Beşikçilik

Beşikçilik

 

Beşikçilik, unutulmaya yüz tutmuş el sanatlarımızdan biridir. Geleneksel yöntemlerle yapılan ve kullanım devri geçen beşikler, babalarımızın ve dedelerimizin içinde büyüdüğü bir zamanların en gözde çocuk karyolaları idi. “Teknolojinin ilerlemesi ile artık daha modern çocuk karyolaları tercih ediliyor. Ancak el yapımı beşiklerin yerini hiçbir şey tutmaz” düşüncesiyle avunmaya çalışan beşikçilerimiz artık tek tek ortadan kalkmaktadır.

Gerçek kullanım alanlarını yitiren beşikçilik diğer pek çok el sanatlarımızda da olduğu gibi artık bir süs eşyası ve turizm sektörüne hitap eden objeler veya küçük ebatta oyuncaklar olarak yaşam alanı bulmak için çabalamaktadır. Artık kaç beşikçi ustası baba mesleğini çocuğuna öğretmeyi düşünecektir. Artık hangi genç, bu mesleği sürdürmek için öğrenmeye ihtiyaç duyacak veya zorunlu kalacaktır. Hangi anne baba, mobilya beşikler yerine bu geleneksel ağaçtan yapılma beşiklerde büyütecektir çocuklarını. Ya da hangi anne ve baba bu yeni yetme karyolalarda eskimiş ninniler, modası geçmiş, sevgi sözleri fısıldayarak uyutacaklardır çocuklarını. Yeni moda karyoladaki bebeklere alaturka ninnileri hangi anne diyecektir.

Manilerimizin, türkülerimizin, bilmecelerimizin hatta masallarımızın içinde bulabileceğimiz beşikler artık evlerimizde bile bulunmuyor. Beşikçilik de diğer pek çok el sanatlarımız gibi geçmiş dönemlerin hafızalarında ve eskiden günümüze ulaşan halk edebiyatının ürünlerinde şekli şemali bilinmeyen nesnelerden biri olarak kaldı. Dedelerimizin ve ninelerimizin içinde büyüdüğü bu korunaklı yataklar artık yerlerini plastikten, madeni eşyalardan yapılmış türevlerine terk ederek seri üretim araçlarından ve mobilyalarından biri haline geldi.

Prof.Dr.Necati Demir, beşiği şöyle tarif etmiştir: “Beşik, Türkçe bir kelime olup ‘Süt çocuklarını yatırmaya ve sallayarak uyutmaya yarayan tahta ve demirden yapılmış sallanır bir çeşit küçük karyola’ manasında kullanılmaktadır”. Dilimizde beşik sözcüğü ile ilgili olarak sayısız deyim, atasözü, ninni, tekerleme, bilmece ve pek çok tamlama ve mecaz üretilmiştir. “Beşik kertme”, “beşik kertiği”, “beşikörtüsü”, “beşiklik etme”, “beşik salıncak”, “beşikten mezara kadar”, “beşik belemek”, “beşiğe belemek” gibi deyimlerin yanı sıra değişmeceli anlamda “beşik beklemek”, “bir beşiğe baş koymak” gibi kullanılan deyimlere de rastlanılır. Tekerlemelerde “Ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallarken”de olduğu gibi kullanılır. Anadolu’da beşikle ilgili çok sayıda mani, türkü, ninni ve bilmece örnekleri bulmak ve vermek mümkündür.

Beşik yapımında gösterilen ana amaç çocuğun sallanması, sallanarak rahat yatması ve rahat uyuması olduğu için yapı bakımından genellikle birbirlerine benzerler. Yapımındaki ana unsurlar sallanmayı sağlayan iki kasnak, iki kasnağı birbirine bağlayan kollar ve tekne biçiminde bir yataktan oluşmaktadır.

Hemen hemen tüm beşiklerde üstte mutlaka ana bir kol bulunmaktadır. Çocuğu olumsuz dış etkilerden korumak, ışığın rahatsız etmesini engellemek için bu ana kolun üzerine işlemeli örtü, kilim vs. örtülür. Bebek uyurken üzerine örtü çekilen bu kolun diğer bir görevi de çocukların oynayabilmesi için çıngırak ve halkaların da konulabilmesidir.

Beşiğin Türk kültüründe çok eskiden beri var olan bir gereç olduğu muhakkaktır. Bazı kaynaklara bakılırsa beşiğin bir Türk icadı olduğu da söylenebilir. Çadırların orta direklerinden asılarak kullanılan kundak ya da “sallama beşik” tabir edebileceğimiz beşik türünün göçer Yörüklerde hâlâ kullanıldığına şahit olabiliyoruz.

Beşiğin Türk kültüründeki varlığının izini en azından MÖ I.yüzyıla kadar götüren işaretler bulunmaktadır. Kimi anlatılarda beşiğin Afrasyab – Alp Er Tunga zamanında bulunduğuna dair bilgilerle karşılaşmaktayız. Orta Asya’da yapılan kazılarda MÖ I.yüzyıla ait bir Hun gömütünde bulunan malzemeler arasında beşik de vardır. Bulunan bu beşik günümüzde Kazak ve Kırgız Türklerinin kullandıkları beşiklere benzemektedir. Başkurtların kayın ağacından oyma, tekne gibi beşikler kullandıkları bilinmektedir. Türk dünyasının her yöresinde çeşitli tarihlerden kalma beşiklere rastlanmıştır. Divan-ı Lügat-üt-Türk’te “beşik” kelimesi “çocuk beşiği” anlamımda geçmektedir. Bununla beraber bu ilk buluntulardan dokuz asır sonra Doğu Türkistan’a yerleşen Uygur Türklerinin hayatında beşiğin kullanıldığını gösteren pek çok ayrıntı vardır. Alp Er Tunga hakkında Uygur Türkleri tarafından yapılan sözlü anlatımlar hakkında değerli bir çalışma yapan Dr.Adem Öğer, beşiğin Alp Er Tunga zamanında bulunmuş olduğuna dair yapılan Uygur söylencelerine örnekler verir.

Osmanlı döneminde de kullanılan beşikler, sarayda içinde şehzadelerin büyütüldüğü görkemli sanat eserleri haline getirilmiştir. “Altın beşik” denilen saray beşiği, Osmanlı mücevher sanatının en görkemli yapıtlarından biridir. Üzerinde yüzlerce kakma mücevherler bulunan bu altın beşik Osmanlı sarayında beşikçiliğe ve çocukların yetişmelerine ne kadar önem verildiğini göstermektedir. Sedef kakma ve kündekâri teknikleriyle yapılmış, oymacılık sanatının tüm hünerlerini gösteren beşikler de imal edilmiştir.

Beşiklerin yapımında esas amaçlardan birisi çocukların beşikten düşmeden sallanması ilkesidir. Sallanmaya uygun dairemsi ayakları sayesinde ne kadar sallanırsa sallansın devrilmeyecek ve içindeki çocuğu düşürmeyecek bir düzenekle yapılır. Beşiğin biçimselliğini sağlayan ana düşünce budur. Yarım daire biçiminde hazırlanmış iki tahta, beşiğin ayak görevini üstlenir. Yine yarım ay şeklinde bükülmüş iki ince tahta veya ağaç bu ayakların üzerine yerleştirilmiştir. Ayaklar delinmek suretiyle karşılıklı kollarla tutturulmuş, daha sonra orta bölümde bebeğin yatağının yerleştirileceği bir düzen kurulmuştur. Hangi şartta olursa olsun çocuğa zarar vermeyecek bir yapıda ve çocuğu yaralamayacak bir biçimde yapılmaktadır. Beşiğin bütün malzemeleri yuvarlak veya ovaldir. Hiçbir parçasının kesici ve delici özelliği yoktur.

Beşiklerin yatak kısmı kapalı ve tahta ile kapalı olabileceği gibi kollu da olabiliyordu. Beşiğin kenarları, üstündeki kol ve yanlarındaki deliklere çocukların uyanıkken meşguliyetlerini sağlayacak şekilde halkalar, nazar boncukları, muskalar, üzerlik otu vs. takılır. Çocukları kem gözlerden ve büyülerden korumaya yönelik muska ve üzerlik otu, nazar boncuğu, at nalı gibi objeler takılır. Bu âdetler, İslâmiyet öncesi dönem âdetleriyle bütünleşen İslâmî dönem âdetleridir.

Beşiklerin tavana asılan modelleri de vardır. Beşikçilik konusunda değerli bir makale hazırlamış olan Prof.Necati Demir, bu beşik türünden söz etmemiştir. “Salıncak beşik” denilebilecek bu beşikler, bir tür salıncaktı. Tavana asılan salıncak beşikler yer beşiklerine göre daha küçük ebatlıdır. Yerden kol hizasında sallamaya uygun bir yüksekliğe tavana asılan bir kancaya bağlanır. Bu tip beşikler yer beşiklerinden daha küçük boyutlu olurlar. Kundak biçimli bu beşikler çocukları yerde oluşabilecek kazalara karşı daha güvenli kılmaktaydı. Evlerin tavanlarında bu beşikleri asacak düzenekler yapılırdı. Çadır kültüründe bu beşiklerin çadırlarda da kullanıldığını göstermektedir. Bu sebeplerden Yörük çadırlarında da bu tip salıncak beşiklerin kullanıldığına şahit olmak mümkündür.

Beşikler için yapılmış özel örtüler ve döşekler yapılırdı. Beşikörtüsü, gelinlik kızların çeyizlerinde bulunan başlıca eşyalar içindeydi. İnce detaylı oyalar, işlemeler, çiçekli dallı desenlerle yapılan bu örtülerin amacı bebeklerin yüzüne sinek konmasını ve sokmasını engellemek maksadıyla yapılırdı. Bunun için de bebeğin nefes almasını sağlayacak delikli kumaşlar veya tülbentler tercih edilirdi. Beşiklerin ayak ve gövdeleri çok çeşitli desenlerle süslenirdi.

Geleneksel beşiklerde, ağaç olarak çoğunlukla ceviz, kestane, kızılağaç, kayın, ladin, kavak, fındık ve gürgen kullanılmaktadır. Beşiğin kullanıldığı ağaç malzemeler yöreden yöreye değişmektedir. Karadeniz’de üretilen beşiklerin eğimleri fındık ağacından, kasnakları kızılağaçtan, ayak kısmı ise gürgenden yapılır. Yörelere göre, kullanılan ağaçların cinsleri değişse bile her yörede kullanılan ağaç cinslerinin sağlam olmasına dikkat edilirdi. Çünkü beşikler “içinde candan bir parça yatacak” düşüncesi ile yapılırdı. Beşiklerin ön tarafında halkalar ve çıngıraklar bulunur. Bu halka ve çıngıraklar çocuklar için hem oyuncak hem de ninni vazifesi görür, çıkardığı seslerle çocukların erken uyumasını sağlardı. Geleneksel beşik kültürümüz, kaybolan ve duyulmaz olan ninnilerle birlikte tarihin tozlu sayfalarında nostaljik bir öykü olarak kaldı.

 

Kaynak

 
 
ISTANBUL
 
 
 
 
 
Bugün 49 ziyaretçi (60 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol