Antik Yunan

Antik Yunan

Tunç Çağı’nda heykel (MÖ 3000)

Kiklad Heykel Sanatı

Taş Çağı’nda mağaralarda yaşayıp kemik ve çakmaktaşından âletler kullanmış olan ilk Yunanlar M.Ö 3000 dolaylarında bakır ve kalayı karıştırıp tunç elde etmeyi öğrenmişlerdi. Pek çok adadan sağlamış oldukları mermer ve obsidiyenle (volkan camı) ise heykeltıraşlar Yunan plastiğinin ilk başyapıtlarını yaratırlar; heykelcikler, nadir olarak heykeller, genellikle sanem. Bunlar “figürinler” olarak adlandırılır.


Arkeologlar Kiklad adalarında yaşamış bir kültür olduğunu keşfetmişlerdir. Neolitik Çağ’dan bu yana Kikladlar kilden ya da taştan küçük heykelcikler yapmış çok gelişmiş bir uygarlıktır. Yapmış oldukları bu küçük heykelcikler dişi figürleri temsil ediyordu ya da şematik ve hemen hemen soyut heykelciklerdir. Soyut ve gerçek eğilimin kaynaşmasıyla  2500-2400 tarihlerine doğru karakteristik hatları olan ortalama bir tip oluşmuştur. Cinsel simgeler figürinlerin dişi olduğunu göstermekle beraber bedenin genel hatları düz ve ince uzundu, hacmi fazla yoktu ve hemen hemen tamamen çıplaktılar. Genellikle sol kol sağ kolun üzerinde göğüs ve karın arasında yer almaktaydı, bacaklar hafif bir bükük şekildeydi ve ayaklar bitişikti. Bu figürinlerin ağzı ve gözü olmadığı gibi saçı vs. de yoktur. Bu figürinlerin çoğu küçüktür (15-30 cm). Ama bazıları 1,50 metre uzunluğuna kadar çıkan gerçek heykellerdi. Bu figürinler heykeltıraşların denklik ya da tamamlayıcılık ilişkilerine dayanarak kesin bir oran sistemine uyuyorlardı. Bedenin toplam uzunluğunun genellikle dört eşit bölüme ayrılması gibi… Kiklad figürinlerinin sade olmasının nedeni figürinlerin mevcut korunma durumuna bağlıydı. Bu heykellerin birçoğu mezar içinde, bazıları ise konut içinde bulundu. Bu figürinler cinsel özelliklerle verimliliği, üretkenliği vs. temsil ettiklerinden dolayı insana hem bu dünyada hem de âhirette yardımcı olacak, koruyacak vb. figürinler olmalıydı.

 

Minos  Heykel Sanatı

Yunanistan’ın en büyük adası olan Girit’te oluşan ilk Avrupa uygarlığı olan Minos uygarlığının kalıntıları ilk olarak Sir Arthur Evans tarafından keşfedilmiştir. Küçük plastik, taş oymacılığı, kilden birkaç büyük kadın figürü dışında, bugün hiçbir Minos uygarlığının heykeli yoktur. Fakat Phaistos’ta bulunmuş pişmiş topraktan bir kalıp parçası 1700’e doğru tunçtan büyük heykeller imal edildiği varsayımını oluşturmaktadır. Pişmiş topraktan, çiniden, fildişinden, hatta kriselefantinden (altın ve fildişiyle kaplanmış heykel) yapılma çok sayıda heykelcik vardır. Knossos’un “yılanlı tanrıçaları” diye bilinen heykelcikler belden büzülmüş fırfırlı bir etek ve göğüsleri çıplak kalacak şekilde bir üst giymişlerdir.

Miken Heykel Sanatı

M.Ö.  1600 yılından itibaren Yunan anakarası, adları kültürlerinin ilk kanıtlarının bulunduğu Mykenai şehrinden gelen Mikenliler diye adlandırılan bir uygarlığın egemenliği altına girmiştir. Plastik sanatlarda çok sayıda Mikenai yaratıları pişmiş topraktan yapılmış heykelciklerdir. Bu heykelciklerin basit olması aklımıza Kiklad figürinlerini getirmektedir. Bazı ayrıntıların kahverengi ve siyah renkle boyanmış olduğu görülmektedir. Aynı zamanda büyük bir heykelciliğin olduğu da görülmektedir. Hititlerin başkenti Hattuşaş’takiler ile benzerlik taşıyan Mikenai’daki aslanlı kapı rölyefleri vs. bunu göstermektedir.

Geometrik Heykel Sanatı (MÖ 1100-700)

Miken uygarlığının dağılmasından sonra Yunanistan’da M.Ö. 1100-800 yılları arasındaki dönem “Karanlık Çağ” olarak adlandırılmış olan dönemdir. 750-700 yıllarında eklemleri vurgulayarak vücudu şematize eden bir stilde işlenmiş insan ve hayvan heykelcikleri çoğalmıştır. En yaygın parçalar tek tek hayvanlardır. Özellikle atlar görülmektedir. Sekizinci yüzyılın sonunda bazı kişi figürlerinde gözlerin, ağız ve burnun üzerinde titizlikle çalışılmasının sonucunda ifadeci bir yüz şekli ortaya çıkmıştır. Bazı heykeller mitolojik figürler içerebilirken Atina Akropolisi vs. gibi yerlerde araba sürenler, savaşçılar gibi figürlere rastlanmıştır.

