Keltler

Keltler

Kelt sanatı, Batı Avrupa'ya giren ilk “barbar” sanatlardan biridir. Fransa'da ve Britanya adalarında birinci binyılın ikinci yarısında gelişmiştir: Son Kelt istilası dalgasından burada, özgün bir sanatla türdeş bir üslubun, yani La Tene üslubunun izleri kalmıştır. Günümüze kadar hiç kimse bu uygarlığın bütünsel bir tablosunu oluşturamamıştır. Sanatı temelde Akdeniz halklarının gerçekçi estetik anlayışından ayrıdır. Başlıca özelliği, süsleme alanındaki aşırılığı, soyutlamaya yönelmesi, hayvan figürlerinde üsluplaştırmaya gitmesi, insan figürlerinde son derece yalınlaştırmasıdır. Keltlerde mimarlık, ne de resim alanında bir gelişme getiremediklerinden, özellikle taşınabilir eşyaların (araç gereç, silah, kap kacak, mücevherler) süslemesine ve maden işlemeciliğine yönelmişlerdir.

Mimarlık
Mimarlık etkinlikleri oppidum’lara (kaleler) indirgenmiştir. Provence’ta tek tük rastlanan üç taş sütunlu tapınak kalıntıları (Entremont, Roquepertuse, Mouries) kahramanların mezarlarına saygı gösterildiğini kanıtlar; yine bu kalıntılardaki, içlerine kafataslarının konulması için açılmış petekler ve gözleri kapalı kesik baş heykelleri biçiminde yontulmuş anıtlar, kesik başlar dinine tanıklık eder. Kelt tapınaklarının büyük bölümü ahşap bir dua yerinin çevresinde yer alırdı; Bohemya’da, Middlesex’te (İngiltere), Elst’te (Hollanda), Fransa’da Themblois, Genainville, Chatelardles-Lardiers, Cars'da bulunmuş olan kalıntıların hiçbirinde büyük heykellere rastlanmamış, buralarda yalnızca taşınabilir nitelikte sanat ürünleri bulunmuştur.

Heykelcilik
Geç ve az gelişen heykelciliğin başlıca özelliği, biçimleri aşırı derecede yalınlaştırmasıdır. Daha çok kesik başlar, büstler ya da kahramanlaştırılmış Provenceli savaşçıların tek tük heykelleri vardır. Bütün bu insan betimlemelerinde Saint-Chaptes savaşçısı, Roquepertuse ikibaşlı Hermes’i ya da Bohemya’daki Mesecke-Zehrovice büstünde olduğu gibi aynı yüz tipi işlenmiştir.

Madenleri işleme sanatı

Keltler madenleri işlemede son derece ustaydılar. Bu alanda ortaya çıkarılmış eşyalar arasında tunçtan yapılmış ya da büyük bir incelikle oyulmuş mücevherler, koşum takımı parçaları vardır. Tunçtan mücevherler özellikle tokalar, bilezikler, toplu iğneler, Kelt gerdanlıkları olarak bilinen sert kolyelerden oluşuyor ve bunların üstü, eğri çizgili geometrik süslerle bezeniyordu (özellikle İ.Ö.V.yy.). Soyut motiflere kimi zaman son derece yalınlaştırılmış figürlerle bir arada yer veriliyordu (aralarında işlenen en eski temalar; ördek, at ve yılandır). Aynı teknikler altın ve gümüş işlemeciliğinde de uygulanmıştır; ancak bu madenlerden yapılma eşyalar pek yaygın değildir, en güzel örneği de Amfreville başlığıdır. Las Graisses ve Fenouillet bilezik ve halkaları La Tene devri sonunda ortaya çıkan Barok üslubu yansıtırlar. Her ne kadar geç ortaya çıkmışlarsa da paralar, bu süsleme alanındaki hareketliliğin bir başka görünümü sunarlar.

Kelt Sanatının Asya ile Bağlantısı Olabilir

Oxford Üniversitesi’nin yönettiği bir proje, Kelt sanatının yayılması ve etkisine ışık tutuyor.  Projede cevaplanması umulan sorulardan en ilginç olanı; Kelt sanatının Avrasya coğrafyasıyla bir bağlantısı olup olmadığı. Bugüne kadar Kelt eserleri Avrupa sanatındaki gelişmeler üzerinden incelenmişti, fakat bu araştırmada Kelt sanatı ile Demir Çağı’nda Avrasya steplerinde karşılaştığımız sanat eserleri arasındaki ilişkilere de değiniliyor. Bu araştırma kapsamında çeşitli kazılarda ele geçirilen ya da müzelerde bulunan ve üzerlerinde sarmal, daire, birbirinin içine geçmiş desenler veya helezonlarla resmedilmiş hayvan ve bitki resimleri bulunduğu için Kelt eserleri olarak adlandırılan eserler incelenecek.


Araştırdıkları ana konulardan biri Orta Avrupa Keltleriyle onların Avrasyalı göçebe komşuları arasındaki ilişki. Genellikle İskitler ya da Sarmatlar olarak bilinen bu göçebeler Orta Asya ve Çin’in doğusundan Avrupa’ya kadar uzanan steplerin Avrupa’ya yakın olan kısmında yaşıyorlardı. Daha sonra İpek Yolu’nun bir parçası haline gelen bu yarı-çöl ve stepler arasında uzun yıllar kullanılan bağlantı yollarının, Doğu ile Batı arasındaki sanatsal ve kültürel etkileşimlerin gelişmesinde önemli bir rol oynadığı düşünülüyor.

 

Sibirya, Moğolistan ve Kazakistan dağlarında Demir Çağı’ndan kalma mezarlarda çok sayıda yerel eserin yanı sıra Roma cam eserleri, Çin ipeği ve Orta Asya tekstilleri de ele geçirildi. Yerel eserler Kelt sanatından farklı olmalarına rağmen üzerlerindeki karmaşık desenlerde Kelt sanatında kullanılan sarmal stillerini çağrıştırıyor. Araştırmacılar bu birbirinden uzak sanatsal anlatımların birbiriyle, eğer varsa, nasıl bir bağlantısı olduğunu araştıracak.

 

Ekip, ayrıca, “Bağlamında Avrupa Kelt Sanatı” projesi kapsamında Fransa, Almanya, İsviçre, Avusturya ve Çek Cumhuriyeti’ndeki müze koleksiyonlarını da inceleyecek. Yine bu proje kapsamında Avrupa’daki Kelt sanatı üzerine kapsamlı bir veritabanı oluşturabilmek için bu konudaki bütün veriler bir araya toplanacak. Bu çalışma geleneksel olarak Kelt dünyası kabul edilen bölgenin dışında kalan Kelt sanatına dair buluntulara da odaklanacak.

 

Projenin lideri, Oxford Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Profesörü Chris Gosden: “Avrupa’da Kelt sanatı, İskoçya ve İrlanda gibi ülkelerle sıkı bir şekilde ilişkilendiriliyor, ancak artık Avrupa ve Asya’da birbiriyle bağlantılı sanat stilleri olup olmadığı konusuna daha geniş kapsamlı bir açıdan yaklaşıyoruz. Betimlemelerin eylemlerle ve belki de değişen bilinç durumlarıyla ilgili olduğundan şüpheleniyoruz. Kelt sanatında kullanılan betimlemeler animistik inançlarla, yani ruhların maddesel dünyada yaşadığı ve insan, hayvan, bitki ve objelerin arasındaki sınırların bulanık olduğu bir dünyayla ilişkili olabilir” diyor.

 

Avrupa’da Kelt sanatının MÖ. 500 civarında, Akdeniz sanatında yeni bir “realizm” akımının başladığı dönemlerde ortaya çıktığı düşünülüyor. İki sanat akımı birbiriyle bağlantılı olmasına rağmen Kelt sanatının yaratılmasındaki ilham, Yunan ve Roma’nın klasik sanatıyla tam bir zıtlık oluşturuyordu. Hem Kelt sanatı hem de klasik sanat, iki kıtanın etkileşimiyle ortaya çıktı, ancak Kelt sanatı, biçim değiştiren betimlemeleriyle stepleri aşarak Çin sınırlarına dayandı. Doğunun Kelt sanatına etkilerini inceleyen bu proje, Oxford’dan Profesör Dam Jessica Rawson’ın Orta Asya step kültürünün Çin’in gelişmesine etkilerini inceleyen büyük araştırma projesiyle de kesişiyor.


Karanlık Çağ

Takma bir ad olan “Karanlık Çağ” adı sanat tarihine yerleşmiş bir addır. “Ortaçağ” deyimini ortaya atanlar V.yy’dan XV.yy’a kadar süren yeni klasik antikite ve onun tekrar doğuşu olan Rönesans devri arası tam 1000 yıl olarak düşünmüşlerdir. O zamanlardan beri yapılan araştırmalardan sonra Ortaçağ’a bakışımızı tümüyle değiştirmiştir. Artık bu çağ karanlık değildir; bu çağ “bir inanç” çağıdır. Bu durumda karanlık kavramı Ortaçağ’ın çok başlangıcına verilen isim olarak kalmaktadır. Yüz yıl önce karanlık çağ XII.yy’a kadar getirilirdi. Bugün ise; bu devir Justiniaus’un ölümünden Şarlman dönemine kadar gelen 200 yıllık süre içinde kullanılıyor.

 

Roma’nın yıkılış yıllarında Germen ve Kelt kavimleri beraberinde göçebe geleneklerinden oluşan sanat anlayışını Batı Anadolu’ya getirdiler. Tarımsal bir toplum olarak yaşayan Mısırlılar, Grekler, Mezopotamyalılar, Romalılar, yüksek bir kültür yaratırken; Avrupa’nın kuzeyindeki halklar henüz tarihin karanlığı içindeydiler. IV-V.yy’da Asya’dan Avrupa’ya ve Avrupa’nın içinde yani kavimler göçü, istilalar, savaşlar oldu. Batı Roma İmparatorluğu yıkıldı ve yıkıntısından birçok krallıklar çıktı. Bunlar Bizans İmparatorluğu’na bağlı olup hepsi Hıristiyanlığı kabul etmişlerdi.


