Şapkacılık
Başa giyilen başlık anlamında Latince “cappa”dan alınma bir kelimedir. Günümüzde, erkek ve kadınların sokağa çıkarken gerek süs olarak, gerekse yağmur ve güneşten başlarını korumak gayesiyle giydikleri başlığın genel adıdır. Bununla birlikte, şapkaya benzediğinden, ocak ve soba borularının tepesine konulan ve rüzgârın dumanı içeriye doğru savurmasına engel olan sac külâhlara da “şapka” denilmektedir. Aynı şekilde, gemi direğinin tepesindeki tekerlekçiğe ve yazıda, harfi uzatma veya inceltme amacıyla kullanılan işarete de “şapka” denildiği bilinmektedir.
Erkek şapkaları çeşit çeşittir; kasket, fötr, silindir, melon, bere, hasır, Panama vb. Kadın şapkaları ise, modaya göre yıldan yıla değişiklik gösterir. İnsanlar, tarihin ilk çağlarından itibaren çeşitli şapkalar (başlıklar) giymişlerdir. XIX. yüzyılın ikinci yarısından sonra pek çok çeşidi olan şapkalar, yukarıda yazıldığı şekilde standartlaştı. Osmanlı Türk toplumunda başlığın özel bir yeri vardı. Saray ve saraydaki yüksek rütbeli memurlar kırk üç çeşit farklı serpuş (başlık) giyiyorlardı. Hiç kimse kendisine ait olmayan rengi ve şekli kullanamazdı. Hükümet ve devlet görevlilerine ayrılan başlık sayısı yirmi yedi idi. Sadrazamdan vezir habercisine kadar herkesi başlıklarından tanımak mümkündü. Ordu mensuplarının başlık çeşidi altmış üç idi. Yeniçeri ağasından en basit ere kadar bütün rütbeliler başlıklarından tanınabilirdi. Din adamları on altı, halk ise yirmi dört değişik serpuşa sahipti. Osmanlı devletinin son zamanlarına kadar, Müslümanlarla gayr-i Müslimlerin birbirinden ayrılması için giyimleri, bu arada giydikleri başlıklar farklı farklıydı
Osmanlı devletinin nüfusunu teşkil eden Müslümanlarla gayr-i Müslimlerin, yalnızca giydikleri başlıklar değil, ayakkabılarına varıncaya kadar tüm kıyafetleri birbirlerinden farklıydı. Bu durum, Osmanlı devletinin yıkılması ve onun yerine Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurulmasına kadar - tedrici olarak bir takım değişiklikler olmasına rağmen - devam etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet’in 1923 yılında ilânından sonra, bir takım reform hareketlerine girişti ve herkesçe bilinen inkılâpları aşamalı olarak gerçekleştirmeye başladı. Giyim konusundaki bu yeniliklerin başında şapka geliyordu. Çünkü Atatürk'e göre şapka Batılı ve modern olmanın simgesiydi, uygar kıyafetin ayrılmaz bir parçasıydı. Bunun dışında kalan (fes, sarık, külâh vb.) başlıklar, Türk ulusunun kıyafeti olamazdı. Nitekim 24 Ağustos 1925 tarihinde, Kastamonu'ya yaptığı bir gezide, elinde Panama şapkası biçiminde geniş kenarlı beyaz bir şapka olduğu halde halka seslenmiştir.
Gelişen teknoloji birçok el işi mesleği bir bir unutturmaya neden oluyor. O mesleklerden biri de şapkacılıktır. Eskişehir’de şapka imalatı yapan Naci Umut, baba yadigârı mesleğinin yaşaması için var gücüyle çabaladığını söylüyor. Odunpazarı Hamamyolu Caddesi’nde bir dükkânda şapka imalatı yapan Naci Umut, döneminin de son ustalarından. Mesleği, Naci Usta’ya, babasından yadigâr kalmış. Babasından devraldığı bu mesleği Naci Usta tam 45 yıldır kendi imkânlarıyla yapmaya çalışıyor.
Şapka imalatını dededen toruna 1957’den beri yaptıklarını belirten Umut, “Önce kumaşlara makine yardımıyla astar yapıştırılıyor. Ardından parçalar belli bir kalıba göre kesiliyor. Kesilen parçalar bir bir birleştiriliyor. Dikilen şapkaların kolay şekil alsın diye bir miktar buharda bekletiliyor. Daha sonra kalıba konularak ütüleniyor. En son işlem ütü oluyor ütüden sonra işlem bitiyor” diye konuştu.
Şapka yapımının birçok aşaması olduğu için birden fazla elemana ihtiyaç duyulduğunu aktaran Umut, “Şapkacılık zor meslek, işçiliği zor, kendisi ufak ama işçilik çok. Bu hemen hemen bir gömlekle eş değer bir işçilik var şapkada. Dışarıdan küçümsenen bir meslek ama çok meşakkatli… Kolay bir şekilde eleman yetişmiyor. Eleman yetiştirmek zor, kimseyi bulamıyoruz” dedi. Bütün bu sıkıntılara karşın bu mesleği devam ettireceğini vurgulayan Naci Usta, “Bizim elimiz ayağımız tuttuğu müddetçe bu işe devam edeceğiz. Allâh bize vücut sağlığı versin sağlığımız el verdiğince bu mesleği yürüteceğiz. Seviyoruz mesleği. Çok emek isteyen bir meslek… Herhalde onun için de gelen elemanlar çok fazla durmuyor. Yorucu bir meslek yani... Ama bu günümüze bin şükür, çok memnunuz” şeklinde konuştu.
Şapkacılık, yok olan mesleklerden biridir. 58 yıldır 8 köşe şapka üreten Remzi Kağar, hem şapkanın hem de kültürünün yok olduğunu belirterek, “Mesleğimiz kaybolan meslekler sınıfına girdi. Bizim yerimize bu mesleği devam ettirecek bir nesil yok” dedi. Diyarbakır’da, köşeleri “kardeşlik, yiğitlik, mertlik, doğruluk, dürüstlük, misafirperverlik, alçakgönüllülük, cömertlik” anlamlarını taşıyan 8 köşe şapka, artık tek bir usta tarafından üretiliyor. Teknolojiyle birlikte, yok olmaya yüz tutan mesleğini ayakta tutabilmek için yoğun çaba sarf eden ve merkez Sur ilçesinde 58 yıldır şapka imalatı yapan Remzi Kağar (68), yetiştirecek çırak bulamamanın üzüntüsünü yaşıyor.
Şapkacılığın Diyarbakır’a 1940’lı yıllarda girdiğini ve o günkü şartlarda şapkacılığın bir kültür olduğunu belirten Kağar, mesleğe artık rağbet kalmadığını ve mesleğin son temsilcilerinden biri olduğunu ifade etti. Yaptıkları şapkaların hepsinin el emeği olduğunu ve konfeksiyonlar tarafından yapılamayacağını anlatan Kağar, “1925 Şapka İnkilâbı’ndan sonra şapka alanında yöresel kültürler oluştu. Bir de Türkiye’nin her tarafında giyilen şapkalar var. Biz hem bu yöreye hitap eden hem de bütün Türkiye’ye hitap eden şapkalar yaptık. 8 köşe şapkalar Diyarbakır, Elazığ, Şanlıurfa, Adıyaman, Mardin, Cizre, Silopi gibi yerlerde giyilen şapkalar. Zaten oralarda şapkacı yok. Bu şapkalar yaşlı insanların tercihi. Diyarbakır şapkası dediğin zaman bu onlara bir kültür. Bugünkü şartlarda bizden sonra bu şapkalar biter. Bu iş artık konfeksiyon şapkalarına döner. Onlar da zaten bu şapkaları yapamazlar. Bunlar hepsi el emeğidir. Konfeksiyon bu şapkaları çıkartamaz. Bu ayrı bir kültürdür. Bizim ürettiğimiz şapkalar yöreseldir. Diyarbakır’da üretilen şapkalar Ege’de satılmaz. Ege’de alanlar yine bizim yörenin insanları olur. Bugün Trakya’nın ayrı, Karadeniz’in ayrı bir kültürü var. Bu şapkalar Güneydoğu bölgesi şapkasıdır” dedi.
“Bizim yerimize devam edecek bir nesil yok”
Kendilerinin yerine mesleği devam ettirecek bir neslin olmadığını dile getiren Kağar, “8 köşe şapka imalâtının son temsilcileri bizleriz. 1958’de ben bu işe başladığım zaman daha 9-10 yaşında bir çocuktum. Biz bir dükkânda 8 kişi çalışırdık. Günde 100 tane şapka çıkarırdık. Bugünkü şartlarda talep de yok zaten, Silopi, Cizre, Şırnak, Mardin tarafı olmazsa bu tarafta Diyarbakır şapkaları çok nadir satılıyor. Genelde hatıra olarak alıp götürüyorlar. Kullanan çok az. Kullananlar da diğer modelleri kullanıyorlar. 8 köşe dışında yaptığımız şapka diğer bölgelerde satılıyor. Bu Türkiye genelinde giyilen bir şapkadır. Tek başıma çalışıyorum. Günde 7-8 tane yapabilsem çok iyi. O yaptığım da zannetme satılacak. ‘Niye bu mesleği yapıyorsun?’ deseniz. Ben bu mesleği 58 yıldır yapıyorum. Bu mesleği elime aldığım zaman kumaşı bir zevktir. Makineye oturduğum zaman bu bir zevktir. Mesleğimi severek yapıyorum. Bu yaştan sonra başka da yapabileceğim bir şey de yok. Bıraksam bu mesleği, kahve köşelerinde de fazla yaşayamam. Bu mesleği severek yapıyorum ve yaşatmaya çalışıyorum ama benden sonra yaşayacağına inanmıyorum. Çoluk çocuğumuzu bu işten büyüttük. Biz şapkacılıkta ikinci nesiliz. Diyarbakır’da şu anda iki şapkacı var. O arkadaşımız da imalatçı. Yapabildikleri kadar onlar da yapacaklar” diye konuştu.
Ürettikleri şapkaların filmlerde kullanıldığını ve bu işin yevmiyeli bir iş değil, bir sanat olduğunu kaydeden Kağar, şunları kaydetti:
“Zaten işçi yetişmiyor. ‘Usta bu işi öğret’ diyen yok. Annelerimiz babalarımız bizi getirirdi. ‘Al usta eti senin kemiği benim, bu çocuğu yetiştir' derdi. Şimdi geliyorlar ‘Günde kaç para vereceksin?’ diyorlar. Ben sana mesleği öğreteceğim. Sana bir gelecek bir kültür bırakacağım. Bunlar yevmiyelik iş değil. Bunlar sanattır. Ben Fransa’ya da gitsem, Almanya’ya da gitsem her türlü şapkayı yaparım. Her ülkenin kendi kültürüne göre bir şapka çeşidi vardır. Dünya durdukça da olacak. Kuzey ülkelerinde ayrıdır. Güney’de ayrıdır. Kuzeye gidersin, soğuktur kalpaklar vardır. Afrika’da daha geniş hasır şapkalar vardır. Şapka bir kültürdür. Şapka kaybolmaz. Diyarbakır şapkalarını buradan İstanbul’daki film stüdyolarına götürüyorlar. Şapka artık nostalji iş olmuştur. Dünya turistlerine bile satıyorum. Adam buranın kültürünü kendi memleketine götürüyor. Diyarbakır’da 10’un üzerinde şapkacı vardı. Bugün kala kala iki tane kalmışız. Şapkacılık bitiyor. Bizim bu mesleği devam ettirmemiz için valiliklerin bize yardımcı olması gerekiyor. Çünkü biz bu işin son temsilcileriyiz. Bizden sonra bu mesleği yaşatacak kimse yok. Bu telisi kimse alıp işlemez. Bu pamuğu kimse alıp işlemez. Her biri ayrı bir işçiliktir. Astarı ayrı kesilir, elyafı ayrı kesilir, telisi ayrı kesilir ve ayrı ayrı dikilir.”
Kaynaklar
http://kariyer.milliyet.com.tr
http://www.mumsema.org
https://sapkacilik.wordpress.com
|