 

Aşağı yukarı 730 tarihlerinde Atina’da keşfedilmiş fildişinden beş adet küçük heykel çıplak bir kadını temsil etmektedir. Vücut yapısı geometrik şemaya uygundur, çok ince belle genç bir kızın nazik görünümü verilmektedir. Saçlar geniş örgüler halinde omuzlara düşerken şeritler çizmektedir. Doğu’nun taklit edildiğini bildiğimiz bu dönemden mermer ya da herhangi bir başka taş malzemeden geometrik heykelcik yoktur.

Arkaik Dönem (MÖ VII-VI.yüzyıl)

Yunan Arkaik Dönemi (M.Ö. 750 - M.Ö. 480), Antik Yunan tarihinde bir dönemdir. Bu dönem, XVIII. yüzyıldan günümüze kabul edilmiştir. Yunan sanatı incelemelerinde ortaya çıkan bu dönem, Geometrik Sanat ve Klasik Yunan Sanatı arasındaki başlıca yüzey süslemesi ve plastik sanatlardan söz eder. Arkaik Dönem’in Yunan Karanlık Çağlarını takip ettiği dönemden beri, politik teoride önemli ilerlemeler görülmüş; (Karanlık Çağlarda yok olan) yazılı dilin yeniden dirilişinin yanı sıra, demokrasi, felsefe, tiyatro ve şiirin yükselişiyle Arkaik Dönem bu alanlara yayılmıştır.

 

Son dönemde Anthony Snodgrass, “ilgi alanlarını politik ve askeri olaylardan, sosyal ve ekonomik oluşumlara değin genişleten tarihçileri” ve “göze çarpan sanat eserlerinden malzeme ürünlerinin tamamına yönelen klasik arkeologları” belirterek, bu holistik yaklaşımla yakinen ilgilendi ve onu genişletti. Arkaik Dönem, böylece çeşitli dalların uzlaşması ve yalnızca Arkaik değil, aynı zamanda kendi yolunda eksiksiz bir serüvendir. Aynı zamanda Michael Grant Arkaik Dönem’e karşı çıkar, çünkü “primitif” ve “antik” sözcüklerinin sözlük anlamlarını etkilemektedir. Eski Yunanlara mal edilen, ürünleri bazında dünya tarihindeki en yaratıcı dönemlerinden biri olan bir döneme böylesine küçük düşürücü bir yakıştırma daha yoktur.

 

Snodgrass, Arkaik Dönem’i, M.Ö. 750 yılının orta noktasında meydana gelen, halkın ve iyi materyalin âni eğilimi anlamına gelen “yapısal devrim” ve Klasik Yunan’ın “entelektüel devrimi” olarak tanımlar. Arkaizm’in, geleneksel anlamda, M.Ö. 480 yılında, hükümdar Kserkses (Xerxes)'in akınıyla son bulduğu kabul edilir. Bir an için şöyle bu dönemdeki çeşitli dalların nasıl olup da bu dönemde başlayıp, sonlandığı düşünülmemelidir. Örneğin, Antik Yunan kaynaklı bir seramik tekniği olan ve klasik Yunan dönemini karakterize eden kırmızı figür çömlekçiliği (red figure pottery), Arkaik Dönem’de başlamıştır. Snodgrass der ki: “...bir şey tarihin sınırlarında olduğu gibi, her zaman us’ta doğmalıdır... Bununla birlikte, akla uygun olarak sonraki çağlara olan uygunluğu açısından kabul edilebilir oluşu, yalnızca suni kategorilerdir...”

 

       1.M.Ö. VII. yüzyıl - Tiranlar Dönemi

       2.Dor istilası etkileri

       3.Atina merkez şehir

       4.Tapınaklar, (Dor, İon-Korint) (Artemis, Athena) (Artemis, Hera)

       5.Vazolar (Geometrik, Siyah Figürlü, Kırmızı Figürlü)

       6.Heykel (Dor, İon)

 

M.Ö. VII. ve M.Ö. VI. yüzyıl Yunan uygarlık tarihinde yaratıcı dönemler olarak kabul edilir. Bu iki yüzyıl içinde sosyal, siyasal ve ekonomik hayatta görülen ilerleme kendini kültür hayatının çeşitli alanlarında da göstermekte, fikir, edebiyat ve sanat konuları sabit şekiller almaktadır.

 

Arkaik Dönem Seramiği

M.Ö. VII. yüzyıl sonları ve VI. yüzyılda siyah figür tekniği sonraki dönemlerde ise kırmızı figür tekniği kullanılmıştır. Yunanların günlük ihtiyaçları için yapmış oldukları vazolarda resim ve nakış sanatı için önemli belgelerdir. Daha gelişmiş ve tabileşmiş olan geometrik ya da figürlü motiflerin yanında insan resimleri önemli yer almakta, ressamlar yalnız tek insan figürünü değil, oldukça büyük kompozisyonlar hatta çeşitli frizlerde birbiriyle ilgili kompozisyonlar meydana getirmesini bilmekte ve en çok mitolojik konulara başvurmaktadırlar. Bunlar arasında doğu Yunan ve Korinth önemli yer alır. Doğu Yunan ekolü renklerin berraklığı, çeşitliliği ve sahnelerin canlılığı ile göze çarpmakta, ressamlar âhenkli bir süratle tertiplemesini bildikleri “hayvan frizlerinde” başarılı olmakta, birçok hallerde büyük tablolardan aldıkları motiflerde mümkün olduğu kadar çok şey anlatmak istemektedirler. Korinth’te daha sonraki eserlerden ayırt edilmeleri için “protokorinth vazoları” olarak gösterilen, başlangıçları IX. yüzyıla dayanmakla beraber esas itibariyle VII. yüzyıla ait olan vazolar Doğu’dan getirilen kumaş ve halıları örnek alarak açık bir zemin üzerine parlak ve siyah, kırmızı veya beyaz boya ile özenle yapılmış, bir takım geometrik bezemeler ya da mitolojik sahneler göstermekte, her biri başlı başına bir sanat eseri olmak iddiasında bulunan bu vazoların Akdeniz piyasasında büyük rağbet gördüğü anlaşılmaktadır.

Güney İonia

Erken Yaban Keçisi Stili : (650–640/630–620) Güney İonia’daki en önemli iki merkezin Samos ve Miletos olduğunu ve VII. yüzyıl ortalarında her iki merkezin de birbirine paralel olarak Geometrik dönemden Orientalizan döneme geçtiğini bildirir.

 

Orta Yaban Keçisi Stili 1 : (630–620/600) Bu dönem kendini daha orantılı ve narin yapılmış hayvan figürü ile gösterir.

 

Orta Yaban Keçisi Stili 2 : (625–615/600–575) Keskin sayılabilecek omuz gövde geçişinin daha yuvarlaklaştığı, basık gövdenin yavaş yavaş yükseldiği izlenir. Keçi figürleri boyanmış, uzamış ayrıca başlar zemin çizgisine yaklaşmıştır.

 

Geometrik / Oryantalizan Dönem (Doğululaşma) (M.Ö. 720–650)

Doğu etkisinin başladığı dönemdir. Geometrik dönemden Arkaik Dönem’e bir geçiş aşaması oluşturur. Sanatçılar bu dönemdeki etkileri ürünlerini bir uyarlama biçiminde almışlardır. Aslan, sfenks gibi hayvanlarla palmet, lotus gibi bitki motiflerini eserlerinde kullanmışlardır. Bu motifler yalnız siyah siluet şeklinde değil, iç ayrıntılarıyla birlikte resmedilmiştir. Yine bu dönemde düz ve köşeli hatların yerini yuvarlak ve eğri hatlardan meydana gelen bezekler almışlardır. Bütün bu etkilenmeler geometrik üslubun kuruluk ve sertliğinin giderilmesinde başlıca etken olmuştur.

Arkaik Dönem

Yunan resim sanatı hakkında bilgiyi, günümüze gelebilen vazolardan edinmekteyiz. Bu vazolar üç grupta ele alınmaktadır:

 

Geometrik Vazolar

M.Ö. XI. - III. yüzyılda geniş bir alanda (en çok Atina’da) görülür. Bu vazoların üzeri siyah boya ile yatay frizler veya dikey hatlarla sınırlandırılmış dikdörtgen satıhlarla kaplanmıştır. Bunların içine geometrik motifler ya da geometrikleştirilmiş figürler oluşturulmuştur. Cenaze törenleri ve araba yarışları da konu alınmıştır. Bu vazolarda en önemli nokta, vazonun şekli ile bezemesi arasına sıkı bir bağ bulunmasıdır.

Siyah Figürlü Vazolar

M.Ö. VI. yüzyıl kırmızı satıh üzerine, piştikten sonra siyah renk alan bir boyayla siyah siluetler yapılmıştır. Figürlerin iç ayrıntıları kazılarak belli edilmiştir. Vazoyu yapanın ve boyayanın imzaları vazo üzerinde yer alır. Bu devrin ünlü ressamı Eksekias'tır. Tanrı ve kahramanların hayatlarını minyatür tekniğinde işlemiştir.

 

Kırmızı Figürlü Vazolar

M.Ö. 530 – 520. Siyah zemin üzerine kırmızı figürler bezenmiştir. Figürlerin iç ayrıntıları fırçayla yapılmış siyah hatlarla gösterilmiştir. En ünlü isim Evfonios'tur. Anatomi ve harekete özen göstermiştir. Vazolar Roma işgaliyle tamamen ortadan kalkmıştır.

 

Arkaik Heykel Sanatı

İnsan boyutlarında ya da daha büyük boylardaki heykeller Yunanistan’da M.Ö. VII. yüzyıl ortalarından önce görülmemektedir. Yunanistan’da böyle büyük heykellerin yapılmasının nedeni Doğu’daki ülkeler ile olan ilişkileri sonucunda ortaya çıkmıştır. Mısır’ın etkisi altında frontal yani heykel sanatında insan vücudunun cepheden verildiği ve ağırlığın iki ayağa eşit şekilde yüklendiği dimdik heykel tipi ortaya çıkmıştır. Yunanlar, Mısırlılar gibi renkli ve sert taşlar kullanmak yerine ellerinde olan zengin mermer kaynaklarını işlemeyi öğrenmişlerdir. Bu örneklerin arasında iki tane başlıcası dikkat çekmektedir. Bunlar Yunancada genç erkek ve genç kız anlamına gelen “Kouros” ve “Kore”dir. Ayakta duran çıplak erkek heykeli olan Kouros geniş omuzlu, kolları genellikle gövdeye yapışık, beli ve kalçaları dar, uzun örgü saçlı ve çıkık gözlüdür. Kore ise her zaman gövdesine yapışık duran kıvrımsız kalın bir kumaş giysiyle gösterilmiştir. Bunun yanında ayakta duran kadın ve oturan erkek heykelleri de vardır. Bu heykellerde insan vücudu ve adalelerin kumaş kıvrımlarının ne şekilde meydana geldiğini, endividüel katların nasıl belirlemeye başlandığını veya sanatçının ne suretle tek heykelden heykel gruplarına geçtiğini adım adım izlemek mümkündür.

 

Zamanla bazı heykeltıraşlık ekolleri ortaya çıkmaktadır. Nüfus alanlarının sınırları pek belli olmayan bu ekollerin başlıcaları arasında Girit-Peloponnes ve İonia ekolleri vardır. İon ekolüne ait tipik eserler arasında Ephesos’ta büyük tapınağın altındaki sunak kaidelerinden birinin içinde bulunmuş olan fildişi heykelcikler vardır. Bunlar sütun yuvarlaklığındaki şekilleri ve kıyafetleri bakımından doğu, en çok geç Hitit heykeltıraşlığının etkileri göstermekle beraber üslup bakımından hiç kuşkusuz Yunan eserleridir. Oturan kadın ya da erkek heykelleri Arkaik Çağ’da seviliyordu. Kıvrımsız uzun bir giysiyle örtünmüşlerdir. Ayaklar üstünde, etek ucu yay biçiminde kıvrıldığı görülmektedir. Bu da Asur heykellerinin bir özelliğidir.

 

Yunanlar bir figürün hızlı hareketini gösterebilmek amacıyla geleneksel bir yarı diz çökme duruşu saptamışlardır. Bir diz yere değer, öteki ise dizden bükülerek yere basar. Kollar ise ya yukarı kaldırılmış şekilde olmakta ya da aşağı indirilmiş şekilde ya da tamamen yanlara bırakılmış şekildedir. Gövdenin üst bölümü seyirciye dönüktür. Bacaklar yandan gösterilmiştir. Heykelcilik tarihinde insan betiminin yapılma nedeni onun karmaşık işleyişini göstermek üzere yapılmıştır.

 

Sert taşı istedikleri gibi işlemekte güçlük çeken heykeltıraşların sorunu teknik güçlüklerdi. Bu heykeltıraşlar yüz elli yıl gibi bir zamanda ve birbirinden farklı başarılarla, mermerden canlı heykeller yontmaya ve amaçlarına varabilmek için de taşı üstün bir şekle sokmaya çalıştılar. Bu devirden tipik bir örnek olan ve yazıttan öğrenildiğine göre Atinalı Rhombos’un koruyucu tanrısına adak verilmesi için ısmarlanan Moscophoros veya Buzağı Taşıyan Adam heykelinde heykeltıraşın kullanmış olduğu malzemenin karşısında zor durumda olduğu görülmektedir. Çünkü buzağıyı tutan iki kol ile heykelin başı, heykele büyük boyutlu bir alçak kabartma havası verecek kadar, gövdeye yakın tutulmaya çalışıldığına göre heykeltıraş taşı fazla oymaktan kaçınmak istemiştir. Ağız, Yunan heykellerinde uzun süre görülmüş olduğu gibi tipik bir şekilde verilmiş olmaktaydı. Sabit bir gülümseme ile belirtilmiştir. Bu Buzağı Taşıyan Adam heykelinin Kore heykeline büyük ölçüde benzediği dikkat çekmektedir.

 

Atina Akropolü’ndeki birçok alınlıkta Herakles’in başarıları resmedilir. Bu yapı heykellerinde alınlıkların üçgensi biçimi sanatçılar için sorun oluşturmuştur. Sanatçılar bu sorunu çözebilmek için köşelere uzanmış figürler ve eğimin ortasına da eğilmiş ya da diz çökmüş figürler yerleştirmişlerdir. Ortadaki şeref yeri aşağı yukarı tanrılara ya da kahramanlara ayrılmış oluyordu.

Eski Yunancada Σφίγξ (sphinks) denilen mitolojide gövdesi aslan şeklinde olan kuş kanatlı canavar, önceleri oturarak gösterilirken artık gömüt anıtlarında ayakta gösterilmiştir. Bulunduğu yer dikdörtgen bir tabandır. Bu gömüt anıtlarından günümüze eksiksiz olarak kullanılmış olduğu görülmektedir. Aslanı gömütlerin bekçisi olarak gördüklerinden aslan kullanımı da vardır.

VI. yy Yunan heykellerinin duruşları sertliğini ve dikliğini kaybetmiştir. Daha önceki dönemlerin Kuroslarından farklıdırlar. Göğüs çatısı genişlemiştir. Bacaklar düzgün biçimlendirilmiştir. Parmaklar da artık aynı boyda değildir. Kalçalarda ise kabarıkla belden belirli bir şekilde ayrılma görülür. Kolun alt bölümü de artık öne dönük şekilde değildir. Bu değişim yalnız Kuros heykellerinde değildir. Meyve veya adak olarak bir cisim tutan genç kız figürü Kore, yukarıda da değinildiği gibi Arkaik Dönem’in en tipik konularından bir tanesiydi. Daha önceki dönemlerin sütun gibi olan heykelleri yerini Euthydikos gibi daha ince Korelere bırakmıştır. İ.Ö. 480 tarihinde yapılmış Kore Euthydikos imzasını taşıyordu. Bu tanrılara kutsal bir hediye olarak sunmak isteyen kişinin imzasıdır.

 

MÖ V.yüzyıl – Klasik Dönem – İyonya İhtilâli

M.Ö. 546 yıllarında Pers kralı Kyros, Sardeis’i yakıp yıkarak Lydia krallığına son vermiş ve Anadolu’da M.Ö. 300 yılına kadar sürecek olan Pers egemenliğini başlatmıştır. Persler sadece Anadolu’yu ele geçirmekle kalmayıp zaman zaman yaptıkları savaşlarla, Trakya ve Yunanistan’da etkili olmuşlardır. Bu nedenle M.Ö. V. yüzyıl Hellen Sanatı Anadolu’da Pers etkisi altında kalmış Greko-Pers Sanatı olarak literatüre geçmiştir. Bu dönemde Anadolu ilk defa Doğu ile Batı arasında gerçek bir köprü vazifesi görmüş ve Persler tarafından yapılan Kral Yolu, İran içlerinden Ege kıyılarına kadar ulaşmıştır.

 

Klasik Dönem Seramiği

V. yüzyılda sanat yalnız tapınaklara ya da resmi nitelikte yapılara hükmediyordu. Bu dönem sanatı yüksek çevrelerden başka alt tabakalara da girmekte gecikmemiş bu arada şekil ve bezeme bakımından sanat eseri olmak iddiasında bulunan vazolar da ortaya koymuştur. Bunlar arasında Atina’da beyaz zemin üzerine çizgi tekniğiyle resmedilen tasvirler kapsayan ‘’lekitos’’lar önemli bir yer almaktadır ki bunların ölülere adak eşyası olarak verildiği anlaşılıyor. Ölüler kültü ile yakından ilgili olan bu eserlerin yanında Atina’nın “kırmızı figürlü vazoları” gerek Akdeniz, gerek Karadeniz piyasalarına tamamıyla egemendir. Bu vazoları Mısır, İtalya, Sicilya, Fransa, İspanya, Karadeniz’i çevreleyen ülkelerde ve hatta Pers saraylarında bulmak mümkün olmuştur. Bunlar şekillerinin zarifliği ve çeşitliliği, üzerlerindeki resimlerin inceliği ve kompozisyonlarının zenginlik ve ahengiyle dikkat nazarlarını çekmektedir. Vazo ressamları ilk zamanlar Polignotos, Panainos ve Mikon, sonraları Apollodoros, Zevksiz, Parhasios ve Timantes gibi büyük duvar ve tablo ressamlarını etkisi altında kalmakla beraber mitolojik sahnelerden başka Atina’nın günlük hayatından alınmış çeşitli konuları tanımlamakta, perspektif kuralları ve gölge-ışık oyunlarına önem vermekte ve birer sanat eseri saydıkları resimlerinin altına imzalarını atmaktadırlar. V. yüzyıl ortalarına doğru bu resimlere vişne kırmızısı, beyaz ve altın yaldızı katılmak suretiyle kırmızı figür tekniğine daha zengin ve daha çekici bir polikromi verilmek istenmiş fakat buna rağmen bu çeşit vazoların Peloponnes harbi sonunda bütün pazarların Atina mallarına kapanması üzerine ortadan kalkmasının önüne geçilememiştir.

 

IV. yüzyılın resim sanatı hakkında esaslı bir fikir edinemiyoruz. Vazo sanayisinde ön safta gelen Atina bu dönemde kırmızı figür tekniğine beyaz ve altın yaldızı gibi başka renkler katmak suretiyle daha ılımlı görünmek istemekte, figürlerde derinlik ve perspektife önem vermekte, figürlerin sayısını arttırmakta, çehreler patetik bir ifade, hareketler canlılık hatta şiddet kazanmakta, kontur hatları büyük bir ustalıkla çizilmektedir. M.Ö. 380'den başlayarak en çok güney Rusya ve Kirene’ye ihraç edildikleri anlaşılan Atina vazoları yeni bir plastik-linear üslup göstermekte, bu üslubun IV. yüzyılın son yarısında daha yumuşak, daha “ressami” bir karakter takındığı anlaşılmaktadır. Bununla beraber gerek teknik gerek polikromide elde dilen bazı yeniliklere rağmen Atina vazoları yavaş fakat sürekli olarak gerilemiş, Peloponnes harbi sonunda bütün piyasaların kapanması üzerine büsbütün ortadan kalkmıştır.

 

Aşağı İtalya’da en çok Apulya’da başlangıçları V. yüzyıla dayanan fakat en çok IV. yüzyılda gelişen ve Attika vazolarını örnek alan bir vazo endüstrisi başlamıştır. Bu vazolar erken Attika'nın etkisinden kurtularak yepyeni bir gelişim geçirmeye başlamış, büyük şekilleri, ekserisi tiyatro sahnelerini tanımlayan ve çeşitli tabakalara ayrılmış türlü durumlar gösteren insan figürlerinin yanında mimarlık resimlerine de yer veren büyük kompozisyonları, göz alıcı polikromileri ve zengin bezemeleriyle dikkati çekmeye başlamışlardır. Bu vazo sanayisinin Aşağı İtalya’da ne kadar sürdüğü kesin olarak bilinmiyor yalnız bunların bütün bu bölgenin M.Ö. III. yüzyılda Romalıların eline geçmesi üzerine ortadan yavaş yavaş kalkmaya başladığı saptanmıştır.

 

Klasik Heykel Sanatı

Heykeltıraşlık Yunan sanatının en yüksek aşamasına ulaştığından bu dönem için “Klasik Sanat” adı kullanılır. Arkaik heykellerdeki sertlik bırakılmıştır. Heykeltıraşlar yavaş yavaş doğal biçimlere ulaşıp dinginlik denilen öyle üstün bir nitelik kazandırmışlardır. Böylece bu yapıtlar gerçeğin ötesine kaymışlardır. Bu dönemin pek çok heykeltıraşı yazılı kaynaklardan bilinmektedir: Callon, Glaukıas, Theopropos, Anaksagoras, Onatas, Ageladas, Pythagoras vs. gibi. Bu dönemin heykellerinde bilginin değişik yönlerde kullanılması konusunda adımlar atılmıştır. Buna örnek vermek gerekirse duygu betimi, devinim, giysi kıvrımlarının verilmesi vb. sayılabilir. Yukarıda isimleri sayılanlardan başka özgün eserler de vardır. Örneğin tunçtan yapılmış Delphoi’da bulunmuş olan Araba Sürücüsü heykeli. Bu heykel tiran Polizalo’nun siparişi üzerine yapılmıştır. Sert üslubu en iyi gösteren Korelerle aynı zamanlarda yapılmış olan bu heykel bazı yerlerinde üsluplaşma göstermekle beraber bu durumun özellikle yüz kısmı ve elbisede başarıyla uygulanmış olduğunu görüyoruz. Aynı zamanda bu bahsi geçen heykelle üslubu aynı olan Hippias ve Hipparkhos adındaki zorba hükümdarlara karşı çıkarak ikincisini öldüren Harmodios ve Aristogeiton’u temsil eden Tyrannoktonos’lar heykel grubundan bir figür vardır. Bu heykelin orijinali olmayan birkaç kopyası vardır. Bunun dışında bu döneme ait Olympia Zeus tapınağındaki Apollon ve Zeus alınlık heykelleri örnek verilebilir.

 

Koruna gelmiş özgün Yunan heykelleri arasında yürüyen Poseidon heykeli karşımıza çıkar. Tanrı heykeli genel bir duruştadır ve ileriye doğru kararlı bir adım atmıştır. Kolu üç dişli yabasını fırlatmak amacıyla yukarıya kalkmıştır. Heykelin gövde parçaları birbirleriyle tam anlamıyla kaynaşmışlardır ve heykelin yeni bir anıtsallık kazanmış olduğu görülmektedir. Kaşları üsluplaştırılmıştır. Sakalı ve saçı ise geometrik bir düzenle işlenmiş olduğu için Arkaik özellik göstermesine rağmen bu heykel insan vücudunun tasvir edilmesinde iki yüzyıllık bir deneyimin doruk noktasını oluşturuyordu. Bu heykel Artemision açıklarında denizde bulunmuştur. Bu yüzden heykelin Doğu’ya götürülen, gemideki heykelden birisi olduğu sanılmaktadır.

 

Arkaik geleneklerin çoğunun terk edilmiş olduğu bu dönem heykellerine baktığımız zaman yüzün genişlediğini, gözlerin artık çekik olmadığını, burun ve saçların uzun olmadığını, gülümsemenin yerini bir ciddiyete bıraktığını, bedenin gerçekçi olarak kavrandığını, giysi kıvrımlarının verilmesinde önemli gelişmenin başlangıcının bu dönemde olduğu görülmektedir. Kumaş gövdenin devinimine göre doğal bir görünüm kazanmıştır. Bu üslupla yapılmış kabartmalardan bir örnek vermek gerekirse M.Ö. 470 civarında büyük bir sunağın kaplaması olduğu sanılan denizden çıkan bir kadın ve iki kadın yardımcı ile Aphrodite’nin doğuşu ve yardımcıları olarak açıklanmış olan bir kabartma örnek verilebilir. Bu kabartmada gövdenin derinliğe doğru gidişinin küçülmesi nazik işlenmiş olan geçişlerledir. Bu kabartmadaki kadınların kollarına bakılacak olursa kolların çok gerçekçi bir anlatımla peş peşe dizilmiş olduğu dikkatten kaçmaz. Bunun dışında önemli olan kabartmalardan bir tanesi de Atina Akropolisi’nde bulunmuş olan yaslı tanrıça Athena kabartmasıdır.

 

Aralarında her ne kadar görüş farkı olsa da Klasik devir yazarlarının heykel konusunu çok sevmeleri bu konuda yararlı bilgiler sunmuşlardır. Antik yazarlara göre bu dönemin en ünlü heykeltıraşları Myron, Pythagoras ve Kalamis’tir. En büyük heykeltıraşlardan bir tanesi olan Eleutheresli Myron’un en ünlü eseri Diskobolos ya da Disk Atan Adam/Atlet heykelidir. Heykele baktığımız zaman disk atarken başını ve gövdesini çok uyumlu döndürmüş olan bir atleti gösteren kusursuz ve görkemli bir örnek olduğu görülmektedir. Bu Lukian’ın ayrıntılı tanımlaması yardımıyla birkaç Roma benzetisinde tanınmış bir heykeldir. Diğer bir Roma benzetisi olarak koruna gelmiş benzer bir yapıt ise geriye doğru kaçan Marsyas heykelidir. Bu heykelde Marsyas şaşkınlık içerisinde geri çekilmiş korkuyla tanrıça Athena’nın yere attığı kavala bakmaktadır.

 

M.Ö 449’da Perikles, Persler tarafından verilen hasarın izlerini silmek için büyük bir inşaat faaliyetini başlatmıştır. Bu dönemde Akropolis’te Parthenon, Misterler, Hephaisteion gibi tapınaklar inşa edildi. Atina’nın koruyucu tanrıçası olan Athena’ya adanan Parhenon İktinos adındaki bir mimarın tasarımıyla inşa edilmiştir. Parthenon’un dışını son derece gösterişli olan mermer heykeller süslemekteydi. Döneminin en iyi heykeltıraşlarından biri olan Pheidias ise Perikles tarafından sanat alanındaki çalışmaların denetçisi olarak atanmıştır. Parthenon’u süsleyen alınlıklardan olan ve bu alınlığın Pheidias tarafından yapılıp yapılmadığı bilinmeyen Üç Tanrıçalar heykelinde elbiselerdeki bol büklümler dikkat çekmektedir. Bunun dışında Parthenon’un alınlıklarında bir kantharos ya da thyros tutan tanrı Dionysos, tanrıça Athena ve tanrı Poseidon’un arasındaki yarışma gibi figürler işlenmiştir. Gerek bu çağlarda gerekse bundan sonraki dönemlerde heykeltıraşlık yapan çok kişi olduğu için hangi eserin kimin tarafından yapıldığını ayırma zorluğuna neden olmuştur. Bu çağın önemli heykeltıraşlarından birisi olan Polykleitos tanrı ve tanrıça heykelleri yapmasına karşın aslında bir atlet heykelcisiydi. Çıplak erkek heykeli uzmanı olarak görülen Polykleitos’un geniş omuzları olan, ağırlığını tek ayağın üstüne vermiş (contrapost), öteki ayağı arkaya ve yana koymuş, bir eliyle mızrak tutan öteki elini ise aşağıya bırakmış genç bir erkek heykeli vardır: Doryphoros. Bu heykeldeki rahatlık ve yumuşaklık rahatça görülebilmektedir.

 

M.Ö. V. yüzyılda gömüt taşları, bir tanrıya adak armağanı olarak dikilen adak kabartmaları vardır. Bunun dışında Plinius’tan öğrenildiğine göre Halikarnassos Mausoleum’unun heykelleri Paroslu Skopas’ın elinden çıkmıştır. Bu dönemin heykeltıraşlarından birisi olan Sikyonlu Lysippos’un ise insan vücudunun ideal oranlarını araştırdığını biliyoruz. Lysippos’un Apoksiyomenos heykeli günümüze sadece Roma devri kopyaları ile gelmiştir. Bu heykel yarışmadan sonra vücudunu ter ve tozdan temizleyen bir atleti temsil eder. Büyük İskender’in beğenisini kazanmış Lysippos eserlerini göründükleri gibi tasvir etmekle ün kazanmıştır. Portre sanatına Yunanistan’da pek önem verilmemesine rağmen Lysippos porte sanatında da başarılı olmuştur. Hatta Büyük İskender’in resmi portrecisi olmuştur. Kardeşi Lysistratos’un da heykellerden alçı kalıplar alan ilk heykelci olduğu söylenmektedir.

 

Helenistik Heykel Sanatı

Makedonya kralı II. Philippos’un öldürülmesinden sonra, tahta kralın Olympia’dan olan oğlu Büyük İskender (λέξανδρος μέγας) geçmiştir. Hellenistik dönem kendi ülkesi Makedonya dışında 323'teki ölümünden sonra tanrılaştırılmış  olan Büyük İskender ile başlamıştır. Büyük İskender yapmış olduğu başarılı fetihlerle Hellen kültürünün etkisini artırmıştır. Büyük İskender’in 32 yaşında ölmesinden sonra diadokhoi (ο Διάδοχοι : Ardıllar ya da Halefler) denen generallerce imparatorluk yönetilmiştir. Böylece Doğu’ya Yunan kültürü hâkim olmuştur. Her alanda olduğu gibi heykelde de büyük bir başkalaşım olmuştur. Önceki dönemlerin sadeliğinden uzaklaşılmıştır. Anlamlar verilmeye ve devinimler belirtilmeye başlanmıştır. Giderek artan bir gerçekçiliğin ortaya çıktığı görülmektedir. Bu dönemde çocukluk, yaşlılık, umutsuzluk vs. gibi konular işlenmiştir. Arkaik dönemde görülen genellikle okullara bağlı olan Hellenistik dönemin sanatçılarında özgün yaratıcılar yok değildir. Ama yine de bunların temsil ettiği akımlar içinde çok güçlü çelişkiler aranmaması gerekir. Çünkü Hellenistik Dönem’in sanatçıları hükümdarların, zengin insanların vs. taleplerine cevap vermek için durmadan seyahat ettiklerinden karşılıklı etkilere pek sık rastlanmaktadır.

 

300-290’a doğru Lindos’lu Khares Rodos limanının girişine ünlü tunçtan Dev Heykeli dikmiştir. Büyüklüğe duyulan bir zevk görülmektedir. Ama sayısı çok azdır. Lysippos’un öğrencisi Sikyonlu Eutykhides Tykhe (Kader Tanrıçası) heykeli yapmıştır. M.Ö 300’den sonraya tarihlendirilen bu heykel Roma benzetisi olarak koruna gelmiştir. Bu heykel de dev boyutlardaydı. Heykele bakacak olursak kadının bir kaya üzerinde oturduğunu görürüz. Ayağını yüzen bir gence dayamıştır. Giysi kıvrımlarının  heykele canlılık kattığı da dikkatten kaçmaz.

 

Dördüncü yüzyılda başlamış temaların başarısına yol açan çıplak kadınlar gibi temalar vardır. Diz çökmüş Aphrodite bunun için örnek verilebilir. Diodalses’in eseri olan bu heykelde gövdenin alt bölümü ile bacaklar aynı yöne bakmaktadır. Baş ise sağ tarafa bakar durumdadır. Uzanan figür için ise Uyuyan Ariadne heykeli örnek verilebilir. Bu heykel M.Ö 240 dolaylarında yapılmıştır.

 

M.Ö 250-180 dolaylarında Rodoslu bir heykeltıraşın eseri olan Samothraki Nike’si (Zafer Tanrıçası) bir geminin pruvasında, dalgalanan kıvrımlı uzun giysiler içerisindedir. Bu heykel 1863’te  Charles Champoiseau tarafından bulunmuştur.

 

Bu dönemin heykellerinde dramatik durumları öne çıkartan patetik bir gerçeklik görülmektedir. Örneğin kendisini ve karısını öldüren Galat, dev boydaki Galat savaşçı… I. Attalos’un zaferini anmak için diktirdiği anıtın benzetileri olarak tanımlanmışlardır. Laocoon ve oğullarının gösterildiği heykelde de ölüme nasıl karşı koydukları görülmektedir.

 

Bergama’daki büyük sunağın dış frizlerini süsleyen tanrı ve Gigantlar (devler) savaşı dışavurumcu ve gerçekçiliğin zirvesi olup hepsinin üstünde bir yer tutar. İster yüze ister vücuda bakılsın tanrı ve tanrıçaların güçlü atılımı ve Gigantlarla bu eser genellikle barok diye nitelenmiştir.

 

Gerçekçilik zevkinin portre sanatına yol açtığı görülür. Kişiliğin yüceltildiği Hellenistik Dönem’de başheykeller önemli yer tutmuştur. Örneğin Polyeuktos’un M.Ö 280 dolaylarında yaptığı Demosthenes heykeli, Euboulides’in Khrysippos portresi (Khrysippos’un ölümünden sonra dikilmiş), suratını ekşitmiş Homeros gibi. Makedonya hükümdarlarının kendi başheykellerini yaptırdıkları görülmektedir. Romalılar da Yunan sanatçıları çağırarak heykellerini yaptırmışlardır.

 

 

Kaynak

 
 
ISTANBUL
 
 
 
 
 
Bugün 47 ziyaretçi (89 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol