Takunyacılık - Nalıncılık
Ansiklopedide takunya (nalın) tabanı tek parça tahtadan yapılan ve üstünde ayağa geçirilen deri bir tasması bulunan ayakkabı olarak tarif ediliyor. Aynı kaynakta bu takunyaları yapana da “takunyacı ustası” dendiği belirtiliyor.
Ünlü dilbilimcimiz Ömer Asım Aksoy’a göre takunya, altı tahta olan ayakkabıdır. Aksoy’un Gaziantep deyimleri kitabında “Yemeniyle yürüdüm de haphapla kaçmam mı kaldı?” deyimi vardır. “Haphap”, takunyanın Gaziantep ağzındaki adıdır.
Takunya çok eski çağlardan beri kullanılan bir ayakkabı çeşididir. Daha çok ıslak zeminlerde kullanılmak üzere tasarlanmıştır. Köselenin su geçirgenlik özelliğinden dolayı tabakhanelerde ve hamamlarda kösele tabanlı ayakkabılar kullanılamazdı. Ahşap ayakkabılar buna benzer ihtiyaçlardan doğmuştur.
Takunyanın asıl malzemesi ceviz, gürgen, çınar, şimşir ve dut ağacıdır. Gürgen hem ucuz hem de bol bulunan bir ağaç olduğundan takunya yapımında tercih edilir. Bunların içerisinde en makbul olanı ise şüphesiz şimşir veya abanoz ağacından yapılanıdır.
Şimşir ağacından yapılan takunyaların işçiliği de zordur. Suya ve aşınmalara çok dayanıklıdır. Çınar ise suya dayanıklı değildir. Islak zeminde kısa zamanda dağılır. Çınar ağacından yapılan nalınlar ucuz olduğundan fakir halk tarafından tercih edilirdi.
Nalın yapılacak ağaçlar hızarlarda biçilir. Hızara götürülen kerestelerin kuru olması gerekmektedir. Kerestelerin bir çift nalın (ayak numarasına göre) çıkacak şekilde boylamaları yapılır. Bir çift nalının et kalınlığı ne kadar olacaksa o yükseklikte ve kalınlıkta keresteler boylanır. Sonra dikdörtgen prizma şeklinde kesilen keresteler ortalarından kesilerek ikiye ayrılırlar. Bu işlemle her tek “nalın”ın aynı dokulu (ağacın kendine has damarı vardır) çıkışı sağlanır. Hızarın olmadığı dönemlerde bütün bu işlemler tümüyle “nalıncı keseri” ile yapılırdı. Ağaç tamamen bu keserle şekillendirilip yontulurdu. Sonraları hızarlarda belli kalıplarda kesilen ağaçlar yine nalıncı keseri ile rötuşlanarak takunya haline getirilirdi.
Daha sonra nalıncı keseri ile yontma işlemine geçilir. “Nalıncı keseri gibi hep kendine yontar” deyimi de bu keserin yapısından ve yaptığı işlevden, ustanın ağacı kendine doğru yontarak şekil vermesinden kaynaklanmaktadır. Nalıncı keserinin sapı ile ağzı arasındaki açı dardır. Bu nedenle normal keserlere göre sapları da daha uzun olur. Kütük üzerinde takunyalara şekil verilirken keserin kopardığı yongaların hepsi dağılmadan takunyacının kucağına dolar. Bu nedenledir ki “hep kendine yontar” sözü doğmuştur ve doğrudur da. Uzun bir uğraştan sonra şekillenen nalının zımpara işine geçilir. Sonra boyama işlemi yapılır. Kırmızı en çok kullanılan boya rengidir.
Verniklenerek parlatılan nalınlar satılmak üzere raflardaki yerlerini alırlar. Nalın almaya gelen kadınlar ve kızlar ayaklarının ölçülerine göre nalınlarını seçerler.
Nalıncı, nalınların üst tasmalarını müşterisinin ayak ölçüsüne göre hemen oracıkta özel takunya çivisi ile (siyah ve geniş başlı bir çividir) çakarak verir.
Nalınların tasmalarının inci süslemeli olanı olduğu gibi kamyon lastiğinin keten bölümünün ince dilimler halinde kesilerek yapılanı da kösele olanı da vardır.
Takunya ayağa giyildiğinde tasmanın çivi başından çıkmaması için lastikten kesilen küçük parçalar kullanılırdı. Böylece tasmanın çivi başını zorlayarak çıkması engellenirdi.
Gaziantep’in eski kesme taştan yapılmış evlerinin dar dehlizlerinde kadınların, genç kızların ve çocukların takunyaları ayak tabanına değdikçe “şıpşıp” diye ses çıkartarak sokak aralarında yankılanırdı. Çocuklar büyüklerinin nalınlarını giymeyi pek severlerdi. Bakkala giderlerken ayaklarına bol gelen tasma yüzünden zor yürürlerdi. Öyle ki, bazen tasmaları kopar nalının bir teki ellerinde gelirlerdi. Evde nalıncı çivisi olmadığından herhangi bir çivi ile tasma tekrar çakılır, büyük gelen çivinin başını eğerek tasmanın tekrar çıkması engellenirdi. Tabii bu arada çocuğun bir güzel azarlanması da kaçınılmazdı.
Nalınların süsleme işinde de çeşitli teknikler kullanılır. Yakarak desenler yapıldığı gibi, oyma tekniği ile de süslemeler yapılırdı. Sedef kakma, kıymetli taşlar ve incilerle de takunyalar süslenirdi.
Müzelerimizde bu takunyaların eşsiz güzellikte olanlarını görebiliriz. Saray hamamlarında hanımlar hep bu takunyaları kullanmışlardır. Gelin olacak kızların nalınlarının topuk ve ayakuçları yüksek olurdu. Evlerin merdiven ve bahçe taşları takunya giyilerek yıkanırdı. Tuvalet ve banyolarda ise buralara özel nalınlar konur, sadece buna benzer yerler için kullanılırdı. Islak zeminde çalışanlar ayaklarına hep takunya giyerlerdi. Hamamcılar ve tabaklar işleri gereği takunya giyerek çalışırlardı.
Tire’nin Nalınları
Bir internet sitesi olan “Tire’m Portalı”nda ise nalıncılığın Güzel İzmir’imizin bu küçük ama şirin yöresine özgü bir ayaklık olduğundan yola çıkılarak şu bilgilere yer veriliyor:
Yöresel özellikleriyle öne çıkıp üne kavuşmuş, kadife üzerine sırma ile işlenmiş nalınların ilk defa Tireli ustalar tarafından yapıldığı söylenir. Çeyiz sandıklarının olmazsa olmazları, turistlerin çokça hediyelik eşya olarak tercih ettikleri, günümüzde birçok mekânın şark köşelerini süsleyen nalınlar artık Tire’nin simgelerinden biri olmuştur.
Evlerin ve hamamların banyolarında kullanılan, cami ve mescitlerde abdest alırken giyilen nalınlar, daha önceleri genç kızlara düğün hediyesi olarak götürülürmüş. Nakışları hafif olan nalınlar evlenme çağındaki kızlara hediye edilirken, ağır işlemeli olanlar nişanlı kızlara, işlemeleri çok ağır olanlar ise yeni gelinlere layık görülürmüş.
Tire nalıncılığının farklı yanlarından biri de; Anadolu’nun diğer kentlerinden farklı olarak yontulması kolay olduğu ve ıslandığı zaman zarar görmediği için kavak ağacının malzeme olarak tercih edilmesidir. Kırmızı, mor, yeşil kadifelerle kaplı; simli iplerle, tel kırmalarla, pullarla süslü Tire nalınları son usta Cemil Amca’nın ellerinde hâlâ yaşatılmaktadır.
Nalın, Arapçada ayakkabı anlamına gelen ‘nal’ ve bir çift ayakkabı anlamına gelen “naleyn” kelimelerinden türemedir. Türkçede ‘nalin’ şeklinde söylendiği gibi “nalın” olarak da kullanılmaktadır. Nalın, Selçuklu ve Osmanlı devirlerinde, günlük hayatta geniş ölçüde kullanılırdı. XIX. yüzyılın sonlarına kadar nalın yapımı, özellikle İstanbul’da bir meslek ve sanat dalı haline gelmişti. Hususi nalıncı ustaları ve pazarları mevcuttu. Yine bu asırlarda berber çıraklarının, ayakları çıplak olarak, kendilerine has nalınlarını dükkânlarında giyme mecburiyetleri vardı. Osmanlı hamamlarında, müşteri nalınlarıyla, hamam tellaklarının nalınları ayrı yapıda idi. Hatta nalınların kullanıldıkları hamamları ve buna benzer yerleri belirtmek için nalınlara beyitler bile yazılırdı.
Kaynak
www.diyarbakirlioglu.com
|