Başlangıçta Keltler, Slavlar, Germenler ilkel halklar olarak ne anıtsal ne de mimari ne de büyük sanatlardan haberleri vardı. Bu doğudan batıya gelen kavimler çok iyi tanınan eski bir sanat mirasını “hayvan stili” denen üslubu beraberinde getirmişlerdir. Bu hayvan stilinin kökü, MÖ X-IX.yy’da İran’da Luristan bronzlarına bağımsız bir yaratıcılık ve formlu bu stil Kelt ve Germen sanatında önemli bir öğe olmuştur. Ülkelerinde güneşsiz yaşayan bu toplumlar, kolay yaşamak için güneşe inmeye karar verdiler. Bu alanda ilk atılımı Keltler yapmıştır. Orta Fransa’ya, Belçika’ya, Avusturya’ya kadar gelmişlerdir. Hatta MÖ.VI.yy’da İngiltere, İrlanda, İspanya’ya kadar inmişlerdir. Bunların bir ara Roma’yı aldığı hatta Anadolu’ya geldiklerinden bazı kaynaklarda söz edilir. Keltlerin yerleştiği ve bugüne kadar yaşadığı yer İrlanda olmuştur. MS. 463 tarihinde Hıristiyanlığı kabul etmişlerdir.

 

Kelt sanatının gelişimini iki ana bölümden ele almak gerekir.

       1.Eski Kelt sanatı buna “La Tene Dönemi” denir.

       2.Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra “Yeni Kelt Sanatı” denir.

 

Eski Kelt sanatı veya La Tene sanatı MÖ.450 tarihlerinde görülür. Etrüsk sanatının etkisi altında kalır ve gelişir. Özellikleri; yarı bitkisel, yarı soyut karakterlerindeki stilize süsler ve girift Etrüsk etkileri ‘S’ şeklinde, damla biçimli motifler ve birbirine dolanan filiz şekilleridir. Bu motiflerin yanı sıra tam anlamıyla organik geometrik olmayan çizgilerle tasvir edilen stilize hayvan şekilleri ve maske gibi insan başları işlenmiştir. Motifleri içeren örnekler kral mezarlarında ortaya çıkar. Altın malzemede kaliteli el işçiliği önemli yer tutar. Yanı sıra bronz işçiliği de göze çarpar.

 

MS.II.yy ortalarında Britanya’da La Tene sanatının yavaş yavaş başladığı görülür. Bu stilin son yaradılışı olan spiraller gibi süsleme motifleri İrlanda ve İskoçya’daki Yeni Kelt sanatına geçişi yaratır (MS.150- 650). Bu yeni dönemde de örgü bantları ve hayvan tasvirleri yer alır. Bu süsler genellikle birlikte yer alır. Önce yazmalarda uygulanmıştır. Bu stilin yayılması bu nedenle İrlanda manastırlarına öncü olmuş ve bu motiflerle süslenen İncil yazmaları yazılmıştır.

 

Orta İrlanda (Kelt sanatında MS.850-1000) arasında bir çöküş göze çarpar. Bu stil Vikinglerle olan savaş devrine rastlar. Spiral motifler kaybolur, hayvan stili vahşileşir. Örgü bantları daha yüzeysel bir şekilde süslemede devam eder. Bu stilde (MS.1000-1150) sadece dinsel sanatın özellikleri göze çarpar ve el sanatlarında tekrar bir canlanma dikkati çeker. Fakat süsleme kuru ve hareketsizdir. 1070’de Anglo-Normanların İrlanda’yı fethetmesiyle de Kelt sanatı son bulur.

 

Hayvan üslubu dediğimiz bu sanatın kökü doğuya dayanan bir gelişme ortaya koyar. Bunların en erken örneklerini İskit altın süslemelerinde ve İran Luristan bronzlarında görmekteyiz. İskitler Moğolistan dağlarından Asya’yı geçerek Karadeniz kıyıları ve Tuna vadilerine bu sanatı getirmişlerdir. Macar sanatında da benzer örnekler görebiliriz. Bu üslup soyut ve organik şekillerin yaratıcı bir bağımsızlıkla Kelt ve Germen sanatında karanlık çağın önemli bir öğesi olmuştur.

 

İngiltere’de Suttan Hoa’da yapılan araştırmalardan ortaya çıkan ve VII.yy’ in ilk yarısına (MS.625-633) tarihlenen doğu Angov Kralı’nın mezarına ait para kesesi kapağı; hayvan stilinin önemli örneklerinden biridir. Bugün Londra’da British Museum’da bulunan para kesesi kapağı altın ve emaye olarak işlenmiştir. Üst yüzeye simetrik dört çift motif yerleştirilmiştir. Her biri ayrı bir karakter gösterir. Ördeklerle savaş kartallar, Luristan bronzlarıyla aynı karakterdedir. Üstteki motifler kuyrukları, bacaları, pençeleri, gagaları ile örgü süsleri oluşturan ve bantlar halinde uzatılan; savaşan hayvanlar içerir.

