Bizans
Bizans sanatı genel olarak IV. yüzyıl ile XV. yüzyıl arasında varlığını sürdüren Bizans İmparatorluğu döneminde yapılan sanata verilen addır. Bunun dışında Bizans sanatından etkilenen Yakın Doğu, Kafkasya, Balkan, Hazar Denizi ve Rusya gibi komşu bölgelerde de etkisini göstermiştir. İstanbul'un Fethi'nden sonra da devam eden Bizans sanatı etkisi Karolenj ve Otto dönemi sanatı ve mimarisini de etkilemiştir. Bizans sanatı daha çok dini sanat olarak da ele alınabilir. Mozaik, kitap sanatları, ikonalar, freskler vb. başlıca inceleme alanı arasındadır.
Bizans sanatı, dünyanın birçok ülkesinde üniversite düzeyinde araştırma konusudur. Türkiye'de Bizans sanatı ve tarihinin eğitimi hem sanat tarihi hem de arkeoloji bölümlerinde verilmektedir. Antik Dönem sanatından doğan ve daha sonraları Hıristiyan geleneğinde gelişen Bizans sanatı ve kültürü, günümüze değin önemini özellikle Ortodokslar nezdinde korumayı sürdürmektedir. Bizans sanatı Ortaçağ’dan bu yana batı Avrupa'da gelişmekte olan Romanesk ve Gotik sanata bir kutup oluşturmakla kalmamış, bu iki kültür arasında hem ideolojik hem de psikolojik bir sınırın ifadesi olmuştur. Bu nedendendir ki bu alan çoğu zaman Batı sanatının gerisinde ele alınmıştır. Özellikle Batı sanatı çerçevesinden Bizans sanatına yönelik negatif bakış açıları Giorgio Vasari ile başlamıştır.
Giorgio Vasari'nin orjinallik ve gelişim açısından yaptığı değerlendirmeler sertlik, devamlılık ve şematizm gibi ana başlıklar üzerinde yoğunlaşmıştır. Buna karşın Batı sanatında daha özgür biçimler kullanılmaktadır. Vasari'nin düşüncesine göre bu durum Batı sanatının üstünlüğünü kanıtlamak için yeterlidir. Ancak Vasari, inanış ile birlikte ilâhileştirilen Bizans sanatı eserleri olan ikonalar, freskler ve mozaikler üzerine pek bir yorum getirememiştir.
Edward Gibbon tarafından kaleme alınan bir diğer dikkat çekici eserde ise Bizans sanatı aşağılanmakla kalmamış, tüm bu dönem Roma İmparatorluğu'nun “bin yıllık çürüme” süreci ve Antik Dönem sanatının çöküşü olarak ifade etmiştir. Bizans sanatının pozitif olarak değerlendirilmesi ilk olarak XX. yüzyılın başlarında modern ve soyut sanat anlayışının hayatımıza girmesi ile birlikte olmuştur. Bu dönemde birçok Batılı sanatçı Bizans sanatında kullanılan figürlerden etkilenmiş ve model olarak kullanmıştır. Bu durum Bizans sanatı ve kültürünün önemi ve dünya sanatındaki yerinin kavranmasına yardımcı oldu. Bizans sanatından etkilenerek eser veren modern sanatçılar arasında Andy Warhol sayılabilir.
Bizans Sanatının Gelişimi
Erken dönem Bizans sanatı ve Justinianos Dönemi
Erken Hıristiyan sanatı Hıristiyanlar tarafından üretilen, Hıristiyanlık tarihinin en erken dönemlerinden başlayarak özellikle 260-525 yılları arasında ortaya koyulduğu düşünülen çoğunlukla Eski Ahit ve Yeni Ahit’ten sahnelerin tasvir edildiği sanattır. Erken Hıristiyan sanatı olarak tanımlanabilecek kalıntılar bütünüyle günümüze ulaşmasa da, bulgular olası tarihlemeyi II. yüzyıla kadar takip eder. 550 yılından sonra Hıristiyan sanatı spesifik olarak Bizans sanatı, ya da bölgesel çeşitliliklere göre farklı şekillerde de adlandırılmıştır.
Tam olarak özgün bir Hıristiyan sanatının ne zaman başladığını kestirmek oldukça zordur. Muhtemelen MS. 100'den önce ilk Hıristiyanlar, filizlenmekte olan bu dinin yasak olması sebebiyle özgür bir biçimde sanatsal üretimde bulunamamışlardır. Ancak Hıristiyanlık bu dönemde alt sınıfların dini olarak büyümeye devam etmiştir. Bu dönemde şayet sanat ürünü ortaya koyulduysa bile günümüze ulaşanların sayısı pek azdır. Eski Ahit resme, oyma idol ya da putlara yasak getirmekteydi, dolayısıyla bu çeşit ürünlerin sanatsal anlamda üretimi neredeyse hiç yapılmamıştır. Hıristiyanlar bir önceki dönemlerinde üretilen pagan sanatı ve onun ikonografisinden etkilenmişler ve sanatlarında kullanmışlardır. Ancak bu kullanım üretilen eserlere Hıristiyan anlamını vermeyi başarmıştır. Eğer bu başarılmış olmasaydı, bugün kendisini pagan sanatından ayıran bir Hıristiyan sanatından söz etmek mümkün olmazdı. İlk Hıristiyanlar onları çevreleyen pagan kültüründen beslenmişler ve yine onlar gibi freskler, mozaikler, heykeller ve tezhip ürünleri vermişlerdir. Erken Hıristiyan sanatı sadece Roma'ya ait formları değil, Roma'ya özgü stilleri de kullanmıştır. Roma döneminin geç klasik stilinde insan vücudu oransal sunulur, mekânlar empresyonist bir biçimde verilirdi. İşte bu stil Erken Dönem Hıristiyan sanatında Roma katakomblarının fresklerinde karşımıza çıkmaktadır. Bu katakomblar ayrıca günümüzde Erken Hıristiyan sanatı adına en zengin kaynağı oluşturan örnekleri barındırmaktadırlar.
Roma motiflerini kabul edip bir zamanlar pagan sembolleri olan bu motiflere yeni anlamlar yükleyen ilk Hıristiyanlar kendi ikonografilerini geliştirmeyi de başarmışlardır. Antik Dönem’den edinen motifler arasında tavus kuşu, üzüm ve “İyi Çoban” sayılabilir. Ancak sonraları Hıristiyanlığın sembollerinden biri haline gelen balık (İkhthus) şüphesiz ki Antik Dönem’den alınmış bir motif değil, bizzat Hıristiyan ikonografisinin pagan ikonografisinden bağımsız bir biçimde ortaya koyduğu bir semboldür.
Erken Hıristiyan sanatı genel olarak bilim adamları tarafından ikiye ayrılır. Bu ayrılma temel olarak 313 yılında kabul edilen Milano Fermanı'nın öncesi ve sonrası yahut I.Konstantin önderliğinde 325'te toplanan Birinci İznik Konsili'nin öncesi ve sonrası olarak yapılır. Erken dönem "Pre-Constantinian" ya da “İznik öncesi” dönem olarak da adlandırılır. Geç dönem ise ilk 7 ekümenik konsilini kapsayan dönemdir. Teologlar ve kilise tarihçileri Erken Hıristiyanlık döneminin daha erken bittiğini iddia etseler de (muhtemel 313-325 arası), Erken Hıristiyan sanatının bittiği dönem sanat tarihçileri tarafından tipik olarak V. ve VII. yüzyıllar arasına tarihlendirilir.
Erken dönem Bizans’ı hem Geç Antik Dönem hem de Orta Çağ’ın başlarında Akdeniz bölgesine hâkim bir kültürdü. Bu dönemde Bizans sanatını Antik Dönem sanatından ayırmak oldukça zordur. Kayser Jüstinyen döneminde yaşanan altın çağ, onun imparatorluğa özgü anıtsallığı ve mimarisi Geç Antik Dönemi sanatından etkilenmiştir. Bazı araştırmacılara göre İsa'nın elçisi sayılan kaysere duyulan saygı Roma İmparatorluk kültünün bir devamı olarak görülmelidir. Bu durum Konstantin'in Konstantin Sütunu zamanından beri Antik Dönem paraları, fildişi oymaları ve mozaiklerde olduğu gibi anıtsal heykellerde de kendisini kanıtlar niteliktedir. Örneğin Jüstinyen Augustaion'da üzerinde kendisinin at üstünde suretinin yer aldığı, bugün kaybolan zafer sütununu diktirmiştir (Jüstinyen Sütunu). Ana kilise olarak inşa edilen Aya Sofya da Erken Dönem Bizans sanatının Antik (mermer sütunlar antik kiliselerden getirilmişti), Hıristiyan, oryantal ve yeni bir karışımı gibidir. San Vitale Kilisesi dışında illerde bulunan kiliseler çoğunlukla bazilikal şemayı takip etmişlerdir.
İkonoklazm
İkonoklazma (veya İkonakırıcılık, Bizans Yunancası eikonoklastes: “tasvir (ikona) kırıcı”, ikonoklast), Bizans İmparatorluğu'nda VIII. yüzyılın ilk çeyreğinden IX. yüzyılın ortalarına değin süren dinsel tasvir karşıtı hareket. İkonoklastların ikonlara tapınılmasına karşı çıkma nedenleri arasında, Eski Ahit'teki On Emir'den ikincisinin (Çıkış 20:4) getirdiği yasak önemli bir rol oynuyordu. İkonlara tapınılmasını savunanlar ise onların simgesel bir değer taşıdığında ve bir kez yaratıldıktan sonra kutsallaştıklarında diretiyorlardı.
Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde İsa'nın ve azizlerin resimlerinin yapılmasına ve bunların kutsal sayılmasına hep karşı çıkılmıştı. Ama ikonlar yine de, özellikle Roma İmparatorluğu'nun doğu eyaletlerinde yaygınlaştı. VI. yüzyılın sonlarına doğru ve VII. yüzyılda resmen desteklenen ikonlara, canlılık özelliği taşıdıkları inancıyla tapınılıyordu. Bu tür uygulamalara özellikle Anadolu'da karşı çıkıldı. 726'da Bizans imparatoru III. Leon ikonlara karşı açıkça tavır aldı; 730'da da ikon kullanılması resmen yasakladı. Böylece başlayan ve ikonlara tapanları hedef alan baskı ve zulüm, Leon'dan sonra tahta geçen V. Konstantinos Kopronymos (741-775) ciddi boyutlara ulaştı.
787'de İmparatoriçe İrini, VII. Ekumenik Konsil olan II. Nikaia (İznik) Konsili'ni topladı ve burada İkonoklazma lanetlenerek ikon kullanılması yeniden serbest bırakıldı. 814'te V. Leon'un tahta geçmesinden sonra ikonoklastlar yeniden güçlendi ve ikon kullanılması 815'te toplanan bir konsilde bir kez daha yasaklandı. İkinci İkonoklazm dönemi, 842'de İmparator Theophilos'un ölümüyle sona erdi. Theophilos'un karısı Theodora'nın çabalarıyla 843'te ikonlar yeniden kullanılmaya ve saygı görmeye başladı. Bu olay Ortodoks Kilisesi'nde, yortu olarak hâlâ kutlanmaktadır.
Bizans devleti tabiri caizse ilk olarak Jüstinyen'den sonra Orta Çağ’a girebilmiş ve Geç Antik köklerinden uzaklaşmıştır. İslâm'ın yayılışı ve Bizans devletinin genişlemesini Küçük Asya, Balkanlar ve güney İtalya ile sınırlayan VII. ve IX. yüzyıllar arası geçiş dönemi şiddetli teolojik tartışmalara sahne olmuştur.
Makedon ve Komnenoslar Dönemi
Makedon hanedanları ile güçlenen Bizans, Akdeniz bölgesinde tekrar güçleri eline almaya başlamıştır. Bu dönemde yaşanan canlanma Makedon Rönesansı olarak da adlandırılır. Bu dönem sanatında görülen yeni stiller Orta dönem Bizans sanatını (843-1204) da etkileyecektir. Konstantinopolis'in 1204 yılında Latinler tarafından ele geçirilmesi ile birlikte Bizans sanatı Yunan hanedanının yerleştiği Selanik ve Trabzon gibi şehirlerde kendini göstermeye başlamıştır denebilir.
Paleologos dönemi
Latinlerin Konstantinopolis'te sürdürdükleri hükümdarlık sonrası şehir bir hayli zarar görmüş ve eski ihtişamını kazanamamıştır. Şehir, eski dönemde elinde bulundurduğu kültür merkezi olma özelliğini yitirmiştir. Bu nedendendir ki çoğu sanatçı, farklı Ortodoks Slav ve Balkan ülkelerine göç etmiştir, bu durum bu ülkelerde Bizans sanatının gelişmesi ve yayılmasına yol açmıştır. Özellikle Erken Rönesans olarak nitelenebilecek Mileševa ve Sopoćani Manastırı freskleri, Antik stilin üzerinde, doğal gerçekçilik ve figürlerin plastik tasvirleri açısından, Avrupa'da Paleologos Rönesansı olarak da bilinen döneme dair güzel örneklerdendir. İlk olarak başkentin Komnenos Hanedanlığı tarafından geri alınmasıyla Konstantinopolis şehri yenilenmeye ve geç dönem Bizans sanatının merkezi olmaya başlamıştır (1261–1453). Ancak geç döneme ait çoğu eser de İstanbul'un Fethi'nden sonra kaybolmuş ya da zarar görmüştür.
İstanbul'un Fethi'nden sonra Yunanistan'ın doğu kilisesi sanatı “Post Bizans Dönemi Sanatı” olarak adlandırılmıştır. Bizans sanatı ile akraba olan diğer Ortodoks ülkelere ait Hıristiyan sanatı, bugünkü sınırlar eskileriyle aynı olmamasına rağmen, genellikle bugünkü ülkelerin isimleriyle (eski Rus sanatı, eski Bulgar sanatı gibi) ele alınır.
Resim
Bizans sanatında resim daha çok fresko olarak karşımıza çıkmakta ve önemli bir rol oynamaktadır. Bununla birlikte ikonlar Bizans sanatının sembolünü teşkil etmektedirler. Resimli tasvirler teolojik metinlere, dolayısıyla Hıristiyanlık inancına bağlanmıştır. Bu anlamda dini resimlere gösterilen saygı neredeyse en az dinin kendisi kadar eski tarihlere uzanmaktadır. Resimlere yönelik ilk ifadelere Hıristiyanlık dininin devlet dini haline geldiği IV. yüzyılda rastlanmaktadır. Burada ilk olarak bir tasvir ihtiyacı doğduğundan söz edilebilir. VI. yüzyılda resimlere duyulan saygı kilise tarafından da onaylanıyordu (Ancak burada normal ibadet ile resimlere yapılan ibadeti ayırmak gerekir).
Dini alanda ilk olarak kabul edilen en ideal ikonografik şekil, “Veronika’nın Mendili (İsa'nın son olarak terini sildiği mendil)” üzerinde bulunan “Vera ikonu” olarak da adlandırılan, Arketip Hakikat Sembolü olarak da kabul edilen İsa'nın sureti idi. Vera İkonu (Latince vera – “gerçek” ve Yunanca εικόνα – “Resim”, yani “gerçek resim”) bir rivayete göre insan tarafından değil, tanrı tarafından gönderilmiştir. Bu Arketip, bir portrenin ideal formları olarak düşünülmüş, dolayısıyla sanatsal dünyayı da etkilemiştir. İkonların kült tarihi bu çeşit mucizevî resimler, doğaüstü olaylar ile başlamaktadır. Erken Hıristiyanlık döneminde de resimlerin bir mucize ile taçlandırılması ve bu sayede kendilerini açıklamaları makbuldü. Aynı zamanda insan tarafından yapılmayan resme dair sanatsal bir ayrım da kendini gösteriyordu.
İkonlar
İkon diyerek fresk, mozaik yahut tual vb. panel üzerine işlenmiş diğer sanat ürünlerini (Alm: Bildtafel, İng:panel painting) bir kenara ayırmak doğru değildir, hem fresk hem mozaik hem de tual üzerine yapılmış resimler ikon özelliği taşıyabilir.
Panel resimleri olarak işlenen ikonların yayılmasına yönelik kayıtlar hem Erken hem de Orta Bizans döneminde oldukça azdır. Bir yanda bu ikonların çoğu İkonoklazm süreci boyunca zarara uğratılmış, diğer bir yandan bu dönemden günümüze kalan organik materyaller (tahta gibi) zaman koşulları sebebiyle korunamamıştır. Stil olarak daha çok Geç ve Post Bizans dönemi özelliklerini yansıtsalar da, bu dönemden ele geçirilen bazı ikonalar mevcuttur. (Örneğin; Katerina Manastırı'ndan ele geçen Petrus İkonası)
İkonlar ilk olarak VIII. yüzyılda kiliselerin Naos bölümünde Bema ve Atlar arasında bulunan özel ibadet resimleri olarak tanımlanmıştır. Altar önündeki sütunlar arasında yer alan tahta ikonalar ise, ilk olarak Geç Bizans döneminde kullanılmaya başlanmıştır. Kiliselerde gelişen ikonostasis ile birlikte özellikle XII. ve XV yüzyıllar arasında ibadet için kullanılan ikonlara ihtiyaç artmış ve durum yine aynı tarihlerde ikon üretiminin artışına sebep olmuştur.
Büyük boy imal edilen ikonlar yanında, küçük boy imal edilen ikonlar da mevcuttur. Bu küçük ikonlar daha çok altın, gümüş, mücevher, fildişi gibi değerli materyallerden üretilmişlerdir. Büyük panel ve tual resimlerinin oluşturduğu ikonlar erken dönemlerde çok nadir karşımıza çıkmaktadır. Buna karşın XII. yüzyılda sayıları hızla artmıştır. XII. yüzyıl başları ile yayılmaya başlayan büyük boy tahta ikonlar, XIV. ve XV. yüzyıla gelindiğinde neredeyse 1 metreye ulaşmıştır.
Mimari
Bizans mimarisi, Bizans İmparatorluğu mimarisidir. İmparatorluk, Büyük Konstantin, Roma İmparatorluğu başkentini Roma'dan Byzantion'a doğuya taşıdığı 330 yılından sonra ki Roma İmparatorluğu'nun sanatsal ve kültürel varlığını adresler. Byzantion, “Yeni Roma”, sonradan Konstantinopolis ismini almış, bugün İstanbul olarak adlandırılmaktadır. İmparatorluk, bir milenyumdan fazla yaşamış, Avrupa'da Orta Çağ ve Rönesans mimarlığını etkin şekilde etkilemiş, 1453 yılında İstanbul'un Fethi’nden sonra Osmanlı mimarisini etkilemiştir. Erken Bizans mimarisi, Roma mimarisinin devamı şeklindedir. Mimari stillerdeki değişim, teknolojik gelişmeler ile politik ve egemenlik alanlarındaki gelişmelerin sonucu, Yakın Doğu'nun kesin etkisi ile dolmuş ve kilise mimarisinde kare-haç tip plan kullanarak ayrışmış bir stil en sonunda ortaya çıkmıştır.
Erken Dönem Mimari
Erken dönem Bizans mimarisinin ana örnekleri, I. Justinianos hükümdarlığı döneminden gelir ve Sofya'da bulunan Aya Sofya Kilisesi yanında Ravenna ve İstanbul'da görülebilir. Batı mimarisinin tarihindeki en büyük atılımlardan biri Justinianos'un mimarlarının kiliselerin kare planından kemerler üzerine dairesel kubbelere geçmeleridir.
Ravenna'da, uzunlamasına Sant'Apollinare Nuovo Bazilikası ve on kenarlı, merkezi yapılı San Vitale Kilisesi mevcuttur. İstanbul'da bulunan Justinianos anıtları, kubbeli Aya Sofya ve Aya İrini kiliseleridir, fakat daha eski ve küçük Aziz Sergios ve Bacchos (Küçük Aya Sofya) kiliseleri hem boylamasına bazilika hem de merkezi bina elemanlarının her ikisini taşımaları nedeniyle bir model olarak düşünülebilirler.
Kilise dışı yapılar arasında, Büyük Saray harabeleri, yenilikçi İstanbul Surları (192 kule ile) ve Yerebatan Sarnıcı (yüzlerce klasik sütunun yeniden kullanılması) sayılabilir. Ravenna'da bulunan Ostrogot sarayının bir duvar resminde Erken Dönem Bizans sarayı görülebilir.
Selanik'in koruyucu azizi Hacı Demetrios'a adanmış mabet, Sina Dağı'nda bulunan Aziz Katerina Manastırı, günümüz Gürcistan'ında bulunan Djvari Manastırı ve Eçmiadzin'in üç Ermeni kilisesi ana olarak VII. yüzyıldan sonra tarihli Justinianos dönemini izleyen Bizans illerinde bulunan mimari gelişmeler anlamında göze çarpan örneklerdir. 430 metre uzunluğunda "Sangarios Köprüsü" ve 17 metre kirişli tek kemerli "Karamağa Köprüsü" diğer önemli mühendislik örnekleridir.
Orta Dönem
Bizans tarihinin orta döneminde çok iddialı mimari projeler görülmez. İkonoklazmlı yıllardan, Selanik'te bulunan Aya Sofya kilisesi günümüze ulaşmıştır. Bir diğer ana yapı, İznik'te 1920'li yıllarda yıkılıp günümüze ancak resimleri ulaşan bir kilisedir.
Geleneksel olarak Bizans sanatının özü kabul edilen Makedon Hanedanı dönemi, arkasında mimarlıkta kalıcı miras bırakmamıştır. I. Basileios'un bugün her ikisi de günümüze ulaşmamış Faros (surlardaki deniz feneri) yanındaki Theotokos Kilisesi ve Nea Eklezya Kilisesi döneminin kare-haç tip mabedlerine model olarak hizmet etmişlerdir. Bu döneme ait diğer eserler, IX. yüzyıla ait Güney İtalya'da bulunan Cattolica di Stilo ve yaklaşık 1000 yılına ait Yunanistan'da bulunan Hacı Lukas Kilisesi, IX. Konstantin Monomakos'un Chios'ta bulunan Nea Moni ve yaklaşık 1050 yılına ait Atina yakınlarında bulunan Dafni Manastırı olarak sıralanabilir.
Makedon döneminde Yunan misyonerler tarafından Hıristiyan yapılan Slav ülkelerinde de kapalı haç tipi baskındır. Günümüz Makedonya Cumhuriyeti'nde bulunan Ohri Aya Sofya Kilisesi ve günümüz Ukrayna'sında bulunan Kiev Aya Sofya Katedrali çoklu yan kubbeler ile yükseklik kazanmış ve zamanın modasına şahitlik eden örneklerdir.
Komnenos ve Palaiologos Dönemi
İstanbul ve Küçük Asya'da, Komnenos dönemine ait mimari Elmalı Kilisesi, Kapadokya kaya kiliseleri, İstanbul'da Pantokrator Manastırı ile Theotokos Kyriotissa Kilisesi dışında neredeyse yok olmuştur.
Bizans Mirası
Temel olarak, Bizans mimarisi, batıda, Romanesk ve Gotik mimarilerine yol açmıştır. Doğuda, Erken İslâmi mimarisinde derin etkisi olmuştur. Emeviler döneminde (661-750), Bizans sanatı, Erken İslâm mimarisini etkilerken, Bizans sanatsal mirası özellikle Suriye ve Filistin'de olmak üzere yeni İslâm sanatına temel kaynak olmuştur. Kudüs'te 691 tarihli Kubbet-üs-Sahra, Şam'da 709-715 tarihli Emevi Camii gibi Suriye ve Filistin'de ayırt edici Erken İslâm eserlerinde, önemli Bizans etkileri görülebilir. Kubbet-üs-Sahra, plan ve kısmen dekorasyon konularında Bizans sanatına açık bir referans verir. Emevi Camisi'nin planı, VI. ve VII. yüzyıl normal Hıristiyan bazilikalarınınkiler ile belirgin bir şekilde benzerdir, ancak cami Hıristiyan bazilikalarının aksine boyuna değil enine doğru değiştirilip, genişletilmiştir. Bu değişiklik cemaatin daha rahat ibadet etmesine hizmet etmiştir. Caminin orijinal mihrabı, kıble duvarının ortasında değil, neredeyse doğu parçasının ortasında yer alır. Bu özellik, mimarın, Hıristiyan yarım kubbe etkisinden kaçınmak için mihrabı enine duvarın ortasına koymaması olarak açıklanır. İslâm ve Magribî mimarisini betimleyen çini işçiliği, geometrik şekiller, çoklu kemerler, kubbeler ve renkli tuğlalar ve taş işçiliği bazı boyutları ile Bizans mimarisinden etkilenmiştir. Bulgaristan, Rusya, Romanya, Sırbistan, Gürcistan, Ukrayna ve diğer Ortodoks ülkelerde, Bizans mimarisinin etkisi daha uzun olmuş ve sonuçta kendi yerel mimari ekollerinin doğumuna yol açmıştır. XIX. yüzyıl Gotik uyanışında küçük bir takibe sahip Neo Bizans mimarisi, Londra'da Westminster Katedrali ve yaklaşık 1850 - 1880 yılları arası Bristol'da Magribî mimarisi ile Bizans stilinin ögelerini birleştiren sanayi binalarında yaygın kullanılan “Bristol Bizansı” gibi mücevherler ile sonuçlanmıştır.
Bizans Sanatının Slav Halklarınca Devralınışı
Bizans İmparatorluğu yıkıldıktan sonra bile Bizans sanatı Ortodoks kültüründe yaşamaya devam etmiştir. Balkanlarda yerleşen ve Hıristiyan inancını kabul eden Slav halkları Bizans sanatının tamamen takipçisi olmuşlar, kiliselerdeki soylu tasvirlerini bile Bizans kayseri kıyafetleri ile tasvir etmişlerdir. Güney Slavları ve kuzey Slavları (Ruslar) arasında bugün bile Bizans sanatı hâlâ varlığını sürdürmektedir.
Balkanlar’da Bizans'tan devralınan ve XII. yüzyıldan itibaren artık Slavlarca da geliştirilen Bizans sanatı özellikle mimaride kendini açık bir biçimde göstermiştir. Bunu özellikle günümüz Makedonya coğrafyasına yayılan Orta Çağ Sırbistan mimarisi ile gözlemlemek mümkündür. Bizans geleneğini takip eden, öte yandan günbegün kendine özgün yeniliklerini de ortaya koyan Orta Çağ Sırbistan mimarisi bu anlamda yine Bizans sanatının inceleme alanı içine girer. Temel olarak Orta Çağ Sırbistan mimarisi kendi içinde 3 temel başlık altında Raška (1170–1282), Vardar (1282–1371) ve Morava (1371–1459) olarak ele alınır.
Kaynak
|