklarda kullanılmış ağ şeklinde geometrik desenlerdir. İznik Yeşil Cami’de belirgin şebekeleri görebiliriz. Kabartma motiflerde daha ziyade “çiçek, Rûmî ve münhâni” adı verilen süslemeler kullanılmış olup, güzel örnekleri Bursa Yeşil Cami’de karşımıza çıkar. Kakmalarda ise farklı renkli taşlar kullanılmıştır. Edirne Üç Şerefeli Cami’yi buna misal gösterebiliriz. Burada renkli taşlarla kakmalar yapılmıştır.
Taşın müstakil kullanımının yanı sıra, bir çeşit pişmiş toprak olan tuğla ile de daha çok pencere alınlıklarında ve kapılarda, tuğlalarla süslenmiş olarak gayet dekoratif bir şekil aldığını görüyoruz. Türk sanatında ve süslemeciliğinde taş, oldukça mühim bir yer işgal eder. Bin yıllık köklü bir medeniyetin ürünleri olan ve hâlen incelik ve ustalığına hayran olunan bu sanatımızı anlatmak ve örnek vermenin, böyle kısa bir yazıyla mümkün olamayacağı âşikârdır. Burada çok özet bir bilgi verilmeye çalışılmıştır.
Taş İşçiliği Nasıl Yapılır?
Yapılacak taşın restorasyonda orijinal hâlinin fotoğrafı çekilir Daha sonra taşın şeklinin veya durumunun tespiti yapılır Mesela silme taşı işe, profil tarağı yardımıyla profil şekli çıkarılır Taraktaki şekil hemen bir mukavva üzerine çizilir ve hataları düzeltilir Daha sonra bu şekil maket bıçağıyla dikkatlice kesilir. Kesilmiş kısım erkek, kalan kısım ise dişi olarak adlandırılır ve kullanılır. Böylece bir şablon oluşmuş olur. Şablonun erkek kısmı taşın üzerine karşılıklı yönlerine dikkatlice çizilir. İnce ve kalın keski, madırga, zımpara yardımı ile taş işlenir. Daha sonra taşın son hali için şablonun dişisi taşın üzerine konur ve kontrol edilir. Pürüzleri giderilir ve taş hazır hâle getirilir
Taş yontucuları – Taş ustaları
Taş ocaklarından kaba olarak çıkarılan taşı çeşitli amaçlar için kullanılmak üzere işleyen, yontan, şekil veren, süsleyen ve gerektiğinde üzerlerine çeşitli yazılar yazan ustalara taş yontucuları veya taş ustaları denmektedir. Taş ustalığı, yapıların kesme ve yontma taş kullanılarak yapıldığı dönemlerin gözde mesleklerinden biriydi. Günümüzdeyse unutulmak üzere olan iş kollarından biridir. Taş ustalarını anlatırken söze taş ocaklarından başlamamız doğru olacaktır. Taş ustalığı taş ocaklarından başlar. Bu mesleği yapan taş ustaları amaçlarına uygun taşları taş ocaklarından çıkarırlar. Bunun için de önce taş çıkarılmaya elverişli taş ocakları belirlenir. Ocaklardan taş çıkarmak, kelimenin tam anlamıyla ekmeğini taştan çıkarmak demektir.
Mağaraya Dönüşür Taş Ocakları
Taşçılar ocaklarda, “külünk” denilen kesici ve yontucu âletleri ile zeminde yuva açarlar. Daha sonra yuvalara ağız tarafı ince demir keskiler çakılarak taş blok bulunduğu yerden kırılarak çıkarılır. Aslında taşı ocaktan çıkarma işi de ustalık isteyen bir iştir. İyi bir taş ustası taşın damarını bularak balyoz ve keskiyle istenilen boyutta taşı çıkarabilir. Bu da tamamıyla taşı çıkaran ustanın maharetine ve becerisine bağlıdır. Kesilerek çıkarılan taşlar bir kişinin taşıyabileceği boyutta olurlar.
Zamanın Mimarlarıydı Yontucular
İnşaat alanına yığılan taşların bundan sonraki serüvenleri yapıcı da denilen taş yontucularıyla devam eder. Bu ustalar bir bakıma hem yontucu hem mimar hem de inşaatçı kabul edilirler. Her mesleğin bir pîri olduğuna göre taş ustalığının da pîri Hz. İbrahim Halilûllâh peygamberdir. İnanışa göre Kâ’be’nin inşaatından sonra Urfa’ya gelmiş ve Halil Rahman külliyesini yapmıştır. Yanında yetiştirdiği birçok taş ustası da daha sonradan Antep, Mardin, Diyarbakır yörelerine dağılarak mesleğin yayılmasını sağlamışlardır. Türklerle beraber yaşayan Süryâniler ve Ermeniler de taş işçiliğini öğrenmişler ve kendi kutsal binalarını ve evlerini yapmışlardır.
Taş Kullanıma Nasıl Hazırlanıyor?
İnşaat alanına ocaklardan getirilen taşlar önce külünk ile düzeltilir, daha sonra tarak denilen âletle dikdörtgen şekilde yontulurdu. Taşlar yontulma biçimlerine göre “musavvat, altı ayaklı, beş ayaklı ve açceli” gibi isimler alır. Taşların kenarlarının dik olması için gönye ile kontrolü yapılır. Beş yüzeyi yontulan taşın bir yüzeyi taraktan geçirilmez. Bu yüzeyi taşın sırt tarafıdır. Yapıda kullanılırken yontulmamış sırtlar yapı ustaları tarafından sırt sırta getirilir ve araya harç atılır. Taşın bu yüzeylerinin tırtıklı bırakılmasındaki amaç harcın taşa daha iyi yapışması içindir. Taşın sırtı külüngün sivri uçları ile taş ustalarının maharetli ellerinde şekillenir ve yapıya uygun hâle getirilir.
Şiir Yazar ya da Resim Yapar Gibi İşlerler Taşı
Taş ustalarının kullandıkları âletlerden bir tanesi de “tarak” adı verilen çelik ağızlı bir âlettir. Bu âlet her iki tarafı keser ağzı gibi ince ve 2-3 mm. diş derinliği olan bildiğimiz saç tarağı şeklindedir. İki tarafı da kullanılır. Taşın yüzeyini aşındırırken bu tarağın dişleri taşın yüzeyinde çizgiler oluşturur. Taş ustaları taşı işlerken sanki şiir yazıyor, sanki resim çiziyor gibidirler. Kim bilir belki de onlar taşları “yontarken” duygularını, umutlarını, sevinç, keder ve ıstıraplarını taşlara kazımaktadırlar.
Taş Çeşitleri
Türkler Anadolu’ya geldiklerinde yerleşik düzene geçerken Bizans ve Romalıların taşı yapı malzemesi olarak kullandıklarını görmüşlerdir. Bu dönemden itibaren de, özellikle Anadolu Selçukluları başta olmak üzere taş işçiliği ve mimarisinde, özellikle de dinî mimaride eşsiz güzellikte eserler ortaya koymuşlardır. Tarihi İpek Yolu üzerinde kervansaraylar, hanlar, hamamlar yapmışlardır. Yurdumuzda taş binaların yapımında sıkça kullanılan bir malzeme olan “Sille” taşı Konya ilimizin Selçuklu ilçesine bağlı Sille yöresinden çıkarılan volkanik ve andazit özellikleri taşıyan ve ismini yöresinden alan pembemsi renkli bir taş cinsidir. Konya yöresinde eski binalarda, camilerde, hanlarda bu taş cinsi çokça kullanılmıştır. Sille taşının işlenmesi ve yapıya uygun hâle getirilmesi kolaydır. Kolay yontulur ve uzun ömürlü sağlam bir taştır. Sille taşı Konya’dan başka Nevşehir ve Eskişehir illerimizde de çıkarılmaktadır. Sille taşı günümüzde de çıkarılması ve işlenmesi kolay bir taş olduğundan eski taş yapıların yenileme işlerinde kullanılmaktadır. Ayrıca 2000 C°’ye dayanıklı olduğundan yüksek ısılı fırın yapımında tercih edilir. Dayanıklılığı, taşıyıcı gücünün oluşu ve Anadolu’da bol miktarda bulunması taşın yapılarda kullanılmasını sağlamıştır.
Her Yörenin Taşı Ayrı
Bitlis ilimizin Ahlat ilçesinde Nemrut Dağı eteklerinde ismini yöreden alan Ahlat taşı çıkarılmaktadır. Yapı malzemesi olarak kullanılan Ahlat taşı zor şartlarda işlenip kullanılmaktadır. Bu ocaklardan hâlâ bin bir emekle, kelimenin tam anlamıyla “ekmeğini taştan çıkaran” ustalar vardır. Mardin ilimizin taş yapılar konusunda ayrı bir yeri vardır. UNESCO’nun “Dünya Mirası Listesi”ne bir zamanlar girmesi söz konusu olan bu kentimizde taş işçiliğinin en güzel örneklerini görürüz. Bu yapılarda yöreye özgü kalker taşı kullanılmıştır. Ocaktan çıkarıldığında yumuşak olan bu taş cinsi havayla temas ettikçe sarımtırak renge dönüşür, sertleşir ve dayanıklı bir malzeme haline gelir. Ocaktan çıkarıldığında işlenmesi kolay olduğundan binaların ön yüzeylerinde şekil verilerek çokça kullanılmıştır. Bu taşlar dantel gibi büyük bir ustalık ve sabırla işlenmiştir. Göz nuru el emeği ve alın teriyle birleşen bu yapılar Güneydoğu Anadolu mimarisinin en güzel örneklerindendir. Midyat ve Mardin yapılarında mimari açıdan pek fark olmamasına rağmen Midyat yapılarında Hıristiyan-Süryâni kültürünün derin izlerini görmek mümkündür.
Kayrak Taşının Özelliği
Kastamonu ve Batı Karadeniz bölgemizde de “Kayrak” adı verilen bir taş cinsi kullanılır. Bu taşın diğer bir özelliği kiremit yerine çatı örtüsü olarak yapılarda sıkça kullanılmasıdır. Kütle halinde çıkarılan kayrak taşı üst üste 3-4 cm. kalınlığında plakaların yapışmasından oluşmuş gibidir. Keski ile bu plakalar birbirinden ayrılır. Şekil verildiğinde döşemeye hazır plakalar gibidirler. Eski ahşap Karadeniz evlerinin çatılarında kiremit görevini üstlenmiştir. Bugün hâlâ çatılarında kayrak taşı bulunan eski ahşap köy evlerine rastlamak mümkündür. Kastamonu’nun Çatalzeytin ilçesine bağlı köylerinde kayrak taşı çatılarda, tarla duvarı ya da baca yapımında kullanılmıştır. Günümüzde sürdürülen inşaatlardaysa ahşap evler yerlerini tuğla ve beton evlere bıraktığından estetik görünümlü bir yapı malzemesi olan kayrak taşı yapılarda ve çatılarda artık kullanılmıyor. Yapılarda artık ahşap kullanılmıyor ve halk, işçiliği daha kolay ve sağlam beton evleri tercih ediyor.
Neden Kayboluyor Taş Ustalığı?
Bu eski ve eşine ender rastlanan yapılar ne yazık ki miras nedeni ile başıboş kaderlerine terk edilmiş durumdadırlar. Çatıları kayrak taşlı bu evlerin mutlaka koruma altına alınması ülkemiz kültürel mirasına büyük katkı sağlayacaktır. Kayrak taşı günümüzde peyzaj mimarisinde tercih edilen bir taş cinsidir. Taşın yapı malzemesi olarak kullanıldığı Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgemizde, briketin yaygın olarak kullanımına başlanması, beton malzemenin kolay uygulanabilmesi ve daha ekonomik olması yüzünden taş ustalığı kaybolmaya başladı. Mardin, Şanlıurfa, Gaziantep, Diyarbakır, Kars illerimizde bugün hâlâ o güzelim taş yapıların en güzel örneklerini bulabiliriz. Gaziantep ve Şanlıurfa’da eski taş yapıların yenilenmesine günümüzde hız verilmiş ve birçok han, hamam, çarşı ve konaklar restore edilerek turizmin hizmetine sokulmuştur. Günümüzde sayıları çok azalmış olan taş ustaları, yapıların yenileme çalışmalarında, lüks konut veya işyerleri yapımlarında ancak aranır olmaktadırlar.
Taş Yontma Yöntemleri
Gaziantepli taş yontucuları taşı yontarken ayaklarını altlarına alıp oturarak çalışırlar. Bu çalışma şekli Güneydoğu taş yontucularının kendilerine has çalışma şeklidir. Örneğin, Orta Anadolu’daki ustalar taşı yontarken oturmazlar; ya eğilerek ya da ayakta yontarlar. Ekmeğini taştan çıkarma deyimi bu mesleğe has bir sözdür. Günümüz mimarisinde taş, yapı malzemesi olarak hemen hemen hiç kullanılmamaktadır. Usta ellerde oya gibi işlenmiş taşlarla yapılan binalar görmek imkânsız hale gelmektedir. Bu gün hayranlıkla baktığımız birçok güzel yapılar ise sayıları gittikçe azalan maharetli ustaların ellerinden çıkmışlardır. Ağaç malzemenin doğa şartlarına dayanıksızlığı ve ağaç tüketimi göz önüne alındığında yapılarda taşın kullanılmasını daha iyi anlayabiliriz. İstanbul’un meşhur tarihi yangınlarında yüzlerce ahşap ev yanıp kül olmuştur. Günümüzde beton blokların arasında korumasız kalmış son birkaç ahşap ev de ateşe verilip sırayla yok edilmektedir. Taş yapılar ise dünden bugüne ve yarınlara kalacak taş gibi eserlerdir. Çok eski bir geçmişi, yorucu bir emeğin ve çabanın ürünü olan bu ecdat yadigârı taş yapıları korumak en büyük insani borcumuz olmalıdır.
Taş Yontucularının Araç Gereçleri
Taş yontucularının kullandıkları âletler gönye, levye demiri (diğer adı muhul, büyük taşları yerinden oynatmaya yarar), tarak, külünk, çekiç (taşın kabasını almak için), balyoz, keski, çivi (ucu sivri çelik kalem) ve yapraktır. Yaprak, el genişliğinde ağızları keskin levha demir olup blok taşların arasına çakılarak yerlerinden kopmalarını sağlar. Taraksa demirci ustaları tarafından taş yontucuları için özel olarak yapılır ve aşındırıcı ağızları çeliktendir. Külünk, saplı ve tarak gibi iki taraflı olup ağız tarafı çeliktendir. Saplı olup her iki yöne doğru uçları incelen bir âlettir.
Kaynaklar
http://www.unutulmussanatlar.com
http://www.islamansiklopedisi.info
http://turkishceramic.sitemynet.com
|