 

Karanlık çağda hayvan stili Alpler’in kuzeyinde Erken Hıristiyanlık’ta kendini oluşturur. İrlanda Avrupa’da dinsel ve kültürel bakımdan lider durumdaydı. MS. 600-800 tarihleri arası İrlanda için; “bir altın” dönem olarak sayılır. İrlanda hiç Bizans’ın egemenliğine girmemiştir. Hıristiyanlığı kabul etmiş olmasına rağmen; dini Roma’nın kurallarına uygun olarak değil; kendi görüşleri, yorumlamaları ile inanmıştırlar. Esas itibariyle bir devlet örgütlenmesine benzeyen kilise örgütü, İrlanda’nın köylü karakteriyle hiç örtüşmemiştir. İrlanda Hıristiyanları Mısır ve Yakın Doğu’nun çöl azizlerini doğada inzivaya çekilerek ruhsal mükemmelliği, temizliği arayan kişilerdir. Bu kişiler Avrupa’da ilk manastırları kurdular. V.yy’a kadar diğer manastırlar açılmaya başlandı.

 
İrlanda Manastırları

Sanat ve bilim öğreten merkezlerdir. Aynı zamanda canlı bir misyon etkinliği de gerçekleştirilirdi. Kuzey Britanya’ya Viyana’dan Puşkin’e kadar tüm Avrupa’ya yeni manastırlar kurmak için keşişler yollandı. İrlandalılar sayesinde manastırlar Avrupa’nın kültür merkezleri haline geldi. İrlanda manastırları, İncil’i yaymak için çok sayıda İncil kopyaları, başka Hıristiyanlığa ait kopyalar hazırlamak zorunda kaldılar. Yazı büroları aynı zamanda sanat etkinliği merkezleriydiler. Tanrı sözcüğünü içeren el yazmaları kutsal eşyalar olarak kabul ediliyordu ve bunların dış güzelliği de çok önem taşıyordu. İrlandalı keşişler Erken Hıristiyan el yazması minyatürlerini görmüş, tanımışlardı. Fakat başka alanlarda da olduğu gibi bunları basitçe kopya etmediler. Çünkü İncil’e ait olayların resimli tasvirlerini yapmak pek fazla ilgilendirmiyordu onları. Buna karşılık bir yazmadaki metnin süslenmesine büyük önem veriyorlardı. O dönemdeki en güzel el yazmaları İrlandalılar tarafından İngiltere’de bulunan manastırlarda işlenen ve Anglosakson stiliyle Kelt ve Germen öğelerini birleştiren yazmalardır. Bunlarda;

 

Lindisfarne İncili’ni örnek olarak alabiliriz. Bu İncil (MS. 698-721) VII.yy sonu arasında yazılmıştır. Çok iyi korunmuş olan bu yazma Londra’da British Museum’da bulunmaktadır. Lindisfarne İncili’nin haç sayfasında sanatçı bir kuyumcu titizliği ile işlediği hayvan süslemesini geometrik bir çerçeve içine yerleştirilmiştir. Kâfirlik dünyası birbirini yutan ejderlerden oluşmaktadır. Bunların üzerinde yer alan haçın üstün kudreti ile âdeta ezilmiş, kıvranıyorlarmış gibi görünürler. Sanatçı burada organik ve geometrik şekilleri birbirinden ayırmıştır. Her bir çizgiye bir organ ya da vücut ait olmaktadır. Komposizyonda yine simetriye yer verilmiştir. Ayrıntıda labirent gibi bir atmosfer yaratılmıştır. Bu yazmadaki tasvirlerde başta mavi, kırmızı ve sarı renkler ve gölgelendirmelerle yaygın bir şekilde renk komposizyonu kullanmıştır. Lindisfarne İncili başta Kelt sanatının özellikleri olmakla birlikte çeşitli etkilerin özelliklerini de taşır. İncil yazıcılarının tasvirlerinde özellikle Akdeniz, Bizans, Yunan sanatlarının etkileri de dikkati çeker.

 

Manastırlarda yapılan hayvan üslubu ve örgü bantlarının birlikte kullanıldığı bu el yazmalarından başka metal işlerinde de MS.750-850 arası hayvan stilini değişik ve düzen örnekleri yapılmıştır. Bunlardan MS VIII.yy’ait olan İrlanda’da Dublin Müzesi’nde bulunan metal çarmıh sahnesi İrlanda sanatında çarmıh sahnelerinin en erken örneklerinden biridir. Bu İncil kabı olabileceğini düşündüğümüz bu tasvirlerde İsa merkezde, kollarını iki yana açmış çivilenmiş olarak durmaktadır. Bu figürde ve diğerlerinde insan şekli organik bir bütün olarak kavranamamıştır. Baş, kollar, ayaklar sadece merkezdeki örgü şekilleri, helezonlar ve zig-zag formlarının süslerine eklenmiş ayrı ayrı parçalar olarak verilmişlerdir.

 

MS. 850-1000 tarihleri arasında İrlanda’da Vikingler’in istilası görülür. Bu dönemde sanatta bir gerileme dikkati çeker. Hayvan stillerinde vahşileşme görülür. O dönemde çeşitli malzeme ve teknik genellikle çok ince işlenmiş metal eserler hayvan stili formlarının süratle yayılmasına neden olmuştur. Bunlar; ahşaptan, taştan yapılmışlardır ve el yazmalarında da kullanılmıştır. O dönem hayvan stillerinin pek azı günümüze kalabilmiştir. Hayvan stilinin en uzun geliştiği yer ise İskandinavya’dır.

 

Bunlardan MS. 825 tarihinde ahşaptan yapılmış bir hayvan başı güney Norveç’te Oseberg yakınlarında diğer aksağını ile birlikte bir Viking gemisinde görülmüştür. Hayvan başında özellikle, diş, çene, burun delikleri gibi ayrıntılar son derece gerçekçi olup diğer kısımları metal hayvan stilinde aktarılmış olan düğümlü geometrik örgü süsleriyle oyulmuştur. Maden süslerindeki işçiliğe benzer. Hayvanların seçilmesinin sebebi ise; korkutucu ve koruyuculuğudur. Lambovardlar zamanında kuzey İtalya’da Civiale Sigwald mermer kabartmada da dört İncil yazıcısı simgesel olarak tasvir edilmiştir. Aziz Markus: kanatlı aslan, Aziz Luka: kanatlı öküz, Aziz Matehus: melek, Yuhanna: kanatlı kartal… Bunlar son derece garip yaratıklardır. Dördü de ince bacaklara sahiptir. Vücutları kafadan, kanattan ve melek dışında yuvarlak kuyrukçuklara sahiptirler. Sanatçı bunları yuvarlak çerçeveler içine almıştır. Bu kabartma yüzeysel olarak simetrik süsleriyle işlemeleri anımsatır. Belki de bu kompozisyon bir Sâsâni kumaşından esinlenerek yapılmıştır.

 

Germenler, Bronz Çağı devrinde yani MÖ.2.bin yıllarında bugünkü İskandinavya’da yaşamışlardır.1000 yıllarına doğru Tuna nehri kıyılarına doğru inmişlerdir. MS.375 tarihinde doğudan gelen Gotlar tüm Avrupa’yı harekete geçiren batıya doğru göçlerine başlamıştı. Daha önce Baltık Denizi ve Karadeniz’e kadar yayılmış olan bu büyük göçler Avrupa’yı yüzyıllar boyunca karma karışık hale getirdi. Bu göçler esnasında doğu Gotları: İtalya’ya, Batı Gotları: güney Fransa ve İspanya’ya yerleştiler. Mandallar kuzey Afrika’ya çıktılar. Göçenlerin çoğu yerli halk ile karıştı. Yalnız Angovlar ve Saksonlar kendi başlarına İngiltere adalarına yerleştiler. Buhundlar Fransa’ya, Lambovardlar kuzey İtalya’ya egemen oldular. Franklar Keltlerle birleşerek Latin dilini benimsediler. Slavlar da doğu Avrupa ile Balkanlar’a indiler. Avrupa’nın Hıristiyanlığı kabul etmesi V.yy dan XI.yy’a kadar devam etmişlerdir.


Kelt Sembolleri ve Anlamları

Keltler MÖ 500 ve MS 400 arasında İngiltere ve Batı Avrupa'da yaşamış eski bir toplumdur. Avrupa Keltlerinden kalan yazılı kayıtlar yetersiz olduğundan Keltlerce kullanılmış işaret ve sembollerin belirlenmesi ve takip edilmesi oldukça güçtür. Bildiklerimizin çoğu, yükselişi sırasında Kelt topraklarını ele geçiren Roma İmparatorluğu aracılığıyla öğrenilenlerdir. Kelt sembollerinin kullanımı hakkındaki görüşler ise, eski Kelt kültürü tarihçilerinin ve uzmanlarının tahmin ve varsayımlarından oluşmaktadır.

Her şeye rağmen, hikâye anlatmak gibi eskiden kalma gelenekleri sayesinde yeterince tarihsel bilgi kurtarılabilmiş ve Kelt mirası gücünü korumuştur.

Yüzyıllardır, Kelt sembol ve işaretleri eski Keltlerden kaynak alan inanılmaz bir güce sahipti. Bugün bu güç hakkında bilgi toplayabilir ve Kelt sembollerinin dilini öğrenerek bu gücü kullanabiliriz.

Kelt Haçının Bazı Sembolik Anlamları

Antik druidlerin belirsizliğiyle, Keltlerin yüzyıllarca birikmiş ve sözlü olarak aktarılmış bilgeliği, inançları ve Kelt haçını sembolik algılayışları da kaybolmuştur. Kelt anlayışının kalıntıları bize (en iyi ihtimalle önyargılı olan) Roma yazılarından gelir. Ayrıca Keltlerin inançlarını anlayabilmek için, mitolojisini kayıt etme sorumluluğunu taşıyan Hıristiyan rahiplerinden de yardım alabiliriz.

Kelt haçı sembolizmi (özellikle de her çıkıntısı merkeze eşit uzaklıkta olan eşit kollu haç) insanların yaşamın gizemini çözmeye ve deneyimlemeye duyduğu arzuyu gösterir. Bu gizemin dört kollu desenle çözülebileceğini ve bu kolların bize yükseliş için dört yol sunduğunu söyleyebiliriz: Öz, Doğa, Bilgelik, Tanrı / Tanrıça.

Bu haç ayrıca ilâhi enerjilerin buluşma noktasını temsil eder. Haç kesitinin merkezinde kozmik enerjinin yoğunlaştığı enerjisel bir ayıraç bulunur. Eğer haçın her kolu yüksek bilgeliğin bir dalını simgelerse ve haç dört elementin birleşimini temsil eden bir çember içerisindeyse, haçın merkezi spritüel hedefimizin toplanma noktası olacaktır. Kelt haçı aynı zamanda yön bulmayı temsil eder. Aslında bu haça spritüel denizlerde bize rehberlik edecek sembolik bir pusula olarak bakabiliriz. Bu benzetmeye göre haç, her zaman “doğru kuzey”i göstererek hizmet eden sabit bir işaret direğidir.

Peki ya haçın dikey hattı? Sezgisel olarak bunun geçmişi, geleceği ve merkez noktada da şu anı simgelediğini söyleyebilirim. Kelt ırkı, batı yönüne yansıtıcı (geçmişe bakış, anımsama) nitelikler, doğu yöne ise ileriye dönük (geleceğe bakış, tahminsel) nitelikler yüklemiştir. Bunu, güneşin (batıdan) batışını güne bir veda olarak gözlemlemelerinden çıkartabiliriz. Aynı şekilde, (doğudan) günün ağarması da yeniliğin müjdecisi ve gelecek güne bir merhabadır.

Keltik Trinity (Üçlü) ve Triquetra Sembolü

Keltik üçlü sembolün sayısız sembolik anlamı vardır. Triquetra ve triskelion gibi sembol formda gördüğümüz kadar, bu üçlü motifini Kelt düğümlerinde (knot) de görebiliriz. Bu sembolün antik Kelt düşünce sistemine göre güneş ve ayın fazlarını temsil etmesi mümkündür. Antik kalıntılarda ve arkeolojik kazılarda Trinity / Triquetra motiflerinin diğer ay ve güneş sembolleri ile yan yana görülmesi bizi bu sonuca götürmektedir. Bu teoriyi açarsak, biliyoruz ki Keltler, üç karakteri bir arada taşıyan bir ay tanrıçasını, “ulu anneyi” onurlandırırlar. (Ayın üç fazı ve tanrıçanın üç yüzü).

Bazen triquetra’nın çevresinde sınırsızlığı ve sonsuzluğu simgeleyen bir çember görülür. Bu ayrıca korunma anlamındadır. Çemberler bazen Kelt düğümlerinin çevresine, ilâhi olanla spritüel bütünlüğü ve kopmaması gereken bir bağlantıyı temsil etmesi için çizilir.

Böyle geniş bir yorum dizisi, bu ilgi çekici düğümlerin anlamlarında dokunulmazlık olmadığını düşündürebilir. Belirtildiği gibi, bu konudaki tarihsel kayıtların eksik kalıntıları bizi çıkarım yapma gücümüzü kullanmaya zorluyor. Bu kötü bir şey değil. Gerçek şu ki Kelt düğümlerinin anlamlarının zor yakalanır olması daha çok büyüsel olanak sağlar ve kişisel gelişiminiz için bir fırsat sunar. Kısacası, Kelt sanatı, düğümleri veya sembolizmi üzerinde çalışırken imajinasyonunuza izin verin. Kişisel yorumunuz eninde sonunda en iyi rehberiniz olacak ve ihtiyacınız olan cevabı verecektir.

Triskelion’un Bir Kelt Sembolü Olarak Anlamı

Kısaca, triskelion Kelt sembolü olarak, insanlığın ilerleyişi ve rekabet anlamını taşır. Yunan terimi olarak “üç bacaklı” anlamındadır ve buna uygun olarak, sembol koşan üç bacağa benzer. 

Beş Katlı Kelt Sembolü

Beş katlı motifi çevreleyen anlamlar büyüleyici ve oldukça geniş kapsamlıdır. Özellikle beşinci element (orta halka beşinci elementi simgeler) ve bunun antik Keltlerin düşünce sistemiyle tercümesi birleşme fikridir. Bu fikir sadece Kelt kaynaklı değildir. Aslında neredeyse bütün kültürler, dünya ve içinde döndüğü evreni (ki bunlar beş ana temaya sahiptir) gözlemlemek için yeterli ruhani kapasiteye sahiptiler. İlk dört tema sayısız kültürde (Kelt kültürü de dâhil) hayatın ebedi ve saygı değer temel taşlarıdır ve anlaşılmaları oldukça kolaydır. Klasik kavramlara karşılık gelirler. 

Örneğin:
Dört element: Ateş, Toprak, Hava, Su
 

Dört yön: Güney, Kuzey, Doğu, Batı 

Dört mevsim: Yaz, Kış, İlkbahar, Sonbahar 

Peki ya Beşinci Element? 

Manevi anlamda bilge atalarımız zihinlerini “dört kenarlı” kutunun hapsinden dışarı çekmişler, dört elementi birleştiren daha geniş bir özü idrak etmişlerdir. Bu noktada beşinci element ezoterik düşüncede ilk defa ortaya çıkar. Muhtemelen insan zekâsıyla birleştirilen bu beş element, bir arada dengeli ve bütünleşmiş bir güç oluşturur. Peki beş katlının dengesini incelerken ne çeşit bir farkındalık kazanabiliriz? Druidler, doğanın beş yönünün insan zihninde dengelenmesinin çok kapsamlı bir aydınlanma sağlayacağının ipuçlarını vermişlerdir. Beş katlı kavramının ardındaki Kelt anlamları bir kitabı doldurabilir.

Keltlerde Yayılma, Yerleşme, Uygarlık, Sanat, Mimarlık ve Heykelcilik

Keltler, ırksal ya da etnik özelliklere göre de­ğil de konuştuğu bir Hint-Avrupa dili­ne göre adlandırılmış olan ve Orta Av­rupa kökenli olduğu sanılan topluluktur. Konuştukları dil yazılı geleneğe da­yanmadığı için Keltlerin kökenlerini tam anlamıyla belirlemek güçtür. Bazı uzmanlar Keltlerin kökenini. Birinci Demir Çağı’nı oluşturan Hallstatt Ça­ğı uygarlığına, hatta Tunç Devri insanlarına kadar götürürler, dolayısıyla da Keltlerin İ.Ö. II. binyılda orta­ya çıktıklarını söylerler; bazılarıysa Kelt topluluğunun İ.Ö. VII. yy’a doğ­ru oluştuğunu öne sürerler.

 

Yayılma ve Yerleşme

Kelt halklarının beşiğini Bavyera yay­lası oluşturur. Bu insanlar söz konu­su yörede kendilerini, Hallstatt Çağı aristokrasisinin egemenliğine karşı çı­karak kabul ettirmişlerdir. Yayılma­larında başlıca iki özellik göze çarpar: Bunlardan biri, aralarında hiçbir bağ kurmayan dağınık gruplar oluşturmalarıdır; gerçekten de hiçbir zaman bir Kelt imparatorluğu kurulmamıştır. Bu grupların askeri alandaki üstünlüğü Keltlerin her zaman önder durumun­da olmalarını sağlamıştır; bu durum­da da türdeşliklerini korumayı bilmiş­ler ve egemenlikleri altına aldıkları halkları bir bakıma köleliğe zorlamış­lardır; sayıları çok az olduğunda, yerli halkların direnmesiyle karşılaştıkları zaman da onlarla karma bir topluluk oluşturmuşlardır (sözgelimi, İspanya’daki Keltiberler).

 

Keltlerin yayılması doğrudan doğruya Bavyera’dan değil de iki ayrı noktadan gerçekleşti: Ba­tıda Marne-Ren kesimi İ.Ö. VI. yy’da büyük ölçüde Keltleşmişti bile; doğu­da, Bohemya-Pannonia bölgesine yer­leşme de aynı sıralarda gerçekleşmiş­ti. Bu iki merkez, güçlü bir kaleler ağıyla küçük güvenlik bölgelerine ay­rılmıştı. Keltler buradan üç yöne doğ­ru hareket ettiler. Marne-Ren’den ba­tıya yönelerek Galya’ya, İspanya’ya, ardından da İ.Ö. III. yy’da İngütere ve İrlanda’ya yerleştiler.

 

Başlıca iki Kelt üssünden, Galya’nın kuzeydoğusunda yer alanında Treveruslar, orta kesimde bulunanda da Arverniler ve Biturigesler yerleşmiş­lerdi. Bunun dışında kalan alanlara Keltler daha seyrek bir biçimde gel­mişlerdi; öyle ki, bazen Keltler önce­si halklara karışarak eridikleri de ol­muştu (Galya’nın güney kesimi, İspan­ya).

 

Keltler söz konusu olduğunda ilk akla gelen bölgelerden olan Britanya adaları ve İrlanda’daysa Kelt yerleş­mesi genel olmaktan çok karma bir özellik gösterir. Bohemya’dan kalkan Keltler doğuya doğru ilerleyerek Tuna boyunu izleyip Balkanlar ve Ukrayna’ya ulaştılar. Ama üslerinden uzak düşünce yerel halklara karışmak zorunda kaldılar (Belgrad çevresinde Scordiscuslarm Kelt-İllyria krallığı). Bu doğuya yöne­len kol, üçüncü göç ekseniyle (güneye, Akdeniz’e doğru) birleşti. Keltlerin bu kesimdeki yayılmaları, Latinler ve Yu­nanlılardan kalma belgeler sayesinde çok iyi bilinmektedir. Kuzey İtalya’ya İ.Ö. 390’a doğru gelen Keltler, Etrüsklerden sonra buraya yerleştiler. Ar­kadan gelen yeni gruplar, İ.Ö. 295’e (Roma bu tarihte Sentinum’da kesin bir zafer kazanmıştı) kadar ilk gelen­lere katılarak onlara destek oldular. Öte yandan çeşitli Kelt grupları Sicil­ya’daki Yunanlı tiranların paralı as­kerleri oldular; oradan da Makedon­ya krallarının hizmetine girdiler; bun­lardan “büyük Galat bölüğü”, bir ayaklanma sonucunda Anadolu’nun orta kesimine yerleşerek Galatia Kelt devletini kurdu.

 

Kelt Uygarlığı

Orta Avrupa’ya yayılan ve çoğunluk­la önderlik görevini üstlenen Kelt gruplarına bir aristokrasi egemendi. Başlangıçtaki siyasal düzen olan kral­lık, giderek gücünü yitirdi ve İrlanda dışında her yerde ortadan kalktı. Si­yasal kadrolar belli bir bölgede, bir si­tede sınırlı kaldı. Galya ve Galatia bir yana bırakılacak olursa, belli bir yö­netimle ilgili hiçbir ize rastlanmamıştır.

 

Kelt toplumu üç düzeyden oluşu­yordu: Kelt olmayanlar, hemen hemen köle durumundaydı; “ambactes” olarak adlandırılan özgür Keltler, aristokrat­lara hizmet ederlerdi; aristokratlarsa hem siyasal hem de toplumsal açıdan sitelere egemendiler, güçleri çevrele­rindeki adamlarının sayısından kay­naklanırdı; aristokratlar, adamlarını karşılıklı armağan alıp vermeye daya­nan bir yönteme göre toplarlardı; top­rak mülkiyeti ortaklaşa olduğu halde, gelirden en büyük payı aristokratlar alırdı.

 

Keltlerde ordu da, Kelt devletlerinin siyasal biçimi değişirken, evrim geçir­di: Krallık döneminde önem taşıyan savaş arabaları ve piyade erlerinin yerini, aristokrasi iktidara geçtiği za­man süvari sınıfı aldı. Kelt savaşçıları, hiçbir zaman paralı askerler ola­rak çalışmaktan kaçınmamışlardır. Kuşkusuz, Keltler öncesi halklarla kaynaşma olmuş ve karma bir aristok­rasi doğmuştur.

 

Keltlerin Avrupa’nın iktisadi gelişme­sine de büyük katkıları olmuştur. Hallstatt Çağı insanları gibi demir uygar­lığına bağlı olan Keltler, bunlardan farklı olarak demiri tarım araçları ya­pımında kullanmışlardır. Ama bu ala­na teknik açıdan getirdiklerini pek abartmamak gerekir: Bu insanlar ne tekerlekli sabanı, ne art arda hayvan koşumunu, ne de bildikleri, ama pek uygulamadıkları atların nallanması işlemini bulmuşlardır. Ama bu, or­manları büyük ölçüde ağaçsızlandırmalarını ve Avrupa’nın görünümünün belirlenmesinde etkili olmalarını engellememiştir. Sözgelimi, Sezar’m ordusu kendisine gerekli bütün be­sini sağlayabilecek kadar zengin bir Galya’ya girmiştir. Tahıl tarımı ve büyükbaş hayvan ye­tiştiriciliği en yaygın tarım etkinlikle­ridir; bahçecilik ve bağcılıksa pek önemli değildir. Tarım ve demir sana­yisinden başka Keltler bir ağaç sana­yisi geliştirmişler (fıçıyı Keltlerin bul­duğu sanılır), özellikle Akdeniz dünya­sına yönelik önemli sayılabilecek tica­ri etkinliklere girişmişlerdir.

 

Keltler parayı kullanmasını da biliyorlardı; para Bohemya’da olduğu gibi Galya’da da İ.Ö. IV. yy’da basılmıştı. Yalnız İrlanda’daki Keltler, adalı olmaların­dan ötürü öbürlerinden farklı olarak para kullanmayı bilmiyorlardı. Kelt­ler çoğunlukla, ya tek tek ya da köy­ler halinde, ama açık bir kırsal yerleşme biçimini yeğliyorlardı; bu ne­denle ancak çok gerekli olduğu za­manlar tahkimli sitler kurmuşlardı. Kelt dini çok iyi bilinmez; bütün Kelt­ler tarafından benimsenen bir tanrı­lar bütününün varlığı ve kahraman­laştırma âyininin uygulandığı kanıt­lanmıştır; dolayısıyla, Keltlerde de Yunanlılarda olduğu gibi doğaüstü bir ikilik vardır; bu Eski Yunan’da tanrılar ve yarı-tanrılar (kahramanlar) üs­tüne dayanıyordu. Druidlik bütün Keltlerin değil de, gerileme dönemin­de Galyalıların diniydi. Çeşitli Kelt grupları İ.Ö. III. ve I. yy’lar arasında bağımsızlıklarını yitirdiler,

 

Avrupa’nın kuzeyinden gelen protogermanik grupların ve Roma’nın etkisi altında ezildiler. İtalya’daki Kelt topluluğu III. yy’da boyun eğmek zorunda kaldı. İ.Ö. 150’ye doğru, Belçikalılar Kuzey Galya’daki Keltleri, güneye doğru püs­kürtmeye başladılar; 120’de Kimberler ve Tötonlar Bavyera’deki Kelt oda­ğını yerle bir ettiler. Artık direnme gü­cü kalmayan Kelt aristokrasisi her yerde çökmeye başladı. Bunun üstü­ne Roma duruma müdahale etti ve Keltiber İspanya’yı, ardından Galya’yı fethetti. Yalnızca İrlanda ve bir öl­çüde de Britanya bağımsız kalabildi­ler. Britanya adaları Anglosaksonlar tarafından işgal edilince, Keltler İ.S. V. yy’da bu adalardan kalkarak Galya’daki Armorik’i Keltleşmiş bir Bretagne haline getirdiler.

 

Kaynak

http://sanattarihi.net

http://arkeofili.com

http://www.sanattarihci.com

http://teenwolftr.org

 
 
ISTANBUL
 
 
 
 
 
Bugün 53 ziyaretçi (112 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol