Mezopotamya
Mezopotamya sanatının adı çoğu arkeolojik kayıtlarda geçer. Bu kayıtlar, erken avcı-toplayıcı topluluklardan (MÖ 10.000), Sümer, Akad, Babil ve Asur imparatorluklarının yaşadığı Tunç Devri’ne kadar geçen süreyi kapsar. Sonraları bu imparatorlukların yerini Demir Çağı’nda Eski Asur ve Eski Babil imparatorlukları almıştır.
Genellikle medeniyetin beşiği olarak görülen Mezopotamya, önemli kültürel gelişmeleri de beraberinde getirmiştir. Bunlardan biri de en eski yazı örnekleridir. Mezopotamya sanatı MÖ 4.000 tarihinden Persli Ahameniş İmparatorluğu’nun bölgeyi fethettiği MÖ VI. yüzyıla kadar Batı Avrasya’daki en soylu, en gelişmiş ve en detaylı sanat olma yolunda Eski Mısır ile rekabet içinde olmuştur. Ana vurgu oldukça dayanıklı taş ve kilden yapılmış çeşitli heykeller üzerindedir. Çok az sayıda resim günümüze ulaşmıştır ama belirtilene göre birkaç istisna dışında boyamalar genellikle geometrik ve dekoratif bitkisel şekiller yapmak için kullanılmıştır. Buna rağmen çoğu heykellerin de boyandığı görülür. Ayrıca çok sayıda silindir mühür de günümüze ulaşmıştır. Küçük boyutlarına rağmen bunların çoğunun üstünde karmaşık ve detaylı sahneler vardır.
Mezopotamya sanatı farklı şekillerde günümüze ulaşmıştır: Silindir mühürler, nispeten küçük ve müstakil figürler, farklı boyutlarda kabartmalar, ev eşyası olarak kullanılan, bazıları dini öğeler içeren basit levhalardan çömlekler gibi. En çok kullanılan öğeler yalnız başlarına ya da etrafında ona tapınan kişilerle birlikte betimlenmiş tanrı figürleri ve çeşitli sahnelerde betimlenmiş hayvanlardır. Bu sahnelerden bazıları şunlardır: Sürü halinde insanlarla kavga eden hayvanlar, yalnız başına insanlarla kavga eden hayvanlar ve birbirleriyle çatışan hayvanlar. Ayrıca insanların yanında duran, “Hayvanların Ustası” motifindeki gibi tanrının yanında duran ve “Hayat Ağacı”nın yanında duran hayvanlar da betimlenmiştir.
Adak olarak sunulan, büyük ihtimalle zaferleri anmak için ve ziyafetleri betimlemek için yapılan dikilitaşlara da tapınaklarda rastlanır. Bunların aksine, daha resmi olanların açıklaması ise daha zordur; parça parça bulunan “Akbabalar Dikilitaşı” bu anlamda erken bir örnektir. Asurlu III. Şalmanezer’in “Siyah Dikilitaş”ı da büyük ve iyi korunmuş bir geç dönem örneğidir.
Uruk Dönemi
Protoliterate (ilk okur-yazarlık) ya da Uruk dönemi, ismini güney Mezopotamya’daki Uruk şehrinden almıştır. Obeyd dönemini takiben, Protohistorik Kalkolitik dönemden Erken Tunç Çağı’na kadar sürmüştür. Sonra da yerini MÖ 3100-2900 tarihine dayanan Cemdet Nasr dönemine bırakmıştır. Mezopotamya’daki şehir yaşamının oluşumuna ve Sümer medeniyetinin başlangıcına tanık olmuştur. Ayrıca Mezopotamya sanatının ilk “muhteşem yaratıcılık” çağıdır. Bugün Suriye’de bulunan kuzey şehri Tell Brak da kısmen daha erken bir tarihte şehirleşmeye ve bölgesel öneme sahip olan bir tapınağın gelişimine şahit olmuştur. “Göz Tapınağı” olarak bilinen bu tapınak adını orada bulunan ve aslında adak için kullanılan “göz figürlerinden” almıştır. Bu, bölgenin ayırt edici bir özelliğidir. “Tell Brak Kafası” olarak bilinen heykel yaklaşık 17 cm yüksekliğindedir ve sadeleştirilmiş bir yüzü betimler; buna benzer kafa heykelleri alçıdan yapılmıştır. Bunlar, günümüze ulaşamayan vücut kısımlarının muhtemelen ahşaptan yapıldığını açığa kavuşturur. Daha güneydeki tapınaklar gibi “Göz Tapınağı” da yaklaşık 10 cm uzunluğundaki kil silindirlerden yapılmış koni şeklindeki mozaiklerle süslenmiş ve sadece desenler oluşturmak için farklı renklendirilmiştir.
Sümerlerin güney şehirlerinde bulunan önemli eserler, üstlerinde hayvanlar ve insanların karmaşık ve çeşitli sahnelerinin betimlendiği Warka Vazosu ve Uruk Kabı’dır. Bir de Warka Maskesi vardır. Bu, Tell Brak’ta bulunan kafa örneklerinden daha gerçekçi ve tıpkı onlar gibi ahşaptan yapılma bir bedenin üstündedir. Bu maskeden günümüze ulaşan parçaları ise yalnızca esas yapısıdır. Üstüne renklendirilmiş dolgular, altın yapraktan saç, makyaj ve mücevherler eklenmiştir. Guennol Lioness ise beklenmedik bir şekilde dayanıklı, küçük boyutlu, aslan başlı bir yaratık heykelciğidir. Büyük ihtimalle bir sonraki dönemin başlangıcına aittir.
Hayvanları betimleyen, derin kabartmaları ve taş frizleri bulunan kaymaktaşı ve taştan yapılmış birçok kap bulunmuştur. İki süsleme şekli de kapların adakları sunmak için kullanıldığı tapınaklar için tasarlanmıştır. Silindir mühürler ise oldukça karmaşık ve ince işlenerek yapılmıştır ve görünüşe göre daha sonraları çok daha büyük eserler için ilham kaynağı olmuşlardır. Tasvir edilen hayvanlar genellikle tanrıların birer temsilcisidir, bu da Mezopotamya sanatının bir başka süregelen özelliğidir. Gözle görülür bir ekonomik gelişmeye tanık olmasına rağmen, dönemin sonunda sanatın kalitesinde bir düşüş gözlemlenmiştir. Bunun nedeni büyük ihtimalle sanatçıların ihtiyacı olan malzemelerin talebi aşmasıdır.
Erken Hanedanlık Dönemi
Erken Hanedanlık Dönemi’nin tarihi MÖ 2900-2350’ye dayanır. Kendinden önceki akımların çoğunu devam ettirirken, dönemin asıl özelliği tapınanların ve duacıların adak adadıkları ve tapınma, savaş ve mahkeme gibi sosyal sahnelerin vurgulandığı figürlerdir. Bakır bu dönemde heykelcilik için önemli bir madde haline gelmiştir. Bunun nedeni büyük ihtimalle eserlerin daha sonra maden için geri dönüştürülmesidir. Bakır heykellerin en büyüğü 2.59 metre eninde ve 1.07 metre yüksekliğinde olan Tell al-`Ubaid Lentosu’dur.
Ur’daki (MÖ. 2650 dolaylarında) Kraliyet Mezarlığı’nda da birçok başyapıt bulunmuştur. Bunlara iki tane “Çalılıktaki Koç” figürü, Bakır Boğa heykeli ve Ur’un Lirlerinden birinin üstündeki boğa kafası da dâhildir. “Ur Standardı” olarak adlandırılan ama aslında işlevi belli olmayan panellerden oluşan bir set veya işlemeli bir kutu olan model de sembolik tasarımlarla ince ince işlenmiştir. On iki tapınak heykelinden oluşan bir heykel grubu “Tell Asmar Yığını” olarak bilinir ama şu an birbirinden ayrılmış haldedir. Grup; tanrıları, duacıları ve kendilerini kurban eden tapınanları gösterir, hepsi farklı boyutlardadır ama aynı basitleştirilmiş tarzda yapılmışlardır. Hepsinin gözleri aşırı derecede büyük işlenmiştir. Bununla beraber en uzun heykelin, yani yerel tanrıyı betimleyen ana kült figürün gözleri, “şiddetli güce” sahip olduğunu belli edercesine muazzam derecede büyüktür. Dönemin ilerleyen zamanlarında bu geometrik tarz yerini “nesnenin fiziksel özelliklerini detaylı bir şekilde belirleyen” tamamen zıt bir tarza bırakmıştır; “keskin geçişler ve açıkça belli eklem yerleri yerine; akıcı geçişler ve son derece niteliği değiştirilmiş yüzeyler görürüz”.
Akad Dönemi
Akad İmparatorluğu, MÖ. 2271’den 2154 tarihine kadar, yalnızca Mezopotamya’yı değil aynı zamanda Levant’taki diğer tüm bölgeleri de kontrol eden ilk imparatorluk olmuştur. Akadlılar Sümer medeniyetinden gelmemiş ve Sami kökenli bir dil kullanmışlardır. Erken Sümer sanatının çoğunu devam ettirmelerinin yanında, kendi sanatlarında da hanedanlığın kralları üzerinde büyük bir vurgu vardır. Büyük eserlerde ve mühür gibi küçük eserlerde gerçekçilik düzeyi gözle görülür bir şekilde artmıştır. Ancak mühürler “acımasız savaşları, tehlike ve belirsizliğin zalim dünyasını; insanların ilgisiz ve korkunç tanrılarının akıl almaz davranışlarına maruz kaldığı, onlara hizmet ettiği ama onları sevemediği zalim bir dünyayı gösterir. Bu kasvetli hava… Mezopotamya sanatının ayırt edici özelliği olarak kalmıştır…”
Kral Naram-Sin’in ünlü “Zafer Dikilitaşı” onu bir tanrı-kral olarak resmeder (boynuzlu miğferiyle sembolize edilmiştir). Betimlemede kral askerlerinin üstünden bir dağa tırmanır, ayrıca diğer tarafta mağlup olmuş düşmanları Lullubiler de vardır. Şutruk-Nahunte’nin Elamlı ordusu tarafından çalınıp taşınırken üst kısmının kırılmasına rağmen, dikilitaş hâlâ Naram-Sin’in gururunu, şânını ve ilâhlığını çarpıcı bir şekilde gösterir. Dikilitaşta hikâyenin seyircilerle iletişim kurabilmesi için art arda köşegen katmanlar kullanılması, gelenekten kopulduğunu gösterir. Ancak daha küçük, kırılmış parçalarda daha geleneksel bir yöntem olan yatay kareler gözlenir. Aynı bölgede bulunan bakır Bassetki Heykeli’nin alt gövdesinin ve bacaklarının çıplak olması daha önce görülmemiş bir gerçekçilik seviyesi olduğunu gösterir. Tıpkı Louvre Müzesi’ndeki sakallı hükümdarın tunçtan yapılmış gösterişli kafa heykelinde olduğu gibi.
Akadlılar ile Asurlular Arasında
Bu dönemin yaklaşık 1300 yıllık bir siyasi tarihi vardır ve oldukça karmaşıktır. Buna Üçüncü Ur Hanedanı, İsin-Larsa Dönemi, Birinci Babil Hanedanı, Kassitlerin egemenliği altındaki ara dönem olan Eski Babil dönemi ve diğer dönemler de dâhildir. Dönem, hükümdarlığı MÖ 911 tarihinde başlayan II. Adad-Nirari’nin emri altındaki Eski Asur İmparatorluğu’nun nihai savaşıyla sona ermiştir. Bu dönemde hayat oldukça değişkendir ve Sümerli olmayanlar tarafından sürekli istilalar yapılır. Dönem boyunca Babil, baskın gücün bulunduğu muhteşem bir şehir haline gelir. Bu dönemde sanatsal gelişmeler olmaz, istilacılar sanatsal enerjiyi getirmekte başarısız olurlar. Ayrıca dini sanat da oldukça muhafazakârdır, büyük ihtimalle bu Sümer değerlerinin bilinçli olarak öne çıkarılmasıdır.
Lagaş hükümdarı Gudea (MÖ. 2144 -2124 tarihlerinde yönetmiştir) dönemin başlarında yapılan yeni tapınakların koruyucusudur. Bu tapınaklardan günümüze, küçük boyutlu, ince bir şekilde işlenmiş, daha çok “pahalı ve çok sert bir yeşil taştan” yapılmış yirmi altı Gudea heykeli ulaşmıştır. Bunlar sanki ortama bir güvenlik, bir sakinlik sağlar. Kuzeyde Mari Kralları Sarayı’nda MÖ. 1800’lerden öncesine ait birçok önemli nesne bulunmuştur. Bunlara Iddi-Ilum Heykeli ve Zimri-Lim Sarayı’nın freskleri de dâhildir.
Burney Kabartması, olağan dışı, detaylı ve nispeten geniş, terakotadan yapılmış bir levhadır. MÖ. XVIII. ve XIX. yüzyıllara dayanan levhada, ayakları yırtıcı kuş ayağına benzeyen, hizmetinde baykuşlar ve aslanlar olan, çıplak ve kanatlı bir tanrıça betimlenmiştir. Ayrıca kalıplanmış da olabilir. Evlerde bulunan adak adama yerleri veya küçük yol kenarı mabetleri için benzer parçalar, küçük heykeller ve tanrı kabartmaları yapılmıştır. Küçük, kalıplanmış terakota olanlar ise muhtemelen tapınaklarda süs eşyası olarak kullanılmıştır.
Bu dönemde yüksek kaliteli silindir mühürler genelde bulunmaz. Zaman geçtikçe yazıtlar resimlerin önüne geçmiş ve betimlenen sahneler gittikçe azalmıştır. Buna kralların tanrılara “hediye sunduğu sahneler” ve o zamanın normu haline gelen tahtta oturan kral sahneleri de dâhildir. Özellikle Kassitler döneminden günümüze kadar gelmiş birçok Kudurru taşı vardır. Bunların üstünde toprakların genişliğini, sınırlarını ve diğer resmi kayıtları gösteren yazılar vardır. Aynı zamanda tanrıların ve kralların da figürleri ve sembolleri vardır. II. Meli-Shipak buna bir örnektir.
Asur Dönemi
Asurluların sanat tarzı Babillilerin sanat tarzından farklıdır. İmparatorluklarına Sümerlileri katmadan hemen önce, yani yaklaşık MÖ 1500’lü yıllarda oluşmaya başlayan sanat tarzı; Mezopotamya’nın baskın ve önde gelen sanatı olmuştur. MÖ. 612 yılında Ninova kentinin düşüşüne kadar devam etmiştir.
Tüm Mezopotamya’nın ve etrafındaki çoğu bölgenin Asurlular tarafından fethedilmesi, önceden bildiklerimizden çok daha büyük ve zengin bir devlet; saraylarda ve halka açık yerlerde de çok daha görkemli bir sanat anlayışı ortaya çıkarmıştır. Bu anlayışın, komşusu Mısır İmparatorluğunun şaşaalı sanatından etkilendiğine hiç şüphe yoktur. Asurlular taşların veya kaymaktaşlarının üstüne oldukça geniş planlı, kabartmalarla ince ince işlenmiş ve saraylar için özellikle renklendirilmiş hikâyeler yaparak değişik bir tarz geliştirmişlerdir. Keskince çizilmiş kabartmalarda hükümdarlık işleri, avlanma ve savaş sahneleri betimlenmiştir. Ağırlık genel olarak hayvan figürlerine, özellikle ince detaylarla belirtilmiş atlara ve aslanlara verilmiştir. İnsan figürleri nispeten daha katı ve durağandır ama aynı zamanda kuşatmalarda, savaşlarda ve birebir dövüşlerde kazandıkları zafer sahneleri dakikası dakikasına gösterilmiştir. En çok bilinen Asur kabartmaları II. Aşurnasirpal (MÖ. IX. yy) ve Asurbanipal’ın (MÖ. VII. yy) gösterildiği, kaymaktaşı üzerine kazınmış aslan avı sahneleridir. İkisi de British Museum’da sergilenmektedir. Kabartmalar kaya yüzeylerine de yapılmıştır. Perslilerin devam ettirdiği bu tarza örnek olarak Shikaft-e Gulgu kabartması verilebilir.
Asurlular az sayıda müstakil heykel yapmışlardır. Bunlar; iri yarı gardiyan figürleri, aslanlar ve kanatlı yaratıklar, sakallı insan kafaları ve çoğunlukla insan başlı Lamassu’lardır. Lamassu’lar dikdörtgen bir bloğun iki tarafına, yüksek rölyefle kabartılmıştır ve kafaları etkileyici bir biçimde yapılmıştır. Ayrıca beş bacakları vardır, böylece iki taraftan da bir bütün halinde görülebilirler. Bunlar krallık kapılarında bulunurlar. Bu, Anadolu’dan gelen bir mimari üsluptur. Bölgeyi ele geçirmeden önce bile silindir mühür geleneklerini devam ettirmişlerdir. Mühürlerin üstünde alışılmadık bir biçimde diri ve düzenli işlenmiş betimlemeler vardır. Nimrud kentinde, kazınmış Nimrud fildişleri ve bakır kâseler bulunmuştur. Bunlar Asurlu tarzında yapılmıştır ama çoğu Yakın Doğu’nun Fenikeli ve Aramlı sanatçıları tarafından üretilmiştir. Asurlu tarzında yapılmış kanatlı peri heykelleri Eski Yunan sanatını da etkilemiştir. Onlar da “oryantalizan döneminde” eserlerine çeşitli kanatlı mitolojik yaratıklar eklemişlerdir. Bunlara Yanartaş, Griffin, Pegasus ve “kanatlı adam” Talos örnek olarak gösterilebilir.
Eski Babil Dönemi
Bir parçası şu an Berlin’deki Pergamon Müzesi’nde bulunan ünlü İştar Kapısı, Babil’in ana girişidir. MÖ. 575 yılında, Yahudileri sürgün eden ve imparatorluğu MÖ. 626’dan MÖ. 539’a kadar süren Eski Babil İmparatorluğu kralı II. Nebukadnezar tarafından yapılmıştır. Giriş yolunu çevreleyen duvarlar, sırlı tuğla üzerine kabartılmış ve renklendirilmiş hayvan sürüleriyle dekore edilmiştir. Aslanlar, ejderhalar ve boğalar bu hayvanlardan bazılarıdır. Kapı, şehrin başka bir giriş yolunda bulunan çok daha büyük bir şemanın bir parçasıdır; buradan diğer müzelere geçiş yolları vardır. Dönem boyunca büyük ahşap kapılar, geniş ve dikey metal şeritlerle güçlendirilmiş ve dekore edilmiştir. Kabartmalarla dekore edilenlerin çoğu günümüze kadar ulaşmıştır, Balawat Kapıları bunlara birer örnektir.
Diğer geleneksel sanat tarzları da yapılmaya devam edilmiştir. Eski Babilliler kadim miraslarını vurgulamaya çok meraklıdırlar. Çok sayıda karmaşık ve çok ince bir şekilde kazınmış mühürleri günümüze ulaşmıştır. Mezopotamya, çok daha sade sanatsal gelenekleri olan Persli Ahameniş İmparatorluğu’nun eline düştükten sonra, Eski Yunan sanatıyla birleşmiş olan Mezopotamya sanatı, kozmopolit bir Ahameniş tarzının oluşumundaki ana etken olmuştur. Bölge, Büyük İskender tarafından fethedildikten sonra, bölgedeki birçok kadim unsur, hatta Helenistik sanat unsurları bile sürdürülmüştür.
Sümerler
Mezopotamya’da kurulan uygarlıkların en önemlisi Sümer uygarlığıdır. Asyalı bir kavim olan Sümerler, bu bölgeye tahminen Hazar Denizi’nin doğusundan göç etmişlerdir. Mezopotamya’da ilk siyasal birlik Sümerlerle başlamıştır. Sümerlerde devlet yönetimi ayrı ayrı şehir devletleri idi. Sümerler; Ur, Uruk, Lagaş, Nippur, Eridu gibi şehir devletleri kurmuşlardır. Mezopotamya sanatı çok tanrılı dinsel inancın etkisiyle gelişmiştir. Mezopotamya’da kullanılan yazı, çivi yazısıdır. İlk zamanlar basit resimler halinde olan bu yazı 400 kadar işaretten oluşmuştur. Sümerler bunu geliştirerek kil tabletler üzerine, ucu sivriltilmiş kamışlarla yazmaya başlamışlardır. İşaretler çiviye benzediği için bu tür yazıya çivi yazısı denilmiştir.
Sümer Mimarisi
Mezopotamya’da taş bulunmadığından, Sümerler yapılarını kerpiç ve pişmemiş tuğla kullanarak yapmışlardır. Kerpiç ve tuğla, taş gibi dayanıklı olmadığından Sümer mimari yapılarından günümüze fazla örnek gelmemiştir. Sümer kentlerinin etrafı kalın surlarla çevrilidir. Kentin içinde krala ait bir saray, tapınaklar ve evler bulunurdu. Sümer mimarisinin en önemli yapı türü “ziggurat” denilen tapınaklardır. Ziggurat, üst üste yerleştirilmiş, gittikçe küçülen taraçalardan oluşan ve yukarı doğru yükselen bir kule tapınaktır. Tapınağın en üstünde de bir sunak bulunmaktadır. Kulenin yan taraflarına yerleştirilen merdiven ya da rampalarla kulenin en uç noktasına kadar çıkılmaktadır. Sunak, çok tanrılı dinlerde tapınağın içinde, üstünde ya da yakınında yer alan ve tanrılara sunulan kurbanların kesimi için yapılmış masaya benzer ögedir. Mezopotamya tapınakları ve Mısır piramitleri birbirini yakından etkilemiştir. Çünkü zigguratlar, basamaklı Mısır piramitlerinin gelişmiş biçimleridir. Zigguratlar sürekli aynı formda, piramitler ise önceleri basamaklı, daha sonra düz olarak yapılmıştır. Zigguratlar pişmemiş tuğladan, piramitler ise taş kullanılarak yapılmıştır.
Sümerler astronomi ile de yakından ilgilenmişlerdir. Bu nedenle kule tapınaklardan dinsel amaçların dışında rasathane (gözlem evi) olarak da yararlanmışlardır. Sümer zigguratlarına örnek olarak Ur kentinde yapılan Nanna Zigguratı verilebilir. Sümer sarayları, dikdörtgen bir avlu ve bunun çevresinde bulunan birçok odadan oluşmaktaydı. Odaların kapısı avluya açılırdı. Penceresi olmayan bu yapılara ışık ve hava yalnızca kapıdan girmekteydi. Sümer evlerinde yapı malzemesi olarak temelde taş, duvarlarda kerpiç kullanılmıştır. Evlerin üzerleri ise ahşap çatı ile örtülüdür. Mezarlık mimarisi, çevresindeki diğer yerleşim merkezleri ve kavimlerin aksine, Mezopotamya’da daha az bir gelişim göstermiştir. Az sayıda bulunan Sümer mezarları, dikdörtgen odalar biçimindedir. Sümerler mimari yapılarını, nehir taşmalarına karşı korumak için yüksek setler üzerine yapmışlardır.
Sümer Heykel ve Kabartma Sanatı
Kireç taşı, kalker, diyorit ve mermerden yapılmış Sümer heykellerinin konularını tanrılar, krallar ve kentlerin önde gelen kişileri oluşturur. Sümer heykelleri çoğunlukla ellerini göğsünün üstünde kavuşturmuş, tüylü bir kürk giymiş ve dua ederken betimlenmiştir. Yüzlerde iri gözler, incecik dudaklar, kartal gagasına benzeyen burunlar, kıvırcık gür sakallar Sümer heykellerinin en belirgin özellikleridir. Mısır heykelindeki frontal duruş, Sümer heykelinde de devam etmektedir. Sümer heykelinin diğer örnekleri arasında Kral Gudea’nın heykeli ile İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde bulunan Kral Lu-galdalu’nun heykelini sayabiliriz.
Sümer kabartmalarında kral ve tanrı figürleri, kralların günlük yaşamları ile ilgili sahneler, dinsel törenler, temel atma törenleri, savaş sahneleri gibi konular işlenmiştir. Kabartmalar genellikle taş üzerine yapılmıştır. Sümer kabartmalarında da Mısır sanatında olduğu gibi bazı kurallar vardır. Gövde cepheden, karın, kol ve bacaklar profilden, omuz ve eller cepheden gösterilmiştir. Vücudun bütün organları ayrı ayrı düşünülmüş ve değerlendirilmiştir. Oval çizgilerle çevrili iri gözler kabartmaların en belirgin özelliğidir. Sümer kabartmalarında dönemin siyasal olaylarına da yer verilmiştir. Bu nedenle bu yapıtlar aynı zamanda tarihsel birer belge olarak da önem taşırlar. Sümer kabartmalarının en tanınmışı Lagaş’ta bulunan “Akbabalar Steli”dir. Bir zafer kabartması olan stelin ön yüzünde Sümer ordusunun düşmanı yenmesi, diğer tarafında ise zaferden sonra düzenlenen dinsel bir tören canlandırılmıştır.
Dicle ve Fırat nehirleri arasındaki bölgede yaşayanların bıraktığı eserlerle Mezopotamya sanatı oluşmuştur. Bölgenin iklim, malzeme ve yaşam koşulları nedeniyle sanatları Mısır’a kadar genişlemiştir. Mezopotamya sanatı da bütün o çağ insanları gibi tapınak doğrusu bir mimarlık sanatıdır. Mezopotamyalılar bu bölgenin iklimi gereği parlak ve bulutsuz bir gökyüzü altında yaşıyorlardı. Böylece gökyüzü bu ülkede her türlü düşünceye kaynaklık etmiştir. Birçok bakımdan geri bir ülke olmasına karşın gök bilgisi, matematik ve dinde kesin sonuçlara varmıştır. Mezopotamya mimarlığının tapınak mimarlığına dayanmasının nedeni buydu. Dicle ve Fırat nehirlerinin taşıdığı alüvyonlar çamur yığını gibi olup, sanat eseri yaratmaya elverişli değildi. Mezopotamya sanatında da Mısır sanatında da olduğu gibi bir kesinti vardı. Arkeologlara göre bu kendiydi, bölgede oluşan büyük bir tufan sonucu ortaya çıkmıştır. Tufanla eski uygarlık yok olmuş, göçler sonucu yeni bir sanat ve uygarlık oluşmuştur. M.Ö.30-40 yıllarında yaşamış olan Sümerler, Akadlar, Babiller, Elamlar, Ur-Uruk, Lagaş ve Ninovalılar burada büyük şehirler kurmuşlardır. Malzeme olarak kerpiç kullandıkları için bu büyük şehirler aradan geçen zaman içinde, birer çamur yığını haline geldiğinde, bugüne taştan yontular, pek az heykel ve kabartma kalmıştır. Mezopotamya’da taş az olduğundan mezarlardan çıkan eserler daha çok altın gümüş ile yapılmıştı Asfalt veya zift üzerine sedef kakma eserler bulunmuştur. Kabartma olarak maden üzerine yaptıkları eserlerle figürler Mısır resimlerinde olduğu gibi canlı ve kıvraklıkla değil, âdeta geometrik biçimlere yaklaştırılmıştır.
Mezopotamya’da ilk sanat eserlerini gerçekleştirenler Orta Asya’dan gelerek Aşağı Mezopotamya’ya yerleşen Sümerlerdir. Taş az bulunduğundan Sümerler, binalarını kalıplar içinde güneşte kurutarak düzenli biçimler alan kerpiç tuğlalardan yapmak zorunda kalmışlardır. Fırında pişirilen sert tuğlalar, fazla kullanılmamıştır. Sümer şehrinin etrafı surlarla çevrilip, içlerine tanrılar için tapınak, krallar için saraylar ve evler yapılmıştır. En önemli tapınak biçimi üst üste oturtulmuş kerpiç taraçalardan oluşan kule tapınaklarıdır ki bunlara “ziggurat” denir. Bu taraçalar merdiven veya rampalarla birbirine bağlanmıştır. En üstte tanrının tapınağı veya sunağı bulunmuştur. M.Ö.3000 yılına ait tapınak ve kral sarayları, nehir taşmalarına karşı yapılmış, yüksek setler üzerine bir takım dörtgen avluların etrafını çeviren çeşitli odalar ve koridorlardan oluşmuştur. Bunlar özel ve resmi yaşama ayrılmış daireler şeklinde gruplandırılmıştır. Evlere de aynı plan daha küçük çapta yinelenmiştir. Bütün yapıların, duvarların kalıntıları, odaların üzeri tahta çatılar veya tuğladan yapılmış kubbe veya tonozlarla örtülmüştür. Bu yapıların hiçbir penceresi yoktur. Binalar kapıdan ışık veya hava alır. Yapıların cepheleri bazen çeşitli boyalarla sırlı tuğlalarla renkli taş ve mozaiklerle süslenmiştir. Mezar yapıları Mısır’daki gibi önemli değildir.
Sümer heykeltıraşlığı Sümer sanatında önemli bir yer tutar. Heykellerle ortak tip dolgun çehre, oval yüz, iri gözler, kalın kaşlar, sıkı kapatılmış bir ağız biçimindedir. Ufukta bulunan bir kadın başı buna tipik bir örnektir. Sümerli heykeltıraş için vücut, bir bütün değil, çeşitli kısımların birleşmesidir. Sanatçı her kısımda ayrı ayrı yorumlamakta, parçadan bütüne gitmektedir. Bu birleşim sonucunda da orantısız heykeller çıkmaktadır. Önemli sayılan baş, göz ve eller diğer gövde ve bacaklara göre daha büyüktür. Saçlar ve elbise düzenli, göze hoş görünür biçimde işlenmiştir. Konular genellikle tanrı-kral yaşantısı ile ilgilidir.
Lagaş kralı Gudea zamanında Sümer sanatı yeniden canlanır. İşlenmesi çok güç olan sert diyorit taşından yapılan heykeller saray ve tapınakların içini süslüyordu. Kral dimdik ayakta durur, oturur veya kenarlı, püsküllü mantoya bürünmüş, elleri göğsü üzerinde kavuşmuş, tanrıya dua ederken gösterilmiştir. Gudea heykelinin etekliği bir çeşit yazıyla doldurulmuş, kazılmıştır. Kumaşla vücut arasındaki uygunluk, kumaşın vücuda yapılmış gibi gösterilişi, plastik değerleri ortaya koymaktadır. Mısır kabartma prensipleri burada da aynen görünür. Baş, göğüs, karın ve bacaklar profilden, göz, omuz eller cepheden gösterilmektedir.
Lagaş kralı Urnina’yı bir tapınağın temel atma töreninde gösteren bir kabartmada kral başının üstünde sepette harç taşımakta, çevresindekiler ise iki friz halinde kralı takip etmektedir. Kral, etrafındakilerden daha büyük ölçüde yapılmıştır. “Akbabalar Steli” adlı zafer kabartmasının bir tarafında Sümer ordusunun ilerleyişi, düşmanı yenişi, cesetlerin akbabalar tarafından parçalanışı gösterilmektedir. Diğer tarafta Sümer tanrısı elinde tuttuğu ağın içine düşmanları doldurmuş başlarını sopa ile ezmektedir.
Akad
Mimarlığı hakkında bir bilgiye sahip değiliz ama heykel sanatının oldukça yüksek bir düzeyde olduğunu görürüz. Akad devletinin başında tanrılaştırılmış bir kral bulunmaktadır. Plastik anlatıma ve süslemeye çok önem verilmiştir. Kabartmaların konusu kahramanlıktır. Üzerinde daima karşı karşıya iki kişinin çarpışmasını gösteren fetih anıtları yapılmıştır. En önemlisi “Naramsin” adlı dikili taştır. Bu kabartmada askerler bir kumandanın komutasında uygun adım ve bir kolda yürürler. Bu merasim, dini bir kutlamayı gösterir. Bu tepe ve yıldızların önünde, kral kazanılmış bir zaferden sonra yürüyen askerlerin başında tek olarak gösterilmiştir. Düz bir yüzey üzerinde görülen figürler yuvarlaklaştırılmış vücutlar halindedir. Yüksek rölyef olarak şekillendirilmiştir. Komutanın vücudu çıplaktır. Üzerinde kısa bir eteklik vardır. Başına miğfer ile aşağıya doğru dik ve katı olarak uzanan sakallı, elinde oku ve yayı ile kahraman kralın önünde bir düşman askeri boynuna yediği okla sırt üstü yıkılırken gösterilmektedir. Savaşçılar disiplinli durmaktadır. Akadlar zamanında yapılan anıt eserlerinin sayısı azdır. Çünkü bu sülalenin devrilmesiyle eserler başka bir yere nakledilmiş ya da tahrip edilmiştir.
Babil
1. binde Babil şehri bir kültür merkezi olmuş ve komşu ülkelerin sanatına etkiler yapmıştır. En parlak devri M.Ö VII.yy. sonlarından VI.yy. ortalarına kadardır. Bu devirde şehrin etrafı kale şeklinde ve 45 km uzunluğunda bir surla çevrilmiştir. Surun birçok kuleleri ve yüze yakın kapısı vardı. Şehirde büyük caddeler, yüksek taraçalar üzerinde yapılmış asma bahçeleri, anıtsal saraylar ve tapınaklar yer alıyordu. Babil sülalesi içinde tarih bakımından önemli ilk kişi Hammurabi’dir. Onun kanunlarını belirten ünlü dikili taşın en üstünde tahta oturmuş güneş tanrısının önünde dua eden bir kral vardır. Güneş tanrısı Samaş’ın önünde bulunan Hammurabi, başında kenarları köşeli bir başlık ya da perukayla birlikte omuzu açıkta bırakan elbise bulunmaktadır. Bu rölyefteki konu zafer veya savaş sahnesi değildir. Yüzlerdeki anlatımda ayrıntılara gidilerek kişisel görüntü verilmiştir. Bu çalışma derinlik duygusuna, doğa gözlemine dayanılarak yapılmıştır. Kişisel bir anlatım içindedir.
Asur
Dicle ve Zap ırmağı arasına yerleşen Asurlarda şehir ve sarayların mimarlığı yarı askeri, yarı dini karakter taşımaktadır. Bir Asur sarayı, baş tanrı Asur ve onun yeryüzündeki temsilcisi kralın bir ordugâhıdır. Mısır yöresindeki 2.Sargon’un sarayı surlarla çevrili olup, saray bir taraça üzerinde yer alır. Kapıların iki tarafında insan başlı boğa veya aslan heykelleri vardır. Surun etrafındaki geniş alanda kral ve adamlarına ait gruplar halinde daireler bulunur. Ayrıca yedi katlı ziggurat ve lahit koğuşları yer alır. Saray odalarının duvarları sırlı tuğla, tunç veya taş kabartma ile fresklerle süslenmiştir. Avlu ve koridorların zemini taş veya asfalt ile kaplıdır. Yapı tekniği Mezopotamya’nın devamıdır. Yalnız çam ve servi ağacından, bina örtülerinin yanında tuğla, tonoz ve kubbeler daha geniş ölçüde kullanılmıştır.
Asurlar asker, tüccar ve savaşçı bir toplum olarak görülür. Asur sanatı askeri ifadeyi bir esas olarak kabul etmiştir. Kahraman tipli asker motifleri önem kazanmıştır. Krallar erkek tipli kuvvetli ve kudretli gösterilir. Şişkin adaleli bir atlet vücuduna sahiptirler. Yine büyük gözler, kalın kaşlar, kuvvetli bir burun, uzun sakal anlatım konusudur. Taşıdıkları silahlar uzun bir kılıç, balta ve oktan oluşur.
Asur heykeltıraşları tanrılar ve krallar için, doğal büyüklüğün üstünde, anıtsal heykeller yapmışlardır. Vücut anatomisine, vücudun çeşitli kısımları arasındaki orana önem verilmiştir. Gerek serbest plastik eserlerde, gerekse rölyeflerde yoğunlaşmış bir kuvvet ve enerji sezilmektedir. Asur plastik sanatında kral, dua ederken veya savaş, istila, kuşatma, vahşi hayvan avı, zafer ziyafetleriyle gösterilir. Saray duvarlarını süsleyen taş kabartmalarının üslubu gerçekçidir. Savaş veya av sahneleri gerçek bir dekor içinde bütün ayrıntılarıyla canlandırılır. Kompozisyonların merkezinde diğerlerinden daha büyük boyutta kral yer alır. İnsan ve hayvanlar kraldan uzaklaştırıldıkça küçülür. Bu da perspektif sorunu ile uğraştıklarını gösterir. Asur heykeltıraşları en çok hayvan tasvirlerinde başarılıdır. . Yaralı, dişi aslan kabartması güzel bir örnektir. Vücuduna saplanan oklardan dolayı ölmek üzere olan bir dişi aslan son çaba ile ayaklarını sürükleyerek uzaklaşmaya çalışmaktadır. Bu hareketli sahneler yanında, aile hayatına, saray ve sanatçıya ait sahneler vardır.
Kaynak
https://tr.wikipedia.org
Doç. Dr. Mehmet Zeki İBRAHİMGİL
http://www.kulturelbellek.